Fiili Kıstastan Çıkarılacak Ders

HAYATIMIZ

İslam’da fiilî kıstastan çıkarılacak ders...

Bütün fikirlerin kusuru, teoride kalmak ve plânlandığı gibi tatbik edilememektir.

İslâmiyet’te, amel-i sâlihler ile tescil ve te’yid edilmeyen îman, bir rüzgârla sönebilecek olan, muhafazasız bir lamba gibi kabul edilir.

Amelsiz ilim, yani hayata aksetmeyen kuru bilgi, faydasızdır. Bunun için amel, uygulama, tatbikat şarttır. Hattâ amellerin de ihlâs ile edâ edilmesi elzemdir.

Yönetim ve eğitim sahasında, aslâ “uzaktan kumanda” gibi, icraatin içinde bulunmadan sevk ve idare, makbul değildir. Nitekim râşid halîfeler, müçtehid imamlar ve cümle Hak dostları; yaptıkları içtihadların, verdikleri emir ve nasihatlerin en mükemmel uygulayıcısı, bizzat kendileri olmuşlardır. Hattâ müçtehid imamlar, verdikleri içtihadlar içinde kolaylık ihtivâ eden ruhsatlarla değil, daha zor olan azîmetler ile amel etmeyi tercih etmişlerdir.

Onlar, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i göremeyenler için, nebevî ahlâkın zamana yayılmış zirve temsilcileri mevkiindedirler. Bu yönüyle de İslâm ahkâmının ve ahlâkının canlı birer temsilcisi olarak ümmete rahmet vesîlesi olmuşlardır.

Dînimizde ruhban sınıfı olmadığı için, dînin tatbikâtı sadece din adamlarına âit bir sorumluluk değildir. Hristiyanlık ve Yahudîlik gibi muharref dinlerde ise, dînin tatbikâtı sadece din adamlarına terk edilmiştir.[1]

Hattâ muharref Yahudîlik’te, zor emirler ve ağır vecîbeler halka yaptırılıp türlü tahriflerle, eşrâfa / üst tabakaya iltimas geçilir.[2]

İslâmiyet’te ise, âlimler ve ârifler, temsil makamındadır. Hem dîni en zirve seviyede hayatlarına tatbik eder, hem de bu hususta çevrelerine örnek olurlar.

Bununla birlikte, İslâmî emir ve nehiylere riâyet edip dînî hükümleri hayatına aksettirmek hususunda, akıl-bâliğ olan her Müslüman mes’ûl ve mükelleftir.

Dipnotlar:

[1] “Kohenler ve Levililer, Yahudîlik’teki din adamları sınıfı olup Mâbed’de vazife yapmaktaydılar. Levililer, Hz. Yâkub’un oğlu Levi’nin soyundan gelen insanlardır ve Tanrı tarafından dînî hizmet için seçilmişlerdir. Kohenler ise Levililerin Hârun soyundan gelen neslidir. Kohenler, ibadetlerin icrâsından sorumluyken, Levililer temizlik, tertip-düzen ve ilâhî söylemek gibi konulardan sorumluydular…” (Prof. Şinasi Gündüz, Dünya Dinleri, sf. 82, MilelNihal Yay. İst. 2019) [2] Yahudîlik’te beşer eliyle yapılan tahrifat neticesi ortaya çıkan, toplumda îtibar sahibi kesimi kayırma uygulamalarına şu hâdise tipik bir misaldir: Berâ bin Azib’tan nakledildiğine göre; zinâ ettiği için kendisine celde (sopa) cezası uygulanmış ve yine ceza olarak yüzü siyaha boyanmış bir yahudî, Efendimiz’in yanından geçiyordu. Allah Rasûlü r onların âlimlerinden bir adamı çağırıp: “–Tevrat’ta zinâ edenin cezasını böyle mi buluyorsunuz?” diye sordu. Adam: “–Evet.” dedi. Efendimiz: “–Mûsâ’ya Tevrât’ı indiren Allah adına doğru söyle! Tevrat’ta zinâ edenin cezası bu mudur?” diye sorusunu tekrarladı. Adam: “–Hayır, eğer Allah adına diye yeminle sormasaydın, Sana bunu söylemezdim. Mâdem böyle yeminle sordun, doğruyu söyleyeceğim; onun cezası recmdir.” deyip şöyle devam etti: “–Eşraf ve ileri gelenler arasında zinâ çoğalınca, onlara recmi uygulamak istemedik ve eşraftan biri zinâ eder de zinâsını yakalarsak, ona recmi uygulamayı bıraktık. Sıradan birisinin zinâsını yakaladığımızda da ona recmi uygulamaya başladık. Ancak bu ikilik, bizi de rahatsız edince orta bir yol aradık ve; «Gelin, recm yerine herkese, yani ileri gelenlere de sıradan kimselere de uygulayabileceğimiz bir ceza koyalım.» dedik ve işte bu celde ve tahmîm’i tespit ettik. Celde, sopa vurmak (ki liflerden yapılmış ve zifte bulanmış bir kamçı ile kırk kamçı vurulurmuş), tahmîm de yüzünü siyaha boyamaktır.” Peygamber Efendimiz Yahudînin bu îtirâfı üzerine: “–Ey Allâh’ım! Sen’in, yahudîler tarafından terk edilen emrini ilk ihyâ eden benim.” deyip o yahudînin recmedilmesini emretti ve recmedildi. Bunun üzerine Allah Teâlâ: “Ey Rasûl! Kalpleri îman etmediği hâlde ağızlarıyla «inandık» diyen kimselerden ve yahudîlerden küfür içinde koşuşanlar(ın hâli) Sen’i üzmesin. Onlar durmadan yalana kulak verirler ve Sana gelmeyen (bazı) kimselere kulak verirler; kelimeleri yerlerinden kaydırıp değiştirirler…” (el-Mâide, 41) âyet-i kerîmesini indirdi. (Müslim, Hudûd, 28; Taberî, VI, 150)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İslam Tefekkür Ufku, Erkam Yayınları