Firâset Nedir?
Firaset nedir? Osman Nûri Topbaş Hocaefendi anlatıyor...
Firâset; sâlih mü’minlerde meydana gelen isâbetli sezgidir, keşif hâlidir. Yâni, akıllılık, zekâ ve seziş demek olan firâset, kalbde vukû bulan mânevî bir idrâk kâbiliyetidir.
Hazret-i Osmân -radıyallâhu anh-, gözü harâma kayan bir kimseyi görmüş ve ona:
“–Gözünü haramdan koru!” demişti.
O da:
“–Yâ Halîfe! Gözümün harâma baktığını sen nereden bildin?” deyince, Osmân -radıyallâhu anh-:
«Mü’minin firâsetinden sakınınız! Çünkü o, Allâh’ın nûruyla bakar!..» (Tirmizî, Tefsîr, 15) hadîsini okumuştur.
Yine Ebû Hanîfe Hazretleri, abdest alan bir genç görmüş:
“–Şu şu hatâları yapma!” demiştir.
Genç, hayret edip Hazret-i İmâm’a:
“–Yâ İmâm! Bu hatâları işlediğimi nereden bildiniz?” diye sormuş, Ebû Hanîfe Hazretleri de:
“–Abdest âzâlarından dökülen sulardan!” buyurmuştur.
Hazret-i Hatîce, Hazret-i Âişe ve Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhünne- de, hep firâset sâhibi vâlidelerimizdir.
Hatîce annemiz, malını ve canını Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- uğruna fedâ etmiş ve O’nu ilk tasdîk eden kimse rütbesine nâil olmuştur. Hazret-i Âişe vâlidemiz ise, Rasûlullâh’ı anlama gücüne, O’nu mükemmel bir şekilde idrâk etme kâbiliyetine ve ahlâk-ı peygamberîyi temsîl eden derin bir hissiyat ve duyguya sâhipti. Fâtıma vâlidemizde de, babasından akseden bir merhamet, şefkat ve takvâ hâli mevcuddu. Böylece bir taraftan hepsinin müşterek vasıfları bulunmasına rağmen, diğer taraftan her birinde farklı farklı ve nâdide hâl tecellîleri bulunurdu.
Firâsetin şartı, helâl lokma yemek ve kalbî hayâtı inkişâf ettirmektir.
Vâsıtî -radıyallâhu anh- buyurur:
“Firâset, kalbde parıldayan nûrun ışığıdır. Kalbde yerleşen mârifettir, (yâni Cenâb-ı Hakk’ı kalben bulabilme, kalben idrâk edebilme ve O’na yaklaşabilmektir). Bu mârifet ile gaybın sırları ayân olur…”
Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, Mesnevî’sinde mârifet sırrına şu şekilde açıklık getirir:
“Akıl, dünyevî işlerimizde başarılı olmasına rağmen, mâhiyeti îcâbı, hakîkate, ilâhî esrâra, yâni mârifetullâha vâsıl olmakta yetersiz kalır. Bu ulvî yolculuk için bir vâsıta gereklidir. O da gönüldür, aşktır, vecddir, istiğraktır. Akıl, Mustafâ’ya kurbân olsun!”
Evliyâullâhtan Abdülhâlık Gücdüvânî Hazretleri’nin sohbetine gelen yabancı bir genç:
“«Mü’minin firâsetinden korkunuz! Çünkü O, Allâh’ın nûruyla bakar!» (Tirmizî, Tefsîr, 15) hadîsinin sırrı nedir?” diye sordu.
Abdülhâlık Gücdüvânî Hazretleri cevâben:
“–Belindeki zünnârı çıkar! (Hristiyanların taktığı o küfür alâmetini çöz!) Ve İslâm ol!..” dedi.
Bu firâset dolu kerâmet karşısında genç, Pîr’in önünde kelime-i şehâdet getirdi ve müslüman oldu.
Hazret-i Gücdüvânî bu sefer ihvânına dönüp:
“–Biz de kalblerimizdeki zünnârı çıkaralım!” buyurdular.
Kalbdeki zünnâr, kibir, gurur, hased, cimrilik ve kıskançlık gibi gönle girmiş olan kötü ahlâktır.
Kaynak: osmannuritopbas.com