Fetihleri Doğuran İdealler

Bir müslüman, dâimâ büyük ideallere sahip olmalı ve onları gerçekleştirmek için çalışmalıdır. Hedefine ulaşamasa bile Allah Teâlâʼnın ona emeklerinin mükâfâtını mutlakâ lûtfedeceğini bilmelidir.

“Ölmeye değer bir gâyesi olmayan insanın yaşamaya değer bir gâyesi de olmaz.”

HAZRET-İ OSMAN (R.A.)

Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-, komutanlarına Cebel-i Târık’ı geçerek Endülüs’e girmeleri emrini vermişti. Zira o, İstanbul’u batı tarafından sıkıştırıp fethi kolaylaştırmayı düşünüyordu. Nitekim Endülüs seferine katılanlara şu mektubu yazmıştı:

“İstanbul ancak Endülüs tarafından fethedilebilir. Eğer Endülüs’ü fethederseniz, âhir zamanda İstanbul’u fethedenlerin ecrine siz de ortak olursunuz. Ve’s-selâm.”[1]

Böylece Hazret-i Osman zamanında, Kuzey Afrika’daki fetihler tamamlanmış, İslâm’ın karşısındaki en büyük güç olan Bizans, batıdan sıkıştırılmaya başlanmıştı.

UKBE BİN NÂFÎ

Tâbiînden Ukbe bin Nâfî -radıyallâhu anh-, Emevîler zamanında Afrika’ya gönderilmişti. Ukbe -radıyallâhu anh- Kayravan bölgesini zaptetti. Züheyr bin Kays’ı oraya idareci tayin etti ve ona:

“–Ben nefsimi Allah -azze ve celle- Hazretleri’ne sattım. Bu sebeple O’nu inkâr edenlerle cihâd etmeye sonsuza kadar devam edeceğim!” dedi ve kendisinden sonra yapılmasını istediği şeyleri vasiyet etti.

Ukbe -radıyallâhu anh- fütûhâta devam ederken karşısına deniz engeli çıktı. Atını denize sürüp:

“–Yâ Rabbî! Şu koca deniz olmasaydı Senʼin yolunda cihâd ederek önümdeki beldelerde ilerlemeye devam ederdim!” dedi. (Bkz. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, IV, 105-106)

“En büyük muvaffakıyetler, büyük ve müsbet hayaller kurabilen kişiler tarafından elde edilmiştir.”

YAVUZ SULTAN SELİM HÂN

Osmanlı târihinin emsalsiz sultanlarından biri olan Yavuz Selim Hân, 10 Eylül 1517’de Kâhire’den İstanbul’a dönerken, târihe geçen şu sözüyle, kâmil bir mü’mindeki ideal ve hedeflerin engin ufkunu gösteriyordu:

“–Gönül ister ki, Afrika’nın kuzeyinden Endülüs’e çıkayım ve sonra Balkanlar üzerinden tekrar İstanbul’a döneyim!”

Mısır seferinden sonra Hindistan ve Uzakdoğu müslümanlarıyla da alâkadar olmaya başlayan Yavuz, sadrâzam Pîrî Mehmed Paşa’yı yanına çağırmış ve sonradan açılmış bulunan Süveyş Kanalıʼnın bulunduğu yeri işâretle:

“–Şuradan Akdeniz’i Kızıldeniz’e bağlar ve deryâdan Hindistan’a giderim!” demiştir.

Bu sözüyle, Portekizliler’in Hindistan’daki müslümanlara yaptığı zulmü engelleme niyetini sergileyen Yavuz, bu yolda çeşitli hazırlıklar da yapmıştır. Hattâ Pîrî Paşa tarafından fetih için lüzumlu olan toplar dahî döktürülmüştür.

Cihangir Pâdişah, bir gün yeryüzünün genişliğini merak etmişti. Ona bir dünya haritası getirdiler. Hayretle ve küçümseyerek baktı:

“–Bir hükümdar için eh, neyse! Ama iki hükümdar için az!” diyerek, haritayı atının ayakları altına attı ve atını heyecanla şâha kaldırdı.

Burada şunu da ifâde edelim ki, fetihler toprakları kanla sulamak için yapılırsa, bu bir cinâyet olur. Kılıç, tek başına bir demir parçasıdır. Ulvî bir gâye için kullanılmayan bir kılıçla fetih olmaz. Kılıç, ancak zulmü kaldırmak ve hidâyetlerin yolunu açmak için kullanılır. Gerçek fetih, kalplerin fethidir.

[1] İbn-i Kesîr, el-Bidâye, VII, 144; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 93; Muhammed Hamidullâh, “Fethu’l-Endelüs (İspanya) fî Hilâfeti Seyyidinâ Osman sene 27 li’l-Hicre”, İ.Ü. Ed. Fak. İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, İstanbul 1978, VII, 221-225.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hakk'a Adanmış Gençlik , Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.