Gafil Kalplerin Tesiri

Gâfillerden nasıl menfî tesirler zuhûr edip kalbi daraltıyorsa, sâlihlerden de müsbet ve feyizli tesirler hâsıl olup gönlü ferahlatmaktadır.

Hicrî 1340 senesinin mübârek bir gününde İstanbul Ayasofya Câmii’nde Kur’ân-ı Kerîm ve mevlid-i şerîf ziyâfeti vardı. Câmî, mahfellerine kadar doluydu. Ulemâ ve talebeler câmîde idi. Zamanın güzîde hâfızları Kur’ân-ı Kerîm ve mevlid-i şerîf okumaya başlamışlardı.

Beylerbeyili Âdil Bey isminde, mânevî hâl sahibi ve keşfi açık bir zât da kürsüye yakın bir yerde oturmuş dinliyordu...

Biraz sonra Âdil Bey’e mânevî bir daralma hâli geldi. Sıkıldı, bunaldı. Oysa içinde bulunulan o mânevî atmosferde Kur’ân ve mevlid okunurken böyle bir gönül daralmasının olmaması lâzımdı. Âdil Bey, merakla etrafına baktı. Gördü ki, tam karşısında kasvet-i kalbe mübtelâ bir gâfil var; farkında olmadan göğüs göğüse karşı oturuyorlar. Böylece o kasvetli ve gâfil kalbden kendisine daralma aksettiğini anlayan Âdil Bey, hemen yerini değiştirdi, böylece biraz ferahladıysa da, tesirini bir müddet gideremedi.[1]

KISSADAN HİSSE:

Sâlih kimselerden gönüllere huzur ve ferahlık aksettiği gibi, gâfil kimselerden de huzursuzluk ve kasvet akseder. Zîrâ gül bahçesinde dolaşan kalbler, binbir râyiha ile mest olurlarken, teressübat (pislik) civârına düşen ruhlar da teaffün eden (kokan) kötü kokularla bunalırlar. Onun içindir ki Cenâb-ı Hak, gönülleri çürümüş ve etraflarına dâimâ kötü tesir bırakan münkirler husûsunda:

“Âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma.” (el-En’âm, 68) buyurmaktadır.

Bu ilâhî emirdeki inceliği kalbî hassâsiyete sahip olan has kullar daha iyi anlarlar. Zîrâ kalbdeki hassâsiyet arttıkça ölçüler derinleşir, bakışlar perdenin arkasındaki gerçekleri görmeye başlar, hisler herkesin fark edemediği oluşları sezer. Buna bir misâl olarak Seyfi Baba’nın şu hâli pek ibretlidir:

Sâmi Efendi Hazretleri’ni pek seven Hak dostlarından Seyfi Baba, keşfi açık, hâl sahibi bir zâttı. Topkapı’da oturuyordu. Birgün Sâmi Efendi -kuddise sirruh-’u ziyârete gelmişti. Ancak devlethâneye girer girmez düşüp bayıldı. Onu içeriye buyur edip üstâdın huzuruna iletecek olan kişi telaşla üzerine su döküp ayılmasını temin ettikten sonra:

“Hemen bir doktor çağıralım!” dediğinde Seyfi Baba bitkin bir hâlde müdâhale etti:

“–Yok oğlum! Doktor filân çağırmayın; hâlimin maddî bir hastalıkla alâkası yok! Topkapı’dan Erenköy’e gelene kadar yollarda rastladığım isyan ehli ve isyan yerlerindeki kasvet tesir etti ve bu tertemiz kapıdan girip içerideki rûhâniyete nâil olunca da gönlüm o tesirlere dayanamadı. Buradaki mânevî iklîmin bereketi ve ârifler sultanı Sâmi Efendi’nin himmetiyle birazdan hiçbir şeyim kalmaz.” dedi.

Hâsılı gâfillerden nasıl menfî tesirler zuhûr edip kalbi daraltıyorsa, sâlihlerden de müspet ve feyizli tesirler hâsıl olup gönlü ferahlatmaktadır. Bu bakımdan gönül erbâbı, hâllerini muhâfaza için mümkün olduğu kadar gâfillerden uzak, sâlihlere yakın olmalıdır. Bu meyanda Davut Aleyhisselâm, Cenâb-ı Hakk’a zaman zaman şöyle ilticâ eylerdi:

“Allâh’ım, beni gâfillerin meclisine yönelmiş görürsen, daha oraya varmadan ayaklarımı kır ki, onların yanına gidemeyeyim. Böyle yapman, benim için büyük bir lutuf olur.”

Dipnot:

[1] Kılınan namazın tesiri, kalblerin durumuna göredir. Mâûn Sûresi’nde Cenâb-ı Hak: “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki onlar namazlarında gâfildirler. Yaptıkları ifllerde de riyâkârdırlar.” buyurmaktadır. Bu bakımdan mescidlerde de gâfil yâni kalben hasta kimselerin, hattâ münâfıkların bile bulunması tabiîdir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İmandan İhsana Tasavvuf, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

DİNİ VE TASAVVUFİ KISSALAR

Dini ve Tasavvufi Kıssalar

HASTALIKLI VE GAFİL KALPLER

Hastalıklı ve Gafil Kalpler

GÂFİL KALPLERİN ALTI İLÂCI

Gâfil Kalplerin Altı İlâcı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.