Fil Vakası

Fil vakası veya Fil olayı nedir, ne zaman ve nasıl gerçekleşmiştir?

Fil Vakası ya da Fil Olayı (Vakayı Fil) İslam inancına göre Hz. Muhammed’in (s.a.v.) doğumundan 52 gün önce Kabe’yi yıkmak amacıyla Mekke üzerine filleriyle birlikte yürüyen Ebrehe ve ordusunun Allah tarafından gönderilen Ebabil kuşları vasıtasıyla bozguna uğratılmasını anlatan hadisedir.

Allâh Teâlâ’nın emriyle yapılan Kâbe, dâimâ ilâhî muhâfaza altındadır. Târihte “Fil Vakası” olarak bilinen hâdise, bunu ortaya koyan ibretli misâllerden biridir.

EBREHE’NİN KABEYİ YIKMA TEŞEBBÜSÜ

Yemen vâlisi Ebrehe, Roma imparatorunun da yardımıyla San’a’da yaptırdığı kili­seye arzu ettiği ölçüde rağbet edilmediğini görünce, son derece sinirlendi. Ardından Arapların eskiden beri kudsiyetini kabûl edip ziyâret edegeldikleri Kâbe’yi yıkmaya karar verdi. İçinde, günümüzün tankları mesâbesinde olan fillerin de bulunduğu büyük bir ordu hazırlayarak Mekke’ye yürüdü. Böylelikle, -gûyâ- insanların yönlerini, kendi yaptırdığı kiliseye çevire­cekti.

Ebrehe’nin gözü o kadar dönmüştü ki, gasbedilen develerini geri istemeye gelen Abdülmuttalib’e şaşarak:

“–Ben Kâbe’yi yıkmaya geldim. Sen ise develerini düşünüyorsun!” demiş ve Abdülmuttalib’in Kâbe için:

“–Onun sâhibi var! O, onu korur!” ifâdelerine mukâbil kibirle:

“–Bana karşı onu koruyacak yoktur!” hezeyânında bulunmuştu. Mekke’ye yaklaşan ordusuna Kâbe’ye hücum emri verdi. Fakat Mina ile Müzdelife arasındaki Vâdi-i Muhassirʼe gelince filler yürümez oldu. Gökyüzü ebâbîl kuşlarıyla doldu. Onlar, ayaklarında getirdikleri pişkin tuğladan yapılmış taşları Ebrehe ordusunun üzerine dolu taneleri gibi boşaltmaya başladılar. Bu taşlar, kime isâbet ediyorsa, onu helâk ediyordu. Mekke’nin önü bir anda insan ve fil mezarlığına döndü. Sıkletsiz küçücük kuşlar, tonlar ağırlığındaki filleri ezip yere serdiler. Bu dehşet dolu ilâhî mûcizenin tahakkuk ettiği yıla “Fil Senesi” denildi.

FİL VAKASINI ANLATAN SURE

Allâh Teâlâ bu hâdiseyi Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatır:


“Rabbinin fil ashâbına neler yaptığını görmedin mi? Onların kötü plânlarını boşa çıkarmadı mı? Üzerlerine sürü sürü kuşlar gönderdi. Bu kuşlar, onlara pişmiş çamurdan taşlar atıyorlardı. Nihâyet onları yenilip çiğnenmiş ekin yaprağına çevirdi.” (el-Fîl, 1-5)

“HANE-İ BİRR”

Çünkü Kâbe, Cenâb-ı Hakk’ın, emr-i ilâhîsi ile inşâ ettirdiği “Hâne-i Birr”i idi. Orası, Allâh’a kulluk mekânı olarak kudsî ve mübârek kılınmıştı. Bunun için ilâhî muhâfaza altına alın­mıştı.

Ebrehe’nin ibâdethâneye karşı yaptığı bu saygısızlığa verilen cezâ ise, kıyâmete kadar aynı şe­kilde yapılacak diğer hareketler için de bir tehdit mâhiyeti taşımaktadır.

Bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Allâh’ın mescidlerinde O’nun isminin zikredilmesine mânî olan ve oraların harâb olma­sı için çalışandan daha zâlim kim olabilir? İşte onların oralara ancak korkarak girmeleri gere­kir. (Başka türlü girmeye hakları yoktur.) Onlar için dünyâda bir rezillik, yine onlar için âhirette de pek büyük bir azap vardır.” (el-Bakara, 114)

EBREHE’NİN ACI SONU

Zulmünü iyice şiddetlendiren Ebrehe, netîcede kendisinde nihâyetsiz bir kuvvet ve azamet olduğu vehmine kapılmıştı. Buna mukâbil Allâh Teâlâ onu, çöllerdeki arslan, kaplan veya zehirli yılan gibi dehşet verici güçlü mahlûklarla değil, çok güçsüz ve zayıf varlıklar olan ebâbîl kuşlarının attığı nohuttan küçük taşlarla helâk etti. Nitekim Allâh Teâlâ, Firavun, Nemrut ve Câlût gibi mütekebbirleri hep onlardan küçük ve güçsüz görünen varlıklarla helâk ederek, onların hakîkatte ne kadar âciz varlıklar olduklarını ve kibirlerinin mânâsızlığını ortaya koymuştur.

Ebrehe de büyük bir azamet ve kibirle çıktığı Yemen’e, lîme lîme olmuş bir bedenle, çok zelil ve perişan bir vaziyette, sürünerek dönebildi. Onun bu hâli, kibirlilerin daha dünyâdayken bile rezil olduklarına dâir çok açık bir ibret tablosudur.

FİL SENESİ

“Fil Senesi” Kureyşliler arasında bir nevî târih başlangıcı olarak kullanıldı. Şu rivâyet, bunun güzel bir misâlidir:

Kubaş bin Üşeym:

“–Ben ve Resulullah, Fil Senesi’nde doğduk.” demişti.

Hz. Osman, ona:

“–Sen mi daha büyüksün, yoksa Resulullah mı daha büyük?” diye sordu.

Mübârek sahâbî, şu edeb ve incelik dolu karşılığı verdi:

“–Resulullah, benden çok çok büyük­tür. Doğumda ise ben ondan daha eskiyim![1] Ben, fillerin tersini yeşil ve değişmiş olarak gördüm.” (Tirmizî, Menâkıb, 2)

Dipnot:

[1] Ashâb-ı Kirâm, bu rivâyette olduğu gibi, dâimâ Resûlullâh’ın en üstün ve en yüce makamda olduğunun şuurunda idiler. Dolayısıyla bu hususta büyük bir hassâsiyet gösterirlerdi. O’nun tenine dokunabilenler, bundan büyük bir iftihar duyar:

“İşte şu iki elimle Resûlullâh’a bey’at ettim” diyerek ellerini gösterirlerdi. (İbn-i Sa’d, IV, 306; Heysemî, VIII, 42)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 1, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

KABE TARİHİ

Kabe Tarihi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • ÇOK TEŞEKKÜRLER ÖDEVİM İÇİN LAZIMDI

    çok güzel sizin sayenizde ödevi kolayca yaptım

    Cok guzel benim isime cok yaradi.

    Çok işime yaradı teşşekkürler

    Çok teşekkür ediyorum sizin sayenizde merak ettiklerimi öğren

    çok teşekürler performans ödevimden 100 aldım sizin sayenizde

    Çok işime yaradı teşşekkürler

    Çok iyi teşekkür ederim

    Gerçekten çooooook teşekkürler

    çok sağolun ödev içindi thabnk you kuran ı kerim dersi içindi 5 sınıfa geçtimde

    • bende ödev için kullandım

    Gerçektende bu olayın etkisinde kaldım.Teşekkürler ödevim için lazımdım Allah(c.c) sizin yardımcınız olsun.

    Çok sağolun eksi almayacam eyvallah

    Harika bunlarin hepsini yazdim allah razi olsun dersim icin gerekliydi

    Ibretlik bir olay gerçekten

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.