Filozofların Tutarsızlıkları

İmam-ı Gazali’nin, Tehâfütü’l-felâsife eserindeki temel iddiaya göre filozofların kullandığı yöntem temelsizdir ve öğretileri tutarsızdır. Gazali, bir tez ortaya atarak değil sorgulayarak ve reddederek onlara karşı çıkacağını, filozofları sıkıştırıp kesinliğine inandıkları şeyleri geçersiz kılacağını belirtir.

İmam-ı Gazali, İslam düşüncesinin büyük dehalarından. 11. Yüzyıl ile 12. Yüzyılın başında yaşayan bir düşünce adamı. Âlim, münevver ve irfan insanı.  Fıkıh, kelam, felsefe ve tasavvuf alanında eserler vermiş bir âlim. İşraki hikmet ilk onunla parıldar. “Filozofların Tutarsızlıkları” adıyla bir eseri vardır. Bu eserinde, içinde yaşadığı dönemin Müslüman filozofların içinde bulunduğu derin çelişkilere dikkat çeker ve çok önemli eleştirilerde bulunur. Özellikle Meşşai Ekolü olarak ortaya çıkan felsefeyi ve bunu temsil eden filozofların içine düştükleri yanılgıları, ilimleri ve amelleri arasındaki paradoksları ve yine mutlak hakikat vahiy ile çatıştıkları yönleri tartışır.

İmam-ı Gazali, filozofların içine düştüğü tutarsızlıkları eleştirir ve İslam düşüncesinin ve toplumunun bulandırmasına engel olmaya çalışır. Bu eleştirileri, İbn Rüşd örneğinde görüleceği gibi karşı eleştirilere yol açacak ve böylece düşünce ortamının zenginleşmesine, eleştiri geleneğinin gelişmesine katkı sağlayacaktır.

MODERN ÇAĞ FİLOZOFLARI

Modern çağda, yeni bir felsefe ve yeni filozoflar doğdu. Descartes ile başlayan bu süreç Kant, Hegel, Nietzsche, Schiller, Bergson gibi isimlerle devam etti. Arkasından Husserl, Hidegger, Gaddamer gibi yeni kuşak filozoflar geldi. Bunlar modern dünya görüşüne uygun yeni bir felsefe inşa ettiler. Grek filozoflarından etkilendiler, ama onları modern düşünceyle harmanlayarak yeniden ürettiler. Deleuze ve Derrida gibi son kuşak filozoflar ise yine bu geleneğin içinde yetişerek çok farklı bir felsefe yapmanın peşine düştüler. Ancak sonuçta hepsi de modernitenin ve Batının kucağında doğan ve onun içinde felsefe yapan şahsiyetlerdi. Düşünceleri de buna göre şekillendi.

İslam dünyasının çağdaş zamanlarında, bu felsefelerin Müslüman münevverler üzerinde büyüleyici bir etkisi vardır. Tanrı anlayışları, yaratılışa bakışları, bilgi arayışları ve hatta kendi dinlerini anlama çabalarında bu büyünün çok geniş bir etkisiyle karşılaşırız. Fazlurrahman, Hasan Hanefi, Muhammed Arkun gibi isimler en başta yer alanlardır. İslamiyet, bu filozofların kavramları, perspektifleri, yorumlarının etkisiyle değerlendirilmiştir. Buna bağlı bir biçimde İslam’ın en temel özünü oluşturan vahiy, Allah, nübüvvet, ahiret gibi konular bile tamamen bu filozofların modern paradigmaları doğrultusunda açıklanmıştır. Örneğin Hasan Hanefi, Hegel’in öğrencisi Feuerbach’tan etkilenerek Allah’ı antropolojik bir anlayışın etkisinde kalarak ele almış, Allah’ı, insan bilincinin bir algısı olarak yorumlamıştır.

Türkiye’de de son zamanlarda materyalizm ve pozitivizm ötesinde antropolojik ve tarihselcilik etrafında bahsettiğimiz filozofların derin etkileriyle karşılaşıyoruz. Özellikle Deleuz, Zizek, Derrida ve Nietzsche gibi septik, rölativist ve nihilist filozofların Müslümanlar üzerinde büyük bir taarruzu gelişmektedir. Bu filozoflarla ve felsefeleriyle çok yanlış bir ilişki kurulmaktadır. Sanki felsefeleri hakikatmiş gibi okunmakta ve kabul edilmektedir. Daha sonra da bunlarla dine saldırılmakta veya din bunlarla yorumlanarak çarpıtılmaktadır.

FİLOZOFLARIN EN BÜYÜK TUTARSIZLIĞI

Tüm bu filozofların en büyük tutarsızlığı ürettikleri felsefeyi hakikat olarak sunmalarıdır. Hakikat, ezeli ve ebedi olandır. Değişmeyen ve mutlak olandır. Peygamberler ve Allah’tan aldıkları vahiy hakikattir. Onu insanlara getirerek onları aydınlatırlar. Kötülükten alıkoymak ve iyiliğe çağırmak ana ilkedir. Adalet, yardımlaşma, dayanışma, ahlak hakikatin en temel ilkeleridir. Allah, kâinatı da hakikatle var etmiş, onunla göstermektedir. Ayet, hakikatin bilgisi ve anlamıdır.  Kelamla gelen ayetler, bilgi hakikatleri, âlemle gelen ayetler varlık hakikatleri ve insan fıtratıyla gelen ayetler doğa hakikatleridir. İnsanlar bunları çarpıtarak yorumladıkları zaman, yeni peygamberler hakikatlerle toplumları yeniden aydınlatmaya gelirler. Son olarak gelen hakikat Kur’an-ı Kerim’dir, getiren peygamber de Hz. Muhammed’dir.

Felsefe, modern çağda seküler bir zeminde hakikat aramaya, bulmaya ve tanımlamaya başladı. Hegel, bunu akıl ve tarihte, Feurebach bilinçte, Marx üretim ilişkilerinde ve madde de, Comte bilimde göstermeye çalışır. Bütün bu filozoflar hakikati doğaüstü alanda aramak ve bulmak tutumunu terk ederek doğa alanında aramaya ve bulmaya inandılar. Buna bağlı bir şekilde de dünya düzlemindeki akıl, bilinç/insan, sınıf, bilim, madde üzerinden hareket ettiler.

Ortaçağ Batısında kilisenin hakikat iddiası insanlar için hayatı cehenneme çevirmişti zaten. Yalan, çarpıtma ve kilisenin bilimi ve maddi hayatı reddeden tutumları ile hakikat soğuk, anlamsız, insana yaşamı cehenneme çeviren bir olguya dönmüştü. Nietzsche’nin bütün felsefi isyanı buna karşıdır. “Tanrı Öldü” derken, kilisenin Tanrısını öldürmek ister. Hegel de insanı hakikat adı altında köleleştiren bu düzene ve zihniyete meydan okur. Felsefe bu reddiyeden sonra kendisi yeni bir hakikat inşa etmeye kalkışmış, bu defa metafiziği ret ederek tamamen fizik alanında bir hakikat bulmanın peşinde koşmuştur.

Heyhat! Ezeli ve ebedi olan bir özü, fani olan bir varlık dünyası sunabilir mi? Filozofların en büyük tutarsızlığı burada başlar. Ne tarih, ne antropolojik bilinç, ne sınıf, ne bilim ne de madde hakikati sunabilir. Çünkü bunların hepsi fani olan bir zeminde ürüyor. Bir dönem bütün batıyı birbirine katan burjuva ve proletarya kavgası bugün var mı? Oysa Marx bunu ezeli ve ebedi görüyordu. Bilim, bu kadar çok gelişmesine rağmen alkolizm, fuhuş, şiddet eylemleri, savaşlar, madde bağımlılığı, intiharlar daha da çoğalıyor. Hatta bilim bu kötülüklerin daha etkili ve kolay yapılmasına da yol açıyor. Nitekim II. Dünya Savaşında iki bomba ile iki yüz bin insan katledildi. Bu bombaları yapan dönemin büyük bilim dehalarıydı. Bunlardan biri de Einstein idi.

FAYDASIZ İLİMDEN ALLAH’A SIĞINIRIM

Bilim hiçbir zaman insana bir ahlak sunamaz. Ama bilim bir ahlaka dayanılarak yapılabilir. O zaman o bilim bu kadar katliamlara öncülük yapamaz. İslam düşünürlerinin yaptıkları bilim buydu. İslam peygamberi, “faydasız/hayırsız bilimden Allah’a sığınırım” diyor.

FELSEFE HAKİKAT OLAMAZ

Son dönem, post-modern filozoflar ise artık hakikat yok diyorlar. Tamamen inançsızlar. Nihilizm, septisizm ve rölativizm(izafiyetçilik) onları esir almış durumda. O nedenle her şeyi söylemek ve yapmak mubah haline geliyor. Bu daha da korkunç bir durum. İnsanı hakikatsiz yaşamaya mahkûm eden umutsuzluk. Güç, egemenlik, cinsellik gibi alanlarla insanı tanımlıyorlar. Tamamen maddi, tamamen dünyevi ve tamamen çıkar temelinde yürüyen bir felsefe. Artık hakikati aramayan, peşine düşmeyen ve bundan vazgeçerek insanlığı umutsuzluğa ve inançsızlığa sürükleyen bir kaos felsefesi var.

Felsefe hakikat değil, hakikat üzerine ileri sürülen düşüncelerdir. Büyük yanılgı, bu düşünceleri hakikat sanarak onların peşine düşmektir.

Kaynak: Ergün Yıldırım, Altınoluk Dergisi, Sayı: 430

İslam ve İhsan

İSLAM'DA AKIL VE FELSEFENİN YERİ NEDİR?

İslam'da Akıl ve Felsefenin Yeri Nedir?

FELSEFE İLE DİNİN FARKI

Felsefe ile Dinin Farkı

TASAVVUF VE FELSEFE İLİŞKİSİ

Tasavvuf ve Felsefe İlişkisi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.