Fussilet Suresi 30. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Fussilet Suresi 30. ayeti ne anlatıyor? Fussilet Suresi 30. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Fussilet Suresi 30. Ayetinin Arapçası:

اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّت۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ

Fussilet Suresi 30. Ayetinin Meali (Anlamı):

“Rabbimiz Allah’tır!” diye ikrarda bulunup, sonra da özde ve sözde dosdoğru olarak inanç, amel ve ahlâkta sapmadan doğru yolu tâkip edenlerin üzerine melekler iner ve şöyle derler: “Korkmayın ve üzülmeyin! Size va‘dolunan cennetle sevinin!”

Fussilet Suresi 30. Ayetinin Tefsiri:

Burada meleklerin üzerine indiği mü’minlerin iki mühim vasfı zikredilir:

Birincisi; iman: Bunlar, “Rabbımız Allah’tır” derler. Yani Allah’ı tanırlar, O’nun hiçbir ortağı ve dengi olmadığını kabul ederler. O’nu bütün noksan sıfatlardan ve ortaklardan pak ve uzak tutarlar. Ayrıca Allah’ı rab olarak tanımanın gerektirdiği bütün iman esaslarına da inanırlar.

İkincisi; istikâmet: Allah’ın rablığını, O’nun birliğini ikrarda devam edip, sahip oldukları arı duru tevhid inancını aslâ şirkle karıştırmadıkları gibi, Allah’ın emirlerini yerine getirmeye ve yasaklarından da bütünüyle kaçınmaya azami dikkat gösterirler.

Buna göre Allah’ın tek rab olduğunu kabullenip sonra istikamet üzere olmak, itikat, ibâdet, ahlâk ve muâmelâtla alakalı bütün hususları içine alır. Bununla birlikte istikamete daha özel mânalar da verilmiştir. Mesela:

    Hz. Ebubekir bunu, “Allah’a asla ortak koşmamak ve O’ndan başka bir ilâha asla yönelmemek”,

    Hz. Ömer, “imanda sebat etmek”,

    Hz. Osman, “ihlasla amel etmek”,

    Hz. Ali ise “farzları yerine getirmek” şeklinde izah ederler. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XXIV, 143; Bursevî, Ruhu’l-Beyân, VIII, 254)

Demek ki melekler, Allah’a inanıp O’nu tanıyan ve O’na karşı kulluk vazifelerini aşırılığa kaçmadan hakkiyle yapan kamil mü’minlerin üzerine inerler.

Melekler dünyada olduğu gibi ölüm anında, kabirde ve kıyamet günü yeniden dirilirken de mü’minlerin üzerine inerler. İnerler de onlara öldükten sonra âhirette karşılaşacakları şeylerden dolayı korkmamalarını telkin ederler. Bilindiği üzere korku, insanın, başına kötü bir şeyin gelmesini beklemesinden doğan bir acıdır. Yine onlara geride bıraktıkları çoluk çocukları ve akrabaları sebebiyle de üzülmemelerini söylerler. Allah Teâlâ’nın onlara iyilikle muamele edeceğini, kendilerine de cennette, dünyadakinden daha çok ve daha güzel nimetler vereceğini; onları cennette müslüman yakınları ve çocuklarıyla bir araya getireceğini bildirirler. Böylece onların hüzünlenmelerini önlerler. Çünkü “hüzün”, faydalı bir şeyi kaybetmek veya zararı dokunacak bir şeyin meydana gelmesinden doğan bir üzüntüdür. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XXIV, 145; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXVII, 122; Bursevî, Ruhu’l-Beyân, VIII, 255)

Meleklerin dünyada mü’minlerin yanına gelip onlara ilâhî feyiz ve bereketi indirmelerini haber veren şu hadisler dikkat çekicidir:

Resûl-i Ekrem (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Allah Te’âlâ’nın hususi bazı melekleri vardır ki, yeryüzünde zikir ehlini aramak için dolaşırlar. Ne vakit Allah’ı zikreden bir cemaat bulurlarsa birbirlerine seslenip: «Geliniz! Aradığınız buradadır» diyerek orada toplanırlar. O yeri kanatları ile göğe kadar çevirirler. Sonra Allah Te’âlâ, o zikir ehlinin durumunu meleklerden daha iyi bildiği halde onların ne söyledikleri, kendisinden ne istedikleri ve neden Allah’a sığındıkları konusunda soru sorup bilgi alır. Sonra da onları bağışladığını ve onlarla beraber bulunan kişilerin asla bedbaht olmayacağını bildirir.” (Buhârî, Deavât 67; Müslim, Zikir 25)

“Gece ve gündüzde bir kısım melekler nöbetleşe aranızda bulunurlar. Bunlar sabah namazı ile ikindi namazında toplanırlar. Sonra sizi geceleyin takip eden melekler, hesabınızı vermek üzere huzur-ı ilâhîye yükselir. Sizi çok iyi bilen Allah, bu meleklere, «Kullarımı ne halde bıraktınız?» diye sorar. Onlar da, «Biz onları namaz kılıyorlarken bıraktık, yine biz onlara namaz kılarlarken vardık» derler.” (Buhârî, Mevâkîtu’s-salât 16; Müslim, Mesâcid 210)

Melekler, dünyada veya bahsi geçen ölüm anı, kabir ve haşirden birinde mü’minleri, dünyada iken peygamberler vasıtasıyla va‘dolundukları cennetle müjdelerler. Bu müjdelemeyle ilgili olarak da Allah Resûlü (s.a.s.) şu açıklamayı yapar:

“Melekler ölünün yanında hazır bulunurlar. Eğer o, sâlih bir kişi idiyse şöyle derler: «Temiz cesette bulunan ey temiz ruh, övülmüş olarak rahat ve istirahat ile çık. Öfkeli olmayan Rabbin müjdesi sanadır.» Bunlar ruh çıkıncaya kadar söylenmeye devam ederler. Sonra ruh göğe yükseltilir ve gök kapılarının açılması istenir. «Bu kimdir?» diye sorulduğunda, «falancadır» denilir. Ona; «Temiz cesette bulunan temiz ruh, merhaba. Övülmüş olarak, rahat ve istirahat ile gir. Öfkeli olmayan Rabbinden müjde sana» denilir. O, en yüce göğe erişinceye kadar bunlar söylenmeye devam ederler. Şayet o, kötü bir kimse idiyse şöyle derler: «Pis cesette bulunan ey pis ruh çık, kötülenmiş olarak çık. Kavurucu ateş ve irinle ve buna benzer başka azaplarla seni müjdeleriz.» Ruh çıkıncaya kadar bunlar söylenmeye devam ederler. Sonra o göğe yükseltilip göğün onun için açılması istenir. «Bu kimdir?» diye sorulduğunda, «falancadır» denilir. Bunun üzerine: «Pis cesetteki pis ruh rahat yüzü görmeyesin, sana merhaba yok, kötülenmiş olarak dön. Gök kapıları sana açılmayacaktır» denilir ve gökten geri gönderilir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 364-365)

Yine Efendimiz (s.a.s.): “Kim Allah’a kavuşmak isterse, Allah da ona kavuşmak ister. Kim Allah’a kavuşmak istemezse, Allah da ona kavuşmayı arzu etmez” buyurunca Hz. Âişe:

“- Yâ Rasûlallah! Ölümü sevmediği için mi kavuşmak istemez. Şâyet öyleyse hiçbirimiz ölümü sevmeyiz” dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (s.a.s.):

“- Hayır, öyle değil. Mü’mine Allah’ın rahmeti, rızâsı ve cenneti müjdelendiği zaman o, Allah Teâlâ’ya kavuşmak ister; işte o zaman Allah Teâlâ da ona kavuşmayı arzu eder. Kâfire de Allah’ın azabı, gazabı haber verildiği zaman o, Allah’a kavuşmaktan hoşlanmaz; Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz” buyurdu. (Buhârî, Rikâk 41; Müslim, Zikir 14-17)

Netice itibariyle, âyet-i kerîmeden anladığımıza göre melekler mü’minlere ölüm sırasında şöyle diyecekler: “Biz size dostuz. Dünya hayatında sizin yoldaşlarınız idik. Sizi doğrultuyor, başarıya ulaştırıyor ve Allah’ın emriyle sizi muhafaza ediyorduk. Aynı şekilde âhirette de sizinle beraber olacağız. Kabirde sizin yalnızlığınızı ünsiyete çevireceğiz. Sûra üfürüldüğü sırada da sizinle beraber olacağız ve yeniden diriltilme, haşir gününde sizin korkunuzu emniyete çevireceğiz. Sırattan sizi geçireceğiz ve sizi nimetlerle dopdolu cennetlere ulaştıracağız. Orada canlarınızın çektiği her şey sizindir. Gözleri aydınlatacak, gönülleri sevindirecek, seçip beğendiğiniz her şey cennette sizin için hazırlanmıştır. Ne isterseniz anında önünüzde hazır bulunacaktır. Ayrıca çok bağışlayıcı ve engin merhamet sahibi Yüce Allah günahlarınızı affedecek, size sınırsız rahmet ve lutufta bulunacaktır.”

Şeytanların kâfirlere yaptığı kötülüğün aksine, melekler mü’minlere tüm işlerinde yardımcı olurlar. Onlara doğruyu ilham eder ve onları iyilik ve güzelliğe sebep olacak işlere teşvik ederler. Bu ayet, ihlâsla Allah’a kulluğa devam eden mü’minlerin bu hallerinin Allah’ın tevfiki ve melekler vasıtasıyla onlara yardımı sayesinde olduğunu hatıra getirir. Âhirette de melekler mü’minlere şefaat etmek ve onları güzellikle karşılamak suretiyle dostluklarını izhar edeceklerdir.

Âyet-i kerîmelerin işaretine göre meleklerin mü’minlere dostluğu üç kademede değerlendirilir:

    Rahmet dostluğu,

    Nusret dostluğu,

    Muhabbet dostluğu.

“Rahmet dostluğu” avam tabakası için, “nusret dostluğu” seçkinler için, “muhabbet dostluğu” ise seçkinlerin seçkinleri içindir. Allah Teâlâ, meleklerin rahmet dostluğuyla avam tabakasını dünyada şeriatın emirlerini yerine getirmeye muvaffak kılar; âhirette de bu amellerine karşılık cenneti verir. Nusret dostluğuyla seçkinleri dünyada en büyük düşmanları olan nefs-i emmareleri üzerine salar ve devamlı kötülüğü emreden bu nefisleri kötü huylardan ve alçak sıfatlardan temizlemelerini sağlar; âhirette de onları “Rabbine dön” cezbesiyle mükafatlandırır. Muhabbet dostluğuyla ise seçkinlerin seçkinlerine dünyada müşâhede ve mükâşefe kapılarını açar; âhirette de onları kendisine en yakın kullardan eyler. (Bursevî, Ruhu’l-Beyân, VIII, 256)

O hâlde:

Fussilet Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Fussilet Suresi 30. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.