Fıkhi Mezhepleri Nelerdir?
Fıkıh ne demek? Fıkhın konusu nedir? Fıkhi mezhepler nelerdir? Fıkhi mezheplerin ortaya çıkış sebepleri nelerdir? Fıkıh mezhepleri nasıl oluşmuştur? Hak mezhepler (Dört büyük mezhep) hangileridir? Hak mezheplerin (Dört büyük mezhep) temsilcileri ve görüşleri nelerdir? Fıkhi mezheplerin özellikleri nelerdir? Fıkhi mezhepler hangi konuları ele alır? Fıkhi mezhepler ve imamları... Fıkhi mezhepler hakkkında bilinmesi gerekenler.
Fıkıh, sözlükte; bilmek, anlamak, bir şeyin bütününe vâkıf olmak, demektir. Fıkhın konusu İslâmî emir ve yasaklarla yükümlü kimsenin fiilleridir. Fıkıh ilmini bilen kimseye “fakîh” denir. Fıkhi mezheplerin ortaya çıkış sebepleri, temsilcileri ve görüşleri.
FIKIH TERİMİ VE KAPSAMI
- Fıkıh Nedir?
Fıkıh, sözlükte; bilmek, anlamak, bir şeyin bütününe vâkıf olmak, demektir. Terim olarak; bir kimsenin leh ve aleyhindeki amelî hükümleri bilmesidir. Başka bir tarife göre fıkıh; kişinin ibadetlere, muâmelelere ve cezalara ait şer’î hükümleri ayrıntılı delilleriyle bilmesidir.[1]
Kur’an-ı Kerim’de fıkıh kökünden çeşitli sîgalar; bilmek, anlamak, idrak etmek anlamında kullanılmıştır.[2] Hz. Peygamber (s.a.s); “Allah, kendisi için hayır dilediği kimseyi, dinde fakîh (dinî hükümlerin inceliğini kavrayan bilgin) yapar.” [3] buyurmuştur.
Dört halife ve tâbiîler devrinde fıkıh kelimesiyle ilim kastediliyordu. el-Fıkhu’l-ekber (en büyük fıkıh) deyimi o dönemde, akâid ve tevhîd ilmini; el-fıkhu’l-vicdânî kavramı; nefis eğitimi ve ahlâk ilmini; yalnız başına kullanılan fıkıh kelimesi ise, amelî konuları içine alan bir bilim alanını ifade ediyordu. Ebû Hanife’nin (ö.150/767) fıkıh ilmini, “kişinin leh ve aleyhinde olan hükümleri bilmesidir” şeklindeki tanımı, genel bir tanımdır. O devirde kelâm, imân, ahlâk ve tasavvuf gibi ilimler henüz bağımsız hale gelmediği için, Ebû Hanîfe’nin “el-Fıkhu’l-Ekber” adlı eseri, itikâdî konuları kapsamaktaydı. Ancak giderek fıkıh ilmi yalnız ibadet, muameleler ve cezaları içine alacak şekilde “amel bakımından” ilâvesiyle tarif edilmeye başlandı.[4]
Fıkıh yerine yeni kullanılmaya başlanan “İslâm Hukuku” deyimi, ibadetler dışında muameleler, ceza ve miras hükümlerini kapsamaktadır.
Fıkhın konusu İslâmî emir ve yasaklarla yükümlü kimsenin fiilleridir. Bu fiiller; namaz kılmak gibi “emir”, hırsızlığı yasaklamak gibi “nehiy” veya yeme-içme gibi “serbest bırakma” tarzlarında olabilir. Akıllı ve ergen kimselerin şer’î hükümlerle yükümlülüğü ehliyet ile ifade edilir. İbadet, muameleler ve ceza ile ilgili dini hükümlere “Şerîat” denir. Bu kelime din anlamında da kullanılır. Bu takdirde itikadî ve amelî hükümlerin hepsini içine alır. Ancak şerîat terimi genellikle amele ilişkin hükümler için kullanılır. Buna göre, ilahi nizamın amel ve dış yönünü ifade eder.
- Fakih Ne Demek?
Fıkıh ilmini bilen kimseye “fakîh” denir. Çoğulu “fukahâ”dır. Bu kelime fıkıh usûlü ilminde “müctehit” anlamında kullanılır. Müctehit; şer’î hükümleri delillerinden çıkarma ilim ve yeteneğine sahip olan kimsedir. Müftî; fetva veren kimsedir. Müctehit olmayan fakihe, başka müctehitlerin söz ve fetvalarını nakil ve hikâye etmesi yüzünden, mecaz yoluyla müftî, sorulan İslâmî bir meseleye fakih bir kimsenin verdiği cevaba ise fetva denir. Fetva ictihada göre daha özel anlam taşır.
Kur’an ve sünnette açık ve kesin hükme bağlanan konularla, İslâm hukukçularının ittifakı (icmâ’) ile çözümlenen meselelerde ictihada ihtiyaç duyulmaz. Bunun dışında kalan fer’î, amelî problemler; aslî deliller yanında, istihsan, maslahat, örf-âdet, önceki şerîatler gibi ikinci derecedeki delillere dayanarak çözümlenir ki, işte ictihat ve fetva daha çok bu alanda cereyan eder.
Gerek sahabe ve gerekse tâbiiler devrinde yetişen bazı fakihler, çeşitli konulardaki fetva ve ictihatlarıyla birer fıkıh ekolü (mezhep) çığırı açacak güçte idiler. Hz. Âişe, Abdullah İbn Ömer, Abdullah İbn Mes’ûd ve benzerleri böyledir. Tâbiilerden Medîneli yedi fakih ve Nâfi (ö.117/735), Kûfe’den Alkame İbn Kays (ö.62/682), İbrahim en-Nehaî (ö.96/714), Hammad İbn Ebî Süleyman (ö.120/738), Basra’dan Hasan el-Basrî (ö.110/728) bunlar arasında sayılabilir.
Abbasilerin (750-1258 M.), ilk iki yüz yıllık devresi, fıkhın tedvîn edildiği, geliştiği, büyük imam ve müctehitlerin yetiştiği devredir. Bunlar şu fakihlerdir: Mekke’de, Süfyan İbn Uyeyne; Medine’de Mâlik İbn Enes; Basra’da Hasan el-Basrî; Kûfe’de Ebû Hanîfe ve Süfyân es-Sevrî; Şam’da Evzâî; Mısır’da Şâfi ve Leys İbn Sa’d; Nişabur’da İshak İbn Rahûye; Bağdat’ta Ahmed İbn Hanbel, Dâvud ez-Zâhirî ve İbn Cerîr et-Taberî (radıyallahu anhüm). Bunlardan herbirinin farklı ictihat sistem ve metotları ve bunlarla varılmış reyleri vardır. Bunların çoğu uyanları kalmadığı, İslâm fıkhını bir bütünlük içinde, bir hukuk sistemi olarak ortaya koyamadıkları veya Zâhirîler’de olduğu gibi kıyası kabul etmedikleri ve diğer mezheplere karşı şiddetli davrandıkları için varlığını sürdürememişlerdir.
Ancak Ebû Hanîfe, Şâfi, Mâlik ve Ahmed İbn Hanbel’e nispet edilen mezhepler varlığını sürdürdü ve büyük halk kitleleri tarafından kabul gördü. Diğer yandan bazı Şîa kollarıyla, mutedil hâricî mezhepleri de varlığını korudu. Adı geçen bu mezheplerin temsilcilerinden ve mezheplerinin başlıca özelliklerinden kısaca söz edeceğiz.
FIKIH MEZHEPLERİ VE İMAMLARI
1. Hanefi Mezhebi
Kronolojik sıralamada ilk fıkıh mezhebi olup, Ebû Hanîfe’ye nisbet edildiği için bu adla anılmıştır. Ebû Hanîfe’nin asıl adı, Numan İbn Sâbit İbn Zûtâ’dır. 80/699 yılında Kûfe’de doğmuş ve 150/767’de Bağdat’ta vefat etmiştir. Aslen Türk veya Fârisî olduğu yönünde görüşler vardır. Varlıklı bir aileden gelen Numan İbn Sâbit, önce Kûfe’de Kur’an-ı Kerîm’i hıfzetti, sarf, nahiv, şiir, edebiyat, cedel ve kelâm öğrendi. Kûfe, Basra ve Irak’ın ileri gelen üstatlarından hadis dinledi. Hocası Hammad İbn Ebî Süleyman’dan (ö.120/738) on sekiz yıl ders okuyarak fıkıh ilminde uzmanlaştı. Onun ilmi hocası Hammâd vasıtasıyla İbrahim en-Nehaî (ö.95/714), Alkame (ö.62/681) ve Esved (ö.95/714) yoluyla; Abdullah İbn Mes’ûd (ö.32/652), Hz. Alî (ö.40/660) ve Hz. Ömer (ö.23/643) gibi sahabe müctehitlerine dayanır. Bu arada Ca’fer es-Sâdık ve Muhammed Bakır’ın ilminden de yararlandı.
Ebû Hanîfe, Kûfe’de hem aile mesleği olan elbise ticaretiyle uğraşır ve hem de ilim çalışmalarını aralıksız sürdürürdü. Onun isabetli tespitler yapması, muameleleri kavrayışı ve toplum yapısını iyi tanımasında, teorik bilgilerin yanında bunları günlük hayatta uygulayan esnaf ve tüccarın arasında bulunmasının büyük payı vardır. O, dürüst muamelesi, yalan, hile ve rekabetten nefret etmesi, güler yüzü, tatlı sohbeti ve yardım severliği ile ün yapmıştı. Az konuşur, fakat fıkıhtan sorulunca sel gibi coşardı.
Hocası Hammad’ın vefatında Ebû Hanife 40 yaşlarında idi. Onun kürsüsüne çıkıp ders vermeye başladı. Dersleri münazara şeklinde olurdu. Meseleyi ortaya atar, müzakere edilir, herkes o konuda düşüncesini söyler, en sonunda Ebû Hanife kendi görüşünü açıklar ve mesele karara bağlanırdı. İmam Muhammed bu akademik toplantılarda müzakere edilen konuları kaleme alırdı.
- Hanefi Mezhebinin Eserleri
Hanefî mezhebinin Zâhiru’r-Rivâye adı verilen ve tevatür yoluyla nakledilen bu ilk temel eserlerde Ebû Hanîfe, İmam Muhammed ve Ebû Yûsuf’un görüşleri yer almıştır. Bunlar altı tane olup şunlardır:
El-Asl (veya el-Mebsût), El-Câmiu’s-Sağir, El-Câmiu’l-Kebîr, Es-Siyeru’s-Sağîr, Es-Siyeru’l-Kebîr ve Ez-Ziyâdât.
Zâhiru’r-Rivâye kitapları, Ebu Fazl Muhammed el-Mervezî (ö.334/945) tarafından kısaltılarak bir araya getirilmiş ve eser “Kâfî” adını almıştır. Bu eser daha sonra Şemsu’l-Eimme es-Serahsî (ö.490/1097) tarafından şerhedilmiş, “Mebsût” isimli bu eser, 30 cilt halinde basılmıştır.
- İmam Ebu Hanife’nin Öğrencileri
Ebû Hanîfe birçok öğrenci yetiştirmiştir. Onun ders halkalarında yetişen öğrenci sayısının 4000’i aştığı ve bunlardan kırk kadarının ictihat yapacak dereceye yükseldiği nakledilir. İçlerinden dört tanesi meşhurdur:
a) Ebû Yûsuf Yakub İbn İbrahim el-Kûfî (ö.182/798), Hârun Reşîd devrinde baş kadı olmuştur. Hanefî mezhebinin esaslarını tedvînde, toplum hayatına uygulanmasında ve dünyaya yayılmasında onun payı büyüktür. Mal ve vergi nizamı ile ilgili “Kitâbu’l-Harâc” isimli eseri Türkçe’ye çevrilmiştir.
b) İmam Muhammed İbn Hasan eş-Şeybânî, (ö.189/805) ilk ilmini Ebû Hanife’den aldı. Ebû Yusuf’tan eksiklerini tamamladı. Hanefîler’in en güvenilir ilk kaynak eserleri olan Zâhiru’r-Rivâye kitaplarını kaleme aldı.
c) İmam Züfer İbn Hüzeyl İbn Kays (ö.158/775), İsfahan’da doğdu, Basra’da vefat etti. Aynı zamanda hadis bilginiydi, sonra rey ictihadında üstün oldu. Kıyası başarıyla uyguladı. Mutlak müctehittir.
d) Hasan İbn Ziyâd el-Lü’lüî (ö.184/800) önce Ebû Hanife’nin daha sonra Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’in öğrencisi oldu. Hadis ilmiyle ve Ebû Hanife’nin görüşlerini rivayetle tanındı. Ancak İmam Züfer ile Hasan İbn Ziyad’ın görüşleri ilk Zahiru’r-Rivaye kitaplarına girmemiştir.
- En Büyük İmam
Ebu Hanife’yi öğrencileri ve toplum kendilerine lider (imam) tanımış ve “en büyük imam” anlamında “İmam-ı Azam” adını vermişlerdir. İmam-ı Azam’ın geliştirdiği hukuk yoluna “Hanefî Mezhebi”, bu mezhebe uyanlara da “Hanefî” denir.
Hanefî mezhebi önce Irak’ta doğmuş ve Abbasîler döneminde Ebû Yûsuf’un “kâdı’l-kudât (baş kadı)” olması ile devletin başlıca fıkıh mezhebi haline gelmiştir. Özellikle doğuya doğru yayılarak Horasan ve Mâverâünnehir’de büyük bir gelişme göstermiştir. Bu bölgede pek çok Hanefî fakîhi yetişmiştir. Osmanlı Devleti kurulup, Hanefî mezhebini âdeta devletin resmî mezhebi olarak benimsemesi üzerine etki alanı daha da genişlemiştir. Bugün Türkistan, Hindistan, Pakistan, Afganistan, Türkiye ve Balkanlar’da Hanefî mezhebi çok yaygındır.
2. Maliki Mezhebi
Büyük hadîs ve fıkıh bilgini Mâlik İbn Enes’e nisbet edildiği için bu adla anılmıştır. İmam Mâlik İbn Enes 93/712 yılında Medine’de doğmuş ve 179/795 yılında yine orada vefat etmiştir. Medine o dönemde, Hz. Peygamber’in hadisleri, sahâbe ve tâbiûn fetvaları bakımından bir merkez durumunda idi. İmam Mâlik böyle bir ilim ortamında İbn Hürmüz, İbn Ömer’in azatlısı Nâfi’, İbn Şihâb ez-Zuhrî, Yahyâ İbn Saîd ve Rabîa İbn Abdirrahmân gibi tanınmış tâbiûn bilginlerinden hadîs ve fıkıh dersleri aldı. Olgunluk çağına gelince Medine’de Mescid-i Nebevî’de ders ve fetva vermeye başladı. Çevresinde geniş bir ilim halkası oluştu, öğrenciler yetiştirdi.
İmam Mâlik’in nasslardan hüküm çıkarmada; Kitap, sünnet, icmâ, sahâbe sözü, örf ve âdet delilleri yanında, kıyas, istihsân, mesâlih-i mürsele, sedd-i zerâyi’ gibi fer’î delillere de başvurduğu görülür. İmam Mâlik’in fıkhının en belirgin özelliği, Medine halkının uygulamasını (amelini) delil olarak almasıdır. O, haber-i vâhidi kabul için Medineliler’in ameli ile çelişmemesini şart koşmuştur. Çünkü ona göre Medineliler’in ameli mütevâtir hadîs gücündedir. Hz. Peygamber on yıl onların arasında yaşamış, örf ve âdetlerini görmüş, İslâm’la çelişenleri ilga etmiş, çelişmeyenleri takrîr buyurmuştur. Bu durum, onların amelinin tevâtür derecesinde sayılmasını gerektirir.
- İmam Malik’in Öğrencileri
Meşhur öğrencileri şunlardır: Abdurrahman İbn Kasım (ö.132/749), Mâlik’ten yirmi yıl süreyle fıkıh okudu; Leys b. Sa’d’dan (ö.175/791) ilim aldı, Mâlikî mezhebinin ünlü Müdevvene isimli eserini nakletti. Bu eseri Sahnun (ö.240/854), ondan alarak, fıkıh tertibi üzere düzenledi. Yahya İbn Yahya (ö.234/849), Mâlikî mezhebini Endülüs’te yayan bir fakihtir. Eşheb İbn Abdilazîz (ö.204/819), Mâlik ve Leys’in yanında fıkıh ilminde uzmanlaştı. Müdevvene ve Muvatta’, hüküm hadislerini ve bunlarla ilgili Mâlikî fıkhını içine alan, mezhebin temel iki kitabı sayılır.
Mâlikî mezhebi, önce Hicaz bölgesinde yayılmış, sonra İmam Mâlik’in Esed İbn Furât, Abdullah İbn Vehb ve Abdurrahman İbn Kâsım gibi öğrencileri vasıtasıyla Mısır, Kuzey Afrika ve Endülüs’te yayılmıştır. Hatta bu mezhep bir süre Endülüs Emevî Devleti’nin resmî mezhebi olmuştur. Günümüzde Mısır’da, Kuzey Afrika’da (Fas, Tunus, Cezayir) ve Sudan’da Mâlikî mezhebi yaygındır. Hicaz bölgesinde Mâlikîler’in sayısı azdır.
3. Şafi Mezhebi
Şâfi mezhebinin kurucusu sayılan Muhammed İbn İdris el-Kureyşî el-Hâşimî 150/767 yılında Gazze şehrinde (Filistin) doğdu. İmam Mâlik’ten bizzat Muvatta’ı dinledi, Süfyan İbn Uyeyne’den (ö.198/813) hadis rivâyet etti. İmam Muhammed’den de Irak fıkhını öğrendi. Böylece Irak fıkhı ile Hicaz fıkhını birleştiren kişi oldu. O, Bağdat’ta muhtemelen iki yıl kadar kaldı, sonra Mekke’ye geçerek, orada dokuz yıl ders verdi. İmam Şâfi hicrî 195 yılında yeniden Bağdat’a geldi. Bu ikinci gelişinde Irak ve Hicaz fıkıh ekollerini derinlemesine inceleyerek, fıkıhta kendi usûlünü ortaya koymaya başladı.
Hicrî 198 yılında Mısır’a geçti. Dört yıl kadar kaldığı Mısır’da önceki bilgi ve tecrübelerini bu değişik sosyal ve kültür çevresinde yeniden incelemeye başladı, kimi görüşlerinden vazgeçerek, yeni görüşler ortaya koydu. Böylece onun eski ve yeni görüşlerinden oluşan “mezheb-i kadîm” ve “mezheb-i cedîd” i teşekkül etmiş oldu. İmam Şâfi, gittiği Mısır’da 204/820 yılında vefat etti. Risâle, Hucce ve Ümm adlı eserleri vardır. Risâle, günümüze ulaşan en eski fıkıh usûlü eseri olup Türkçe’ye çevrilmiştir.
- İmam Şafi’nin Öğrencileri
Bazı öğrencileri şunlardır: Yusuf İbn Yahya el-Büveytî, (ö.231/845), Hasen İbn Muhammed ez-Zaferânî (ö.260/874), İbrahim İbn Yahyâ el-Müzenî (ö.264/877).
Şafi mezhebi önce Mısır’da sonra kısmen Suriye, Yemen, Irak ve Mâverâünnnehir’de yayıldı. Günümüzde Irak, Suriye ve Anadolu’nun güney ve doğu bölgelerinde Şafii mezhebi yaygındır.
4. Hanbeli Mezhebi
Ahmed İbn Hanbel eş-Şeybânî, 164/780 yılında Bağdat’ta doğdu, 241/855 yılında yine orada vefat etti. Hanbeli mezhebi onun adına nisbet edilmiştir. Özellikle hadis ilmi için Kûfe, Basra, Mekke, Medine, Şam, Yemen ve el-Cezire’yi dolaşmış, uzun süre İmam Şâfii’nin öğrencisi olmuştur.
İbn Hanbel, hadisleri sadece rivâyetle yetinmeyip, onların fıkhî anlam ve maksatlarını da araştırdı. Onun döneminde ilk üç fıkıh mezhebinin birinci el kaynakları tedvîn edilmiş bulunduğu için, Ahmed İbn Hanbel kendisini zengin bir fıkıh serveti içinde buldu.
İbadet konularında nasslara ve selefin eserlerine sımsıkı sarıldı, delilsiz hüküm vermekten sakındı. Muâmelelerde de yine selefin yolu olan, bir şeyin helâl veya haram olduğuna dair nasslarda bir delil yoksa o mubahtır, ilkesini esas aldı. Gerçi diğer üç mezhep de “eşyada aslolan mübahlıktır” prensibini benimsemiştir. Ancak Hanbelîler muâmelelerde daha belirgin biçimde serbestlik taraftarıdırlar. Buna göre, dinin haram kıldığı şartlar dışında, bu mezhep ticarette tarafların istedikleri şartları koşabileceği ilkesini benimsemiştir. Hanbelî mezhebi re’y ve kıyastan çok âyet, hadîs ve sahâbe kavli gibi naklî delillere dayanır. Mezhepte bir bakıma hadîse dayalı fıkıh anlayışı hâkimdir.
- İmam Ahmet Bin Hanbel’in Eseri
Buhârî, Müslim ve hadiste onların tabakasında olan kimseler Ahmed İbn Hanbel’den hadis rivayet ettiler. Müsned adlı eseri, kırk bin hadisi içine alır. Hanbelî mezhebinin sonraki fikrî ve fıkhî gelişiminde İbn Teymiyye ve öğrencisi İbn Kayyim el-Cevziyye’nin eserlerinin de büyük katkısı olmuştur.
- İmam Hanbel’in Öğrencileri
Bazı öğrencileri şunlardır: Salih İbn Ahmed (ö.266 H.), İbn Hanbel’in en büyük oğludur. Ebû Bekir el-Ersem (ö.273 H.), Ahmed İbn Muhammed İbn el-Haccâc (ö.274 H.) ile İbrahim İbn İshak el-Harbî (ö.285 H.)[5]
Son yüzyılda Arap dünyasında baş gösteren, dinî olduğu kadar, siyâsî ve sosyo ekonomik yönü bulunan Vehhâbîlik hareketi, özellikle inanç alanındaki görüşleri ve selefî tavırları sebebiyle Hanbelî mezhebini kendilerine yakın buldukları için, bu mezhep başta Hicaz olmak üzere Irak, Suriye, Filistin ve Mısır’da yaygın olup, Suudî Arabistan’da resmî mezhep konumundadır.
MEZHEP HALİNİ ALAMAYAN İCTİHAT ÇALIŞMALARI
Hicretin II. ve III. Yüzyılında oluşan, yukarıda kısaca bilgi verdiğimiz dört fıkıh mezhep imamının ve öğrencilerinin yanı sıra birçok büyük ve bağımsız müctehit de yetişmiş ve bunların adı etrafında kısmî gruplaşmalar da olmuştur. Bunların başlıcaları şunlardır:
Mekke’de Süfyan İbn Uyeyne (ö. 198/813); Kûfe’de Süfyan Es-Sevrî (161/778), İbn Ebî Leyla (ö. 148/765), İbn Şübrüme (ö. 144/761); Bağdat’ta Ebû Sevr (ö. 240/854), Dâvûd ez-Zâhirî (ö. 270/883), İbn Cerîr et-Taberî (ö. 310/922); Mısır’da Leys İbn Sa’d (ö. 175/791); Basra’da Hasan-ı Basrî (ö.110/728); Şam’da Evzâî (ö.157/774); Nişabur’da İshak İbn Râhûye (ö. 238/853). Bu müctehitler kendilerine göre ictihat metotları geliştirip, pek çok fetvalar vermişler, fakat müntesipleri kalmadığı için mezhep olarak ortaya çıkamamışlardır. Ancak İslâm hukuk doktrininde ve kanunlaştırma çalışmasında bunların görüşleri önemli bir fıkıh zenginliğidir.
Günümüzde müntesibi kalmamakla birlikte re’y ve ictihat hareketine karşı sürdürdüğü sert eleştiri ve farklı bakış açılarıyla tanınan Zâhiriye ekolü ve bunun iki temsilcisi Dâvûd ez-Zâhirî (ö. 270/883) ve İbn Hazm’ı (ö. 456/1064) ayrıca anmak uygun olur. Kıyas ve re’y ictihadına karşı çıkarak, âyet ve hadîslerin açık (zâhir) anlamının esas alınması gerektiğini savunan bu ekol, hicrî IV. yüzyıldan itibaren bir süre etkili olmuşsa da, daha sonra bazı noktalarda kendisine yakın olan Şâfiî mezhebi içinde erimiştir.
Sünnî mezheplerin dışında kalan fıkıh ekollerinin başında Şîa grubunun fıkıh çalışmaları gelir. Şîa’nın üç büyük kolu aynı zamanda birer fıkıh mezhebi olarak da görülebilir. İmâmiyye akâid ve fıkıhta Ca’fer es-Sâdık’ın görüşlerini esas aldığı için, Ca’feriyye olarak da anılır. Ca’ferî fıkhında, sünnî fıkhındaki hadîs ve re’y ehli ayırımına benzer bir tasnif görülür. Bunların temsilcileri “ahbârîler” ve “usûlîler” diye anılır. Ahbârîler hüküm çıkarmada hadîsleri esas alır ve Kur’an-ı Kerîm’in de ancak bu hadîsler yardımıyla anlaşılabileceğini söyler. Usûlîler ise Kitap, sünnet, icmâ ve akıl olmak üzere dört delile dayanır. Ancak Şîa’nın sünnet ve icmâ anlayışı, Ehl-i Sünnet’ten farklıdır. Ca’ferîler, Hz. Peygamber’in ve mâsum imamların (on iki imam) söz, fiil ve tasviplerini ölçü alır ve sadece Ehl-i beyt’in naklettiği hadîsleri kabul ederler. Mut’a nikâhını câiz görme, abdestte çıplak ayakların üstüne meshetmeyi yeterli görme, boşamada iki şahit zorunluluğu, beş vakit namazı cem’ yoluyla üç vakitte kılma, zekatı (humus) din adamları eliyle toplama gibi farklı görüş ve uygulamaları vardır.
Şîa’nın diğer kolu olan Zeydiyye, fıkıh konularında Hanefî mezhebine yakındır. Mest üzerine meshi, gayrimüslimin kestiğini yemeyi ve ehl-i kitap kadınla evlenmeyi caiz görmeme gibi bazı detaylarda farklı görüşleri vardır. Temelde siyâsî ve itikadî ekol olan Şia’nın diğer kolları veya Hâricîlik gibi fırkaların belli konulardaki fıkıh görüşleri, Ehl-i sünnet içinde de mevcut olduğundan çok önemli ayrılık meydana getirmezler.[6]
Dipnotlar:
[1] İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, Beyrut 1272 H. I, 34; Muhammed Ebû Zehra, Usûlü’l-Fıkh, 1958 y.y. s. 6, 7.
[2] Nisâ, 4/78; A’raf, 7/179; Hûd, 11/91; Tevbe, 9/122.
[3] Buhârî, İlim, 10.
[4] bk. Mecelle, Madde 1.
[5] bk. Mekkî, Menâkıbu’l-İmâm Ebî Hanîfe, Haydarabad 1903, I, 74-78; Zehebî, Menâkıb, nşr. Kevserî, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî (t.y.), s. 20-21; İbnü’l-Kayyim, İ’lâmü’l-Muvakki’în, nşr. M. M. Abdülhamid, Mısır, 1955, I, 25, 77, 227; İbn Hazm, İhkâm, nşr. A. M. Şakir, Mısır (t.y) 929; Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletüh, Dımaşk 1985, I, 27 vd.
[6] Bilgi için bk. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, İstanbul 1981, s. 218 vd; Mustafa Öz, “Ca’fer es- Sâdık” mad., TDV İslâm Ansik., “Şîa” mad., Şamil İslâm Ansik.; Hamdi Döndüren, “Ca’fer-i Sâdık” mad., Şamil İslâm Ansik.; Komisyon, İlmihal, I, 39-40.
Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, Erkam Yayınları