Fiziki ve Ahlaki Deprem

Fiziki ve Ahlaki Deprem nedir veyahut ne demektir? Fiziki ve ahlaki depremler nasıl oluşurlar?

“Yer içindeki fay kırıkları üzerinde biriken enerjinin âniden boşalması sonucu meydana gelen yer değiştirme hareketinin yol açtığı, karmaşık, elastik dalga hareketleri”ne fiziki deprem denir. Deprem de diğer doğal afetler gibi Allah’ın koyduğu kanunlar (sünnetullah) çerçevesinde cereyan etmektedir. Depremle ilgili teknik ve bilimsel araştırmaları da bu açıdan değerlendirmek gerekir.

Depremler tarihin her döneminde belli coğrafyalarda daima olagelmiştir, bundan sonra da olmaya devam edecektir. Kainatta cereyan eden her şey ilâhî iradeye tâbidir. Yaratılan her şeyde, cereyan eden her olayda bildiğimiz-bilmediğimiz gördüğümüz-görmediğimiz hikmetler vardır. Allah hiçbir şeyi boşuna (abes) yaratmamıştır. İlim adamları depremin felaket değil, pek çok açıdan nimet olduğunu söylemektedirler. Felaket oluşu kulların ihmal ve tedbirsizliğinden kaynaklanmaktadır. Yapıların fay hatları üzerine veya yakınlarına kurulması, kurallara uygun kaliteli malzemelerin kullanılmaması, önceki depremlerden ders çıkarılmaması gibi sebepler felaketin artmasına yol açmaktadır.

Hz. Ömer, deprem bölgesindeki halkı başka yere yerleştirmeyi planlamış, tedbiri daima ön planda tutmuştur. Allah hiç kimseye haksızlık etmez, insanlar kendi kendilerine haksızlık ederler. “Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. Bununla beraber Allah yine de çoğunu af eder.” (Şûra, 30)

FİZİKİ VE AHLAKİ DEPREMLER

Maddi (fiziki) depremler sünnetullah gereği daima olacaktır. Bunlara engel olmak bizim irade ve gücümüz dışındadır. Hastalık, savaş, yangın, sel gibi olaylar hayatın kaçınılmaz gerçekleridir. İnsanların bu olaylar olmadan ve olduktan sonraki tavırları önemlidir. Hayat baştan sona bir imtihan olduğuna göre bu imtihanlara hazır olmak ve başarmak bizim kulluk görevimizdir.

Maddi (fiziki) depremler yanında bir de manevi, ahlâkî depremler vardır ki felaketin asıl kaynağı bunlardır. Yıkılan binalar, imkanlara göre er veya geç yeniden daha sağlam yapılabilir. Nitekim yapılıyor. Fakat insanî ve ahlâkî değerler depreme uğrar, yıkılırsa bunların ihya ve inşası kolay değildir. Çünkü binalar sağlam insanlar eliyle kısa zamanda yapılır. Fakat ahlâken, manen çürümüş insanları ihya ve inşa etmek kısa zamanda mümkün değildir. Bazen bu ihya nesiller gerektirir.

Depreme dayanıklı binalardan önce depreme dayanıklı kişiler ve sistemler kurmak gerekir. Binaların sağlam olması için nasıl sağlam zemin ve kaliteli malzemeye ihtiyaç varsa, kaliteli insan, sağlam aile yapısı ve güçlü toplum için de sağlam manevî ve ahlâkî alt yapı oluşturmaya ihtiyaç vardır. Çürük malzeme ile sağlam bina yapılamadığı gibi güçlü ve sağlam ahlâkî değerler olmadan da kaliteli insan inşa edilemez. Cenab-ı Hak bu hususun önemine şöyle işaret etmektedir: “Ey iman edenler! Siz kendi sorumluluklarınıza dikkat edin. Siz doğru olduğunuz zaman yanlış yola sapanlar size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır.” (Maide, 105) Unutmamak gerekir ki, toplumları meydana getiren fertlerdir. Sağlıklı bir toplumsal yapı ancak sağlıklı ve karakterli fertlerle oluşur. Kişinin başkalarına yardımcı olabilmesi, topluma olumlu katkılarda bulunabilmesi her şeyden önce kendi sorumluluklarına dikkat etmesine bağlıdır.

Kaliteli, daha doğrusu depreme dayanıklı insan yetiştirmek öncelikle Milli Eğitimin, yani ana okulundan üniversiteye kadar eğitim kurumlarının ve bu kurumlarda görev yapan öğretmenlerin görevidir. Eğitimle ilgili bütün programların hedefi bilgili, namuslu, inançlı, hakka-hukuka riayet edin, haramı ve helali bilen fedakâr insan yetiştirmek olmalıdır. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in asıl konusu “insan” ve bu insanın kaliteli olarak inşasıdır. İnsan iyi olursa her şey iyi olur. İnsan kötü olursa her şey kötü olur. Sahip olduğumuz her şey bize Allah’ın emanetidir, bu emanetleri hakkıyla koruyup geliştirmek emin olmayı gerektirir. Müslüman güvenilir kişidir. Hz. Peygamberin birinci vasfı eminliktir. Düşmanları bile ona Muhammedü’l-Emin (güvenilir Muhammed) diye hitap ediyordu. Emanet ve güvenilirlik Müslümanın ayrılmaz vasfıdır. Nitekim peygamberimiz şöyle buyuruyor: “Güvenilmeyen kişide iman yoktur. Sözünde durmayanın dini yoktur.” (Keşfü’l-hafa, Hadis no: 2984)

İnsanlara ve diğer canlılara merhameti olmayan, kul hakkını önemsemeyen, ahirete, hesaba-kitaba inanmayan, harama-helâle dikkat etmeyen, sadece maddi menfaatini düşünen kişilerden hayır değil sadece şer beklenir. Bunlar en tehlikeli varlıklardır. Bu türlü insanları müteahhit olduklarını, inşaat firması sahibi ve elemanı olmalarını düşünmek bile insanı dehşete düşürüyor. Depremlerde enkaz altında kalanlar öncelikle bunların ahlâk ve zihniyetidir. Kurda koyun, hırsıza mal emanet etmek neyse bunlara imkan ve fırsat vermek de aynı şeydir.

İnsanların ahlâk ve karakteri maddi yapılardan daha sağlam olmalıdır. Korunmak için insan eliyle yapılmış en uzun ve sağlam set Çin seddidir. Fakat kapılara bekçi olarak görevlendirilenler rüşvetle satın alındığı için sedler bir işe yaramamıştır. Demek ki bütün mesele sarsılmaz, yıkılmaz karakter sahibi insan yetiştirmektir. Parayla satın alınanların satmayacağı bir değer yoktur. Para her şeyi yapar diyenler, para için her şeyi yaparlar.

Enkazın altında bulduğu iki milyon doları alıp emniyete teslim edende insan, üç kuruşluk menfaat için demir ve çimentodan çalan da insan. Depremin yaralarını sarmak için her şeyini paylaşanda insan, depremi fırsat bilip hırsızlığa, yağmaya koşan da güya insan.

Felaketler ne kadar büyük olursa olsun güçlü, fedakâr ve idealist insanlar tarafından yaralar kısa zamanda sarılır, yıkılan binaların, yapıların yerine yenileri daha sağlam olarak yapılır. Tarihte ve günümüzde bunun örnekleri çoktur. İkin cihan harbinde Almanya’da taş taş üstünde kalmadı. Fakat inancı ve iradesi yıkılmayan Almanlar tarafından kısa zamanda her şey daha güçlü şekilde inşa edildi. Japonya atom bombasıyla yerle bir edildi. Fakat ahlâk, azim ve iradeleri yıkılmayan Japonlarca her şey ayağa kaldırıldı. İç dünyası sağlam olanların dış dünyası da sağlam oluyor. Demek ki asıl deprem manevî, insanî ve ahlâkî değerlerin yıkılmasıdır. Yıkılanları yapacak olan, bozulanları düzeltecek olan insan olduğuna göre önemli olan insanın yıkılmaması, manevi, ahlâkî sarsıntılara karşı dirençli, depreme dayanıklı olmasıdır. Önemli olan tuzun kokmamasıdır. Tuz da kokarsa kokmayan bir şey kalmaz.

Geçirdiğimiz depremlerden sonra inşaatlar için pek çok kurallar, yapı denetimler ihdas edildi. En iyi sistemler en kötü insanlar tarafından tersine çevrilebilir. Hırsıza kilit kâr etmez derler. Hele hırsız içeride olursa hiçbir tedbir işe yaramaz.

Mesela sadece deprem değil, yaşanılan bütün felaket ve musibetlerin meydana gelmesinde ve önlenmesinde birinci faktör insan faktörüdür. Bütün gayret ve yatırımlar kaliteli insan yetiştirmeye yönelik olmalıdır. Birinci öncelik insana yatırımdır. Yıkıcı değil yapıcı insan yetiştirmek, merhum Nureddin Topçu’nun dediği gibi yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül veren, istikbalin inşasına katkı sunan insan… Böyle sağlam karakterli insan yetiştirmede ihmali olanlar, inşaatlarda ihmali ve kastı olanlar kadar sorumludurlar. Sağlam insan yetiştirseydiler binaların sağlam yapılmasında da katkıları olurdu.

Olanlardan herkes üzerine düşen dersi çıkarmak zorundadır. Bir musibet bin nasihatten yeğdir derler.

Asrın felaketi olan bu deprem inşallah yeni bir milat olur. Başta ahlâk ve karakterimiz olmak üzere her şeyimizi yeniden gözden geçirmeye vesile olur. Yüce Mevlamız cümlemizi maddi ve manevî depremlerden muhafaza buyursun. Ölenlere rahmet, yaralılara şifa, geride kalanlara sabr-ı cemil nasip eylesin. Amin. Amin…

Kaynak: Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi, Sayı: 445

İslam ve İhsan

DEPREMLERİN SEBEPLERİ VE HİKMETLERİ

Depremlerin Sebepleri ve Hikmetleri

DEPREM ANINDA YAPILMASI GEREKENLER

Deprem Anında Yapılması Gerekenler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.