Garânîk Meselesi Nedir?
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, yeni nâzil olan “Necm Sûresi”ni Harem-i Şerîf’te oradakilere yüksek sesle okuyordu. Sûrenin sonunda secde âyeti gelince, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Cenâb-ı Hakk’a secdeye kapandı. O’nunla berâber olan mü’min-münkir, ins-cin herkes secdeye vardı. (Buhârî, Tefsîr, 53/4)
Ancak müşrikler, sûrenin içinde geçen putlarının isimleri dolayısıyla Allâh’a değil, kendi putlarına secde ediyorlardı.
İşte sonradan uydurulan ve “Garânîk Meselesi” diye ortaya atılan rezil iddiâya mesned edilmek istenen hâdise bundan ibârettir.
Mekkeli müşriklerin İslâm dînine girmiş olduğu şâyiasının sebebi, müslümanlarla müşriklere âit olan şu ayrı ayrı iki secdenin aynı zamanda yapılmış olmasıydı.
İşin aslı sâdece bundan ibâret olmasına rağmen, sonraları “Garânik Meselesi” denilen bir iftirâ ortaya atılmıştır. Gûyâ şeytan, âyetlerin arasına “putların da şefaatinin umulacağı” mânâsında bir fısıltı eklemiş, müşrikler de buna memnûn olup secdeye varmışlar, fakat yanlışlık sonradan anlaşılmış!..
Bu kıssada sâdece, bâzı müsteşrikler gibi İslâm düşmanlığı güden birtakım kimseler hakîkat vehmetmişlerdir. Oysa en büyük tefsîr, hadîs, siyer ve İslâm târihi âlimleri, gerek rivâyet açısından, gerek iddiânın İslâm akîdesiyle münâsebeti açısından, bu uydurulmuş hâdiseyi incelemiş ve kesin bir şekilde tekzîb etmişlerdir.
Evvelâ Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- vahy-i ilâhîyi insanlara teblîğ etme vazîfesinde gafletten ve yanılmadan muhâfaza edilmiştir. Şeytanın peygamberlerin risâlet vazîfelerine müdâhalesi aslâ mümkün değildir. Allâh Teâlâ, şeytanın, mü’min kullar üzerinde dahî bir sultasının olmadığını beyan buyurmuşken,(el-Hicr, 42.) onun, Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in teblîğine müdâhale edebilmesi düşünülemez.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, risâletinde her türlü kusur, gaflet, günah ve hatâdan mâsum olduğu gibi, O’nun getirmiş olduğu Kur’ân-ı Kerîm de ilâhî muhâfaza altındadır.
Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
لاَ يَأْتِيهِ الْبَاطِلُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَلاَ مِنْ خَلْفِهِ تَنْزِيلٌ مِنْ حَكِيمٍ حَمِيدٍ
“O’na (Kur’ân-ı Kerîm’e) ne önünden, ne ardından bâtıl yaklaşamaz. O, bütün kâinâtın övdüğü bir hikmet sâhibi tarafından peyderpey indirilmiştir.” (Fussilet, 42)
اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
“Hiç şüphe yok ki, Kur’ân’ı Biz indirdik, elbette onu yine Biz koruyacağız.” (el-Hicr, 9)
Garânîk iddiâsının yer aldığı rivâyet, sened yönünden merduttur. Bu hususla alâkalı olarak İbn-i Huzeyme:
“Garânîk kıssası, zındıkların yalanlarındandır.” demiştir. (İsmâîl Cerrahoğlu, DİA, “Garanîk” md., XIII, 363.)
Sahîh hadîsleri rivâyet eden hiçbir kitabın bunu nakletmemesi, hiçbir güvenilir râvînin bunu sahîh ve muttasıl bir senedle rivâyet etmemesi, onun çürüklüğünü göstermeye kâfîdir. (Kâdî Iyâd, II, 132.)
Garânîk iddiâsı aklen de mümkün görünmemektedir. Zîrâ Garânîk’te bir şirk iddiâsı vardır. Oysa İslâm dîni ilk andan itibâren kelime-i tevhîdi teblîğ etmiştir. İslâm’ın temel harcı olan tevhîd inancının karşısında bu tür iddiâların hiçbir mâkul yanı yoktur. Söz konusu edilen Necm Sûresi’nde baştan sona kadar şirk tahkîr edilmekte, putların kuru isimlerden ibâret olduğu, müşriklerin sırf zan ve hevese uydukları bildirilmektedir. Böyle bir sûre içine, müşriklerin tasvib edip secde edecekleri bir sözün karıştırılması, velev karıştırılmış olsa bile bunun müşrikleri iknâ etmesi mümkün değildir. Yine Mekke müşriklerinin kendilerini tahkîr eden bu kadar âyet arasında -hâşâ- şeytanın ilkâ ettiği iki cümle ile yumuşayıp secdeye kapanmaları da mâkul değildir.
Bu iftirâya en güzel cevap bizzat bu sûrenin başında verilmektedir:
مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوَى وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوَى اِنْ هُوَ اِلاَّ وَحْىٌ يُوحَى
“Arkadaşınız (Muhammed) şaşırmadı ve sapıtmadı. O hevâsından konuşmaz. O’nun konuştukları kendisine vahyolunandan başka bir şey değildir.” (en-Necm 2-4)
Bu meselenin, İslâm’a karşı garazkârâne bir düşmanlığın eseri olarak ortaya atıldığı, İslâm âlimleri tarafından pek çok cihetten ispat edilmiş bulunmaktadır. On üç senelik Mekke devri, şirki bertarâf etme ve kalplerdeki tevhîd inancını kuvvetlendirme mücâdelesiyle geçmiştir. Zîrâ tevhîd inancı, Allâh’a herhangi bir varlığı ortak koşmayı kat’iyyen kabûl etmez.
KAYNAK: Osman Nuri TOPBAŞ, Hazret-i Muhammed Mustafa-1, Erkam Yayınları, İstanbul