"Gaflet" Ne Demektir?
Gaflet, iki gözünün önüne iki parmağını koyarak kişinin kendi kendisini âmâ kılması gibidir. Gaflet, hakîkatlere karşı kalbe bir perde çekilmesidir. Mayın tarlasında pervâsızca koşmak, uçurumların kenarında dikkatsizce dolaşmaktır. Gaflet, kuzunun kurda sevdâlanmasıdır.
İnsanın iki büyük düşmanı olan nefs-i emmâre ve şeytan -aleyhillâ‘ne-, insanı binbir hile ve desise ile kulluk vazifelerinden uzaklaştırmak, mes’ûliyetlerini ihmâl ettirmek için sayısız bahaneler üretir. Böylece aklı, kalbi, idrâki, iz’ânı ve vicdânı âdeta uyuşturur. Bu şuursuzluk ve sarhoşluk hâli içinde, insanı kolayca azâba sürükler.
İşte bu gafletin en büyüklerinden biri de, Allâh’ın rahmet, mağfiret, lûtuf ve kereminin sonsuzluğuna güvenerek; “Nasıl olsa hepsi affedilir.” zannıyla ilâhî emir ve nehiylere lâyıkıyla riâyet etmemek, haramların dehşetli âkıbetini umursamamaktır. Allâh’ın Gafûr ve Rahîm olduğunu düşünüp, O’nun aynı zamanda Azîzün zü’ntikām ve Kahhâr olduğunu göz ardı etmektir.
Bunun içindir ki yüce Rabbimiz âyet-i kerîmede biz kullarını şöyle îkaz buyurmaktadır:
“Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının! Ne babanın evlâdı, ne de evlâdın babası nâmına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin! Bilin ki, Allâh’ın vaadi gerçektir. Sakın ola ki dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allâh’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın!” (Lokman, 33)
KUL, DİKKATLİ VE GAYRETLİ OLMALI
Bu sebeple kula düşen; âhireti için tedbirli, ölçülü, dikkatli ve gayretli olmaktır. Cenâb-ı Hakk’ın Gaffâr ve Settâr olduğu gibi Kahhâr olduğunu da unutmamaktır. Aksi hâl, büyük bir hüsran sebebidir. Bu hüsrâna dûçâr olmadan önce, vakit kaybetmeden, pişmanlık ve sâlih amellerle te’yid edilen candan bir tevbe ile hâlimizi ıslâha yönelmemiz şarttır.
Nitekim Lokman -aleyhisselâm- da evlâdına:
“Yavrucuğum! Tevbeyi tehir etme, zira ölüm âniden geliverir!” nasihatinde bulunmuştur. (Beyhakî, ez-Zühdü’l-Kebîr, s. 227, no: 590)
GÜNAHLARINA TEVBE EDEN GENÇ
Mansûr bin Ammâr -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:
Bir gece sabah oldu zannıyla dışarı çıktım. Ancak henüz sabah olmadığını gördüm. Bir evin önünden geçerken içeride birisinin dertli dertli ağlayarak şu duâyı yaptığını işittim:
“–İlâhî, çok günah işledim. Kendime yazık ettim. Maksadım Sana muhâlefet etmek değildi. Ben nefsime yenik düştüm. Hem gördüm ki, ne kusur işlesem Sen (bu dünyada cezâ vermeyip) bir şey yapmıyorsun, Sen’in Settâr (kusurları örten) sıfatına aldandım. İşlediğim günahları câhilliğimden işledim. Hata ettiğimi şimdi anladım. Bana azâb edersen hâlim nice olur?! Vah bana ki ömrüm uzadıkça günahlarım çoğalıyor! Yâ Rabbî! Kullarına Sırât’ı geçmelerini emrettiğin gün, kimisi Cehennem’e düşecek, kimisi Cennet’e gidecek. Acabâ bu miskin kulun hangi gruptan olacak?!”
Bu arada Cehennem’den bahseden bir âyet işitildi. İçeride münâcâtta bulunan genç, bir kez “Âh!” etti ve iniltisi kesildi.
“–Acabâ ne oldu ki sesi kesildi?” diye merak ettim. Evin yerini iyice tespit ettikten sonra evime gittim. Sabah geldiğimde o kapı önünde bir cenâze vardı. Hâlinden sorduğumda annesi bana şunları anlattı:
“–Bu ölen, oğlumdur. Peygamber Efendimiz’in soyundandır. Gece olunca namazgâhında sabaha kadar ağlardı. Gündüz kazandıklarını fakirlere infâk ederdi. Cehennem âyetlerinden birini işitince dayanamadı, ağlaya ağlaya düştü ve rûhunu Hakk’a teslîm eyledi.”
Ben de kendisine:
“–Ey hanım, oğlun -inşâallah- Cennet’e girer. Çünkü Allah korkusundan ağlayan, Cehennem’e girmez. Canını bu hâlde teslîm eden bir mü’min, hiç Cehennem’e girer mi? Allâh’a şükret!” dedim.
"ALLAH KORKUSUYLA AĞLAYANLARA ATEŞ HARAM OLUR"
Nitekim günahlarından böylesine nedâmet duyup Allah korkusundan gözyaşı dökenler hakkında, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Sinek başı kadar bile olsa, gözünden Allah korkusuyla yaş çıkan ve bu yaşı yanaklarına değecek kadar akan hiçbir mü’min yoktur ki, Allah onu ateşe haram etmesin!” (İbn-i Mâce, Zühd, 19)
“Allah korkusu sebebiyle ağlayan kişi, (sağılan) süt memeye dönmedikçe Cehennem’e girmeyecektir.” (Tirmizî, Zühd, 8/2311)
KİTAP VE SÜNNET'E UYGUN BİR HAYAT YAŞAMALIDIR
Fakat bu nebevî beyanlardaki müjdenin mânâsını da yanlış anlamamak gerekir. Zira hadîs-i şerîflerde verilen müjdeler, Kitap ve Sünnet muhtevâsında bir hayat yaşamaya ilâveten, yine de âkıbeti hakkında emin olmayıp Allah korkusuyla gözyaşı dökmenin fazîletini ifâde etmektedir. Yoksa ilâhî emir ve nehiylere riâyet etmediği hâlde; felâketler, ölümler veya benzeri hâdiseler üzerine geçici bir an için Allah korkusundan dolayı döktüğü gözyaşlarıyla ebedî kurtuluşa ereceğini düşünmek -daha önce de ifâde edildiği üzere- şeytanın, ilâhî affa güvendirerek insanı kandırmasına benzer. Bu ise dehşetli bir gaflet ve hazin bir aldanış olur.
ALLAH DİLEDİĞİ KULUNU AFFEDER
Tabiî ki Allah Teâlâ, dilediği kulunu bir sebeple veya sebepsiz olarak da affedebilir. Bununla birlikte mü’mine düşen, bütün kulluk vazifelerini elinden geldiği kadar yaptıktan sonra, sâlih amellerine de döktüğü gözyaşlarına da güvenmeyip dâimâ tevbe-istiğfâr ederek Allâh’ın af ve mağfiretini ümîd etmektir. Bu hususta evliyâullâh’ın havf ve recâ, yani korku ve ümit hâli, bizlere en güzel örnektir.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 321