Gafletten Sakındıran Yemek
Şâh-ı Nakşibend Hazretleri çoğu zaman yemek pişirme ve sofra hizmetinde bizzat çalışırdı. Yemek yerken uyanık olmak ve kalp huzurunu sağlayabilmek için dervişlere devamlı tavsiyelerde bulunurdu.
Müridleriyle birlikte yemek yediğinde, onlardan biri bir lokmayı ağzına gafletle götürse, derhâl onu yumuşak bir lisanla îkâz eder ve bir lokmayı bile gafletle yemelerine gönlü râzı olmazdı. Şayet bir yemek öfkeyle, gönülsüz olarak ve zorla pişirilmişse, onu yemediği gibi talebelerinden birinin yemesine de râzı olmaz:
“–Bu yemekte zulümât (karanlıklar) var, bizim ondan yememiz münâsip değildir!” buyururdu.[1]
Bir gün, Gadîvet bölgesine gitmişlerdi. Bir derviş önlerine yemek getirdi. Hâce Hazretleri:
“–Bizim bu yemeği yememiz münâsip değildir. Çünkü o, öfke ile pişirilmiştir. Unu elekten geçiren, hamuru yoğuran ve pişiren kişi öfkeliymiş!” buyurdu.
Eğer bir kepçeyi öfkeyle ve gönülsüz olarak bir çömleğe soksalar, Nakşibend Hazretleri o yemeği de yemez, şöyle buyururdu:
“–Öfke, gaflet, gönülsüzlük ve zorla yapılan bir işte hayır ve bereket yoktur. Zira o işe nefsin hevâsı ve şeytan karışmıştır.
GÜZEL DAVRANIŞLAR HELAL LOKMA İLE MÜMKÜNDÜR
Sâlih ameller ve güzel davranışlar, helâl lokma ile mümkün olur. Helâl lokma da gafletle değil, kalp huzûru ile, uyanık olarak yenmelidir. Bütün vakitlerde vuk¯uf-i kalbîye[2] riâyet etmeye ve uyanık olmaya gayret etmek, kişi için mânevî bir temrin (alıştırma) olacağından, nihâyetinde bu durum, namazda kalp huzûruna vesîle olur.”[3]
Bir defasında, abdest ve temizlik işlerinde kullanılacak suyu ısıtmak için ocağa koyan talebelerin, bu esnâda boş sözlerle meşgul olduklarını işitince, onlara şu îkazda bulunmuştu:
“–Bu kadarcık da mı bilmiyorsunuz? Yemek pişirirken ve su ısıtırken gönlü hazır eylemek ve lisânı mâlâyânîden muhâfaza etmek gerekir. Bu durumda o su ile abdest alan ve o yemekten yiyenin gönlünde huzur ve uyanıklık meydana gelir. Gafletle ısıtılan sudan abdest alan ve gafletle pişirilen yemekten yiyen kişinin gönlünde ise zulmet ve gaflet meydana gelir.”[4]
[1] Şu hususa dikkat etmek gerekir ki Şâh-ı Nakşibend Hazretleri ve bâzı ehlullah’ta görülen bu gibi tavırlar, onların eriştikleri kalbî seviye neticesinde nâil oldukları bir firâset, basîret ve keşif hâlidir. Dolayısıyla o makâma ulaşmamış birinin kendini âdeta Şâh-ı Nakşibend makâmında görerek böyle sözler söylemesi, son derece yanlıştır. Riyâ tehlikesiyle karışık, böylesine yüksek perdeli sözlerden sakınmak îcâb eder. Aksi hâlde, erişmedikleri makamın sözlerini sun’î bir şekilde taklid edenler, bundan mânen zarar görürler.
[2] Vuk¯uf-i kalbî’nin târifi için sayfa 270’e bakınız.
[3] Enîsü’t-Tâlibîn, s. 64-65; Reşahât, s. 513.
[4] Reşahât, s. 513.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları
YORUMLAR