Firavun Kimdir?

Hikâyeler

Firavun ne demek? Firavun kelimesinin anlamı nedir? Firavun kimdir? Kur’an’da adı geçen Firavun iman etti mi? Allah’a iman eden tek Firavun kimdir? Hz. Musa -aleyhisselam- ve Firavun hikayesi gerçek mi? Firavun nasıl öldü? Firavun’un cesedi nerede? Firavunlar hakkında merak edilen soruların cevapları haberimizde...

Firavun kelimesi, Eski Mısır dilinde “büyük ev” anlamındaki per’aodan (per‘aâ) gelmektedir.

Mısır’daki eski imparatorluk döneminden (yaklaşık m.ö. 2400) itibaren rastlanan bu kelime aslında krallık sarayını ve orada oturanları ifade ediyordu. (EUn., XII, 915)

FİRAVUNLARIN ÖZELLİKLERİ

Eski Mısır inancında firavun hem kral hem de -haşa- İlah‘ın oğlu ve dolayısıyla -haşa- İlah‘tır.

Doğan çocuğun damarlarında ulûhiyyet kanının dolaştığına inanılıyor ve bu kanın saflığını korumak için firavunun kendi kız kardeşiyle evliliği oldukça sık uygulanıyordu.

Eski Mısır inancında firavun, yeryüzündeki düzenin muhafaza ve devamından sorumlu olduğu gibi dinî hayatın da en önemli ve yetkili kişisiydi. Ülkenin bütün mâbedlerinde ibadet onun adına yapılıyordu. Bütün Mısır onundu ve idarî, adlî, askerî ve dinî yetkiler onun elindeydi. Gerektiğinde yetkilerinin bir kısmını vezirlere bırakıyordu.

KUR’AN’DA ADI GEÇEN FİRAVUN KİMDİR?

Kur’ân-ı Kerîm’de firavun kelimesi sadece Hz. Mûsâ -aleyhisselam- dönemindeki Mısır kralını ifade etmekte olup Hz. Yûsuf -aleyhisselam- devrindeki kral için “rab” ve “melik” kelimeleri kullanılmaktadır. (Yûsuf 12/41-43, 50)

Kur’an’da yetmiş dört yerde geçen Firavun Hz. Mûsâ’nın -aleyhisselam- karşısında yer alan, büyüklük taslayan, böbürlenen, ilâhlık iddiasında bulunacak kadar kendini beğenen, Hz. Mûsâ’nın -aleyhisselam- ilahına ulaşmak için kuleler yaptıracak kadar taşkınlık gösteren, halkını küçümseyip zayıfları ezen, gerçeklere sırt çeviren bir kral olarak tasvir edilmektedir. Çeşitli âyetlerin, Firavun’u fert olarak ele almaktan çok onu erkânıyla birlikte zikretmesi dikkat çekicidir. Birçok âyette Firavun’un ailesi (âl-i Fir‘avn), avenesi (mele’), kavmi ve askerleriyle (cünûd) birlikte anılması (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “firʿavn” md.) onun tek bir kişi olmaktan ziyade bir sembol olarak takdim edildiğini göstermektedir.

Hz. Mûsâ -aleyhisselam- insanlık tarihinde hak, adalet ve sağduyuyu temsil eden nübüvvet zincirinin bir halkasını oluştururken Firavun, Kārûn, Hâmân ve taraftarları bunun karşısında yer alan bir zihniyeti temsil etmektedirler. Bu anlayışın daha önceki temsilcileri Nûh, Âd, Semûd ve Lût kavimleri, Eykeliler, Res ashabı ve Tübba milletidir. (bk. Âl-i İmrân 3/11; el-Enfâl 8/52-54; el-Furkān 25/38; Sâd 38/12-13; Kāf 50/12) Hz. Mûsâ’nın tebliği sadece Firavun’a değil onun etrafında bulunan kişilere de yönelik olmuştur. Kur’an, bunların zaman zaman Firavun’u Hz. Mûsâ -aleyhisselam- ve ashabına karşı kışkırttıklarını haber vermekte (el-A‘râf 7/127), bunların kötü âkıbetlerini örnek olarak göstermektedir. (el-Enfâl 8/52, 54)

FİRAVUN NASIL ÖLDÜ?

Allah’ın elçisini dinlememesi, ona karşı gelmesi sebebiyle Firavun ve ailesi yıllarca kıtlık ve ürün azlığıyla imtihan edilmiş (el-A‘râf 7/130), üzerlerine tûfan, çekirge, haşerat, kurbağalar ve kan gönderilmiştir. (el-A‘râf 7/133) Firavun ve kavminin yaptıkları ve yükselttikleri şeyler yıkılmış (el-A‘râf 7/137), Firavun ve beraberindekiler denizde boğulmuştur. (el-Bakara 2/50; el-A‘râf 7/136; el-Enfâl 8/54)

FİRAVUN İMAN ETTİ Mİ?

Firavun boğulmak üzere iken iman etmiş, fakat imanı kabul edilmemiştir. (Yûnus 10/90)

FİRAVUN’UN CESEDİ NEREDE?

Onun cesedi daha sonra gelenlere bir ibret olmak üzere saklanmıştır. (Yûnus 10/92) Mısır’da firavunların cesetleri mumyalanmak suretiyle muhafaza edilmekte idi. Âyetten denizde boğulan bu Firavun’un cesedinin mumyalanmadan, bir mûcize eseri korunmuş olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Cebelein mevkiinde, mumyalanmadığı halde hiç bozulmamış bir ceset bulunmuştur. British Museum’da muhafaza edilen bu cesedin en az 3000 yıllık olduğu tesbit edilmiştir. (Ediz, s. 1-4)

FİRAVUN’UN EŞİ HZ. ASİYE 

Hz. Mûsâ’yı -aleyhisselam- evlâtlık olarak alan Firavun’un karısı ise iman etmiştir. (el-Kasas 28/9; et-Tahrîm 66/11)

Hadislerde Firavun’dan, eşi Âsiye’nin üstün bir kadın oluşu ve ayrıca Medine Yahudilerinin, âşûrâ gününü Hz. Mûsâ -aleyhisselam- ile İsrâiloğulları’nın Firavun’dan kurtuldukları gün olarak kabul etmeleri sebebiyle bahsedilmektedir. (Buhârî, “Enbiyâʾ”, 32, “Eṭʿime”, 25, “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 52, “Tefsîrü’l-Ḳurʾân”, 10/1, 20/2)

HZ. YUSUF (A.S.) ZAMANINDAKİ FİRAVUN KİMDİR?

Tarih, tefsir ve kısas-ı enbiyâ kitaplarında özellikle Hz. Mûsâ -aleyhisselam- dönemi firavunuyla ilgili pek çok rivayet yer almaktadır. Bu rivayetlere göre Firavun Amâlika krallarının unvanıdır. Hz. Yûsuf -aleyhisselam- zamanında yaşayan firavunun adı Reyyân b. Velîd’dir. Bu firavun Hz. Yûsuf -aleyhisselam- vasıtasıyla iman etmiştir. (Sa‘lebî, s. 128)

EN ZALİM FİRAVUN KİMDİR?

Reyyân’dan sonra yerine Kābûs b. Mus‘ab geçmiş, fakat iman etmemiştir; Hz. Yûsuf -aleyhisselam- onun saltanatı döneminde vefat etmiştir. Kābûs’un yerine geçen Ebü’l-Abbas b. Velîd firavunlar içinde en zalimi ve katı yüreklisidir.

HZ. MUSA (A.S.) VE FİRAVUN

Hz. Mûsâ’nın -aleyhisselam- mücadele ettiği firavun da budur. (Taberî, Târîḫ, I, 387; Elmalılı, I, 347) Rivayete göre bu firavun rüyasında, Beytülmakdis’ten çıkan bir ateşin Mısırlılar’ı ve evlerini yaktığını görmüş, müneccim ve rüya tabircilerinin yorumları üzerine İsrâiloğulları’nın yeni doğan erkek çocuklarının öldürülmesini emretmiştir. Hz. Mûsâ -aleyhisselam- ile Firavun arasındaki mücadelenin ayrıntılarıyla anlatıldığı bu rivayetlere göre, Hz. Mûsâ -aleyhisselam- önderliğindeki İsrâiloğulları denizi aştıktan sonra Cebrâil -aleyhisselam- bir kısrak üzerinde Firavun ordusunun önünden denizdeki yola girer; Firavun ve ordusu da onu takip eder. Firavun boğulmak üzere iken, “Gerçekten İsrâiloğulları’nın inandığından başka ilah olmadığına inandım, ben de Müslümanlardanım.” diyerek tövbe eder (Yûnus 10/90); ancak tövbesi kabul edilmez. (Kaynak: DİA)

HZ MUSA (A.S.) VE FİRAVUN’UN KISACA HİKAYESİ

Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- ve Firavun kıssası Kur’an’da şöyle geçer:

Hazret-i Mûsâ ve Hârûn -aleyhimesselâm-, emr-i ilâhî mûcibince birlikte Firavun’a gittiler.

Firavun Hazret-i Mûsâ’ya -aleyhisselâm-:

“–Sen kimsin?” dedi. O da:

“–Ben, âlemlerin Rabbinin peygamberiyim!” cevâbını verdi.

Firavun önce çok şaşırdı. Daha sonra ise evvelce ona yaptığı iyilikleri başa kakarak öfkeyle Hazret-i Mûsâ’yı suçladı:

“–Sen, benim sarayımda büyüdün. Fırıncımı katlettin. Şimdi de böyle bir işe nasıl kalkarsın?” dedi.

Bu konuşma, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatılmaktadır:

“(Kendisine Allâh’ın emri tebliğ edilince ahmak Firavun) dedi ki:

«– Biz Sen’i çocukken himâyemize alıp büyütmedik mi?! Hayâtının birçok yıllarını aramızda geçirmedin mi? Sonunda o yaptığın (kötü) işi de yaptın! Sen nankörün birisin!»” (eş-Şuarâ, 18-19)

Mûsâ -aleyhisselâm- ise:

“–Ben Kıptîyi kasten öldürmedim. (Ben, o işi o anda sonunun ne olacağını bilmeyerek yaptım.) Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni peygamberlerden kıldı. O başıma kaktığın iyilik ise, İsrâîloğulları’nı köleleştirmenin bir netîcesi değil miydi?» dedi.” (eş-Şuarâ, 20-22)

Mûsâ -aleyhisselâm- devamla:

“–İşte sen böylece zulmettin; beni âilemden ayırdın! Fakat daha sonra Rabbim bana ilim ve hikmet verdi. Beni peygamber kıldı.” dedi. (Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 2, Erkam Yayınları)