Galata Mevlevihanesi Hakkında İlginç Bilgiler
Galata Mevlevihanesi veya diğer adıyla Kulekapı Mevlevihanesi’nin müdavimlerinden Dursun Gürlek’in notları.
İstanbul’un cennet bahçelerinden birini de Galata Mevlevihanesi veya diğer adıyla Kulekapı Mevlevihanesi teşkil ediyor. Şehrimizdeki beş Mevlevihanenin ilki olan bu tarihi mekân ermişleriyle dervişleriyle; hâmûşânıyla, semâhanesiyle, kütüphanesiyle, türbesiyle uhrevi bir cazibe merkezi olduğunu bakmasını ve görmesini bilen irfan ehline ayan beyan gösteriyor. Beyoğlu gibi kozmopolit bir semtte sükûnetin ve sekinetin (iç huzurunun ve gönül rahatlığının) manevi ihtişamını resmeden bu Mevlevihane’ye ne zaman gitsem, kapısından ilk defa giriyormuşum gibi tatlı bir heyecan duyarım.
Bilindiği üzere, bir mekânı şereflendirenler orada bulunan şerefli insanlardır. Galata Mevlevihanesi’ni de Mesnevi Şârihi İsmail Rüsuhi Dede, Kudretullah Dede, Ganem Dede, Şeyh Galib, Fasih Dede, Esrar Dede, Leyla Hanım gibi Mevleviler manen şenlendiriyorlar, sessizliğin sesiyle ziyaretçileri bir güzel dinlendiriyorlar. Gerek türbede, gerekse hâmûşânda mahşeri bekleyen bu güzel ve özel insanların birçoğunun şair olduğunu biliyoruz. Bu şairlerin en kuvvetlilerinden biri de Kazaskerlerden Moralızade Hamid Efendi’nin kızı Leyla Hanım’dır. İbnülemin Mahmud Kemal Bey’in “Son Asır Türk Şairleri” isimli muhalled eserinde uzun uzun anlattığı bu Mevlevi dervişesinin bir gazelini teberrüken aşağıya alıyorum:
Gel bu bağın hârına, gülzârına etme heves
Bir Cemali yâre bakmaktır cihanda mültemes
Merd isen ey dil Cenâb-ı Hakk’a eyle ilticâ
Türrehat-ı bedzeban salusi alma sem’ine
Virdin olsun, cümle fanidir, hemen Allah bes
Var mıdır âlemde hiç âzâdelik gibi safâ
Tûtiye sıklet değil midir cihanda bir kafes
Her ne derdin varsa Leylâ, dergâh-ı Molla’ya gel
Hastay-ı aşka bulunmaz ney gibi ehl-i nefes
SULTAN 3. SELİM’İN MENSUP OLDUĞU TARİKAT
Humbaracı Ahmed Paşa ve İbrahim Müteferrika gibi tarihi şahsiyetlerin kabirleri de bu Mevlevihane’nin hâmûşânında yer alıyor. Galata Mevlevihanesi’yle yakından ilgilenen iki Osmanlı padişahından biri 3. Selim, diğeri de 2. Mahmut’tur. Musıkişinaslığıyla bilinen Üçüncü Selim Han aynı zamanda Mevlevi tarikatına müntesiptir. Dergâhın müdavimi olan bu halim selim padişahın Şeyh Galib’le sıkı fıkı bir dostluk kurduğunu, merhum Âsaf Halet Çelebi bir yazısında uzun uzun dile getiriyor.
Âsaf Halet Çelebi deyince aklıma Mehmet Said Halet Efendi geldi. Efendim, astığı astık, kestiği kestik olan, ayrıca entrikalarıyla, hırsıyla ve kurnazlığıyla büyük bir şöhret kazanan bu zat, 2. Mahmut’un müsteşarıdır. Hakkında yazılan eserlerde zâlimane hareketleri, korku ve dehşet dolu icraatları bütün ayrıntılarıyla anlatılır. Garip değil mi, bu zat adı geçen Mevlevihane’nin müdavimlerindendi. Üçüncü Selim gibi onun da Şeyh Galib hayranı olduğunu kaynaklar belirtiyor. Dahası var, aynı Halet Efendi, Galata Mevlevihanesi’ne çeşme, sebil, kütüphane, muvakkıthane yaptırdığı gibi, kendisi için de bir türbe inşa ettirdi. Türbesi girişin hemen solunda bulunmaktadır. Halet Efendi, padişahın emriyle Konya Mevlevihanesi’nin bahçesinde idam edilince gövdesi oraya defnedildi, kellesi de İstanbul’a getirilip işte bu Mevlevihanedeki türbesine gömüldü.
O DA BİR HALET İDİ, GELDİ GEÇTİ!
Despotluğunun yanı sıra Dergâh’a da büyük hizmette bulunduğu için Mevleviler yaptığı iyilikleri unutmadılar. Hatta takdirkârlarından olan Keçecizade İzzet Molla, ölümünden sonra kaleme aldığı bir şiirle kendisine duyduğu ilgiyi dile getirir. Zarif bir fıkradır. 2. Mahmut, bir gün Dergâh’a gelince o zamanki postnişin Kudretullah Dede’ye Halet Efendi’nin mezar taşını göstererek bir soru yöneltir:
Şeyhim, Halet Efendi’yi idam etmekle doğru mu yaptık, yanlış mı yaptık?
Cevabı biraz zor olan bu soruya Kudretullah Dede, Mevlevi zerafetiyle şöyle karşılık veriyor:
Padişahım! O da bir hâlet idi, geldi geçti!
Kudretullah Dede, Galata Mevlevihanesi’nde elli yıldan fazla şeyhlik görevinde bulundu. Yenikapı Mevlevihanesi’nin postnişini Ebubekir Dede’nin kardeşi Ömer Efendi’nin torunudur. Babası Sahih Ahmed Dede’dir. 56 yılı bulan idareciliği sırasında, Mevlevihaneyi Halet Efendi ile birlikte âdeta kültür ve sanat merkezi haline getirdi. Yabancı elçiliklere mensup kimseler tarafından da büyük saygı gördü ve onlarla dostluklar kurdu. 1871’de vefat etti ve Halet Efendinin yaptırdığı türbede sırlandı. Zevcesi Emine Esma Hanım ve oğlu Abdullah Dede de aynı türbede medfundur.
MESNEVİ ŞERHİ GÖZLERİNİ İYİLEŞTİRDİ
Galata Mevlevihanesi’nin en gözde postnişini, altı ciltlik Mesnevi’yi baştan sona şerh eden İsmail Rüsuhi Dede’dir. Kendisi Mevleviler arasında “Hazret-i Şârih” diye büyük bir şöhret kazandı. Ankara’da dünyaya geldi. Arapça ve Farsça’nın yanı sıra dini ve fenni ilimleri de öğrendi. Daha sonra tasavvufa ilgi duyup Bayramiye tarikatına intisap etti. Halvetiyeden de icazetli olan İsmail Rüsuhi Dede o sıralarda göz rahatsızlığına uğradı. Tabipler buna bir çare bulamayınca manevi bir doktor aramaya başladı. Konya’ya gitti. Konya dergâhının şeyhi olan Hz. Mevlânâ’nın torunlarından Birinci Bostan Çelebi’yi ziyaret edip derdini anlattı. Bostan Çelebi kendisine Mesnevi’den şiirler okuduktan sonra “Hz. Mevlânâ’nın Mesnevisini şerh etmeyi düşündüğün için gözün iyi olacaktır!” diye müjde verdi.
Bu müjdeyi alan İsmail Rüsuhi Dede, Birinci Bostan Çelebi’nin rahle-i tedrisine dâhil oldu. Daha sonra İstanbul’a gelerek Galata Mevlevihanesi’nde şeyh postuna oturup Mesnevi’yi şerhetmeye başladı. Bitince gözleri tamamen iyileşti. Şerhin önsözünde “Bu şerhi baş gözümün ve kalb gözümün açılmasına deva yapan, ummadığım yerden yardımıyla ve ihsanıyla rızıklandıran; zahiri, görünen, bilinen sebeplere beni muhtaç etmeyen ve beni hal sahibi kılan Allah’a hamdolsun” diye bir cümlenin yer aldığı kaynaklarda belirtiliyor.
İSMAİL RÜSUHİ DEDE’YE NEDEN “GANEM” DENMİŞTİR?
Şimdi gelelim Ganem Dede’ye… İsmail Rüsuhi Dede’nin Mesnevi şerhini tamamlamasında büyük bir pay sahibi olan Derviş Ganem de bahsini ettiğimiz Mevlevihanenin mensuplarından önemli bir şahsiyettir. Müsaadenizle kısaca anlatayım.
Rüsuhi İsmail Dede’nin, nâm-ı diğer İsmail Ankaravi’nin şeyhliği zamanında, bir gün mukabeleden sonra Mevlevihane’nin Bacılar Bölümü’nde bir bebek bulunuyor. Harmaniye (bütün vücudu örten kolsuz üstlüğe) sarılı olarak bulunan bu bebek Hazret-i Şârih’e takdim edilince, “Hay kuzu hoş geldin” diyor. Bunun üzerine bebeğin adı “Kuzu” olarak kalıyor. Derhal bir sütanne görevlendiriliyor ve yavru bebek Mevlevihanede büyütülüyor.
Tabii ki bu arada terbiyesine, tahsiline çok dikkat ediliyor. Olgunluk çağına gelince bir gün Şeyh Efendi, bir iş için “Kuzu” diye kendisine hitap ettiğinde meclistekilerden biri, “Artık koç oldular efendim!” diye nükteli bir cevap veriyor. Bunun üzerine Hazret-i Şârih “Hoş geldiniz, bundan sonra adınız Ganem olsun. ‘Himmet-i merdan ile mes’uldür ki (sorumludur ki) kebş-i İsmail olurlar. (Hz. İsmail’in yerine kurban edilen koç olurlar)’ deyince orada hazır bulunanlar kendisini “Ganem” diye çağırmaya başlıyorlar.
Derken Rüsuhi İsmail Dede ağır bir hastalığa yakalanıyor. Dergâh mensupları Şeyhimiz vefat edecek ve Mesnevi şerhi yarım kalacak diye çok üzülüyorlar. Tam bu sırada Ganem Dede ortaya atılarak, “Ben kurbanlıktan başka neye yararım. Cenab-ı Hak şeyhimizin yerine benim canımı alsın” temennisinde bulunuyor. Derhal Gülbank çekiliyor, Fatihalar okunuyor ve Ganem Dede hemen oracıkta ruhunu Rahman’a teslim ediyor. Merhum defnedildiği sırada Hazreti Şarih de sağlığına kavuşuyor ve Mesnevi şerhini bitiriyor. Ali Enver 1626’da meydana gelen bu ibretâmiz hadiseye “Semahane-i Edeb” isimli kitabında işaret ediyor. (Galata Mevlevihanesi – Divan Edebiyatı Müzesi: Can Kerametli)
İLAHİ TAKDİRDEN BAŞKA NE DENEBİLİR?
Bu ibret tablosuna “Ah Tuna Vah Tuna” isimli kitabında yer veren merhume Sâmiha Ayverdi de, sözlerini şöyle tamamlıyor: “Nasıl ilahi bir hikmettir ki yıllar sonra İsmail Rüsuhi Hazretleri de dergâhın bahçesine sırlanırken ayağı Ganem’in başucuna gelmiştir. Böylece bu aşk fedaisinin piri ile beraber olmasına bir ilahi takdirden başka ne denebilir?”
Mistik İstanbul’u tanımakta ve tanıtmakta büyük bir vukufiyet sahibi olan merhum Cemaleddin Server Revnakoğlu da “Tarikat Sahiblerinde Zarafet, Nüktedanlık ve Hazırcevaplık” başlığıyla kaleme aldığı yazılarından birinde konumuzla ilgili şöyle bir anekdota yer veriyor:
“Eski Darülfünûn-i Osmani (İs-tanbul Üniversitesi) Şerh-i Mü-tûn Müderrisi Beylerbeyli Ferid Bey’in, ‘Ha-kim-i kâmil-i İslam’ dediği ve ‘Mevlânây-ı Sâni’ mertebesine çıkarttığı Galata Mevlevihanesi’nin son postnişini, şair ve neyzen Ah-med Celaleddin Efendi merhumun kendisinden dinlemiştim:
Mevlevihanenin cümle kapısından içeri girerken sol tarafta, kapalı taş türbenin içinde yatan Hazreti Şarih’in, yani Mevlevilerce “Şarih-i Âzam” sayılan Ankaravi İsmail Rü-suhi Dede’nin kabrini tamir ettiriyorlarmış. Tamir sırasında kabrin içindeki bölme duvarı yıkılınca bitişik kabirde yatan Derviş Ganem Dede, sırtında tennuresi, başında sikkesi, bilinen eski haliyle aynen ortaya çıkmış1 Dergâhın şeyhi Aşçı Dedezade Kudretullah Efendi, kabrinde güleç yüzü solmamış Ganem Dede’yi göstererek, biraz da övünmek ister gibi, ‘Gördünüz mü, derviş dediğin böyle olur’ cümlesini söylemiş.
DERVİŞ DEDİĞİNİZ BÖYLE OLUR!
Üsküdar Mevlevi Şeyhi Ahmed Remzi Dede Efendi, Mevlevilerin zarafetini ve hazırcevaplığını hatırlatmak istediği vakit, ‘Nüktesencanın (tartarak, düşünerek nükte söyleyenlerin) çoğu, mensûb-i Mevlânâ çıkar’ derdi. Tıpkı bunun gibi Galata Mevlevihanesi şeyhinin Mevlevi dervişleri de, hiç sözün altında kalır mı? Bâhusus böyle biraz da ucu kendilerine dokunursa… İçlerinden biri hemen ortaya çıkmış, hepsinin nâmına konuşuyormuş gibi, evvela Ganem Dede’yi, sonra da Hazreti Şarih’in yattığı sandukayı göstererek, ‘Eyvallah şeyhim, efendim. Derviş dediğiniz böyle olur, amma (Şarih Dede’yi işaretle) böyle de şeyhi olur’ demiş. Bu cevap Kudretullah Efendi de söz söyleyecek kudret bırakmamış.”
Galata Mevlevihanesi’nin mimari özelliklerini, geçirdiği safhaları, orada yatan büyük zatları daha yakından tanımak isteyen dostlarımızın bu konuda yazılan kitaplarını okumaları ve gidip gezmeleri, sema törenlerini izlemeleri gerekiyor. Bu Mevlevihanede idarecilik yapan Can Kerametli’nin, Erdem Yücel’in, Server Dayıoğlu’nun, Yavuz Özdemir’in kitaplarını ve yazılarını kaynak eserler olarak gösterebiliriz.
Dipnotlar: 1) Diğer tarikatlerde olduğu gibi, Mevlevilerde de “can”lar, “nev-niyaz”lar (eski-yeni bütün dervişler) vefatlarında tennureleri ve hırkaları ile birlikte çeyizlenip (kefenlenip) kabre konulur. Tarikat-ı aliyye dilinde buna “gidiş çeyizi” denilirdi.
Kaynak: Dursun Gürlek, Altınoluk Dergisi, Sayı: 430
YORUMLAR