Garanik (şeytan Ayetleri) Hadisesi Nedir?

Peygamber Efendimiz’in nübüvvetinin 5. senesinde Şeytan ayetleri ya da Garanik olayı veya hadisesi diye anlatılan iddianın aslı nedir?

Allâh Resûlü, yeni nâzil olan “Necm Sûresi”ni Harem-i Şerîf’te oradakilere yüksek sesle okuyordu. Sûrenin sonunda secde âyeti gelince, Hazret-i Peygamber, Cenâb-ı Hakk’a secdeye kapandı. O’nunla berâber olan mü’min-münkir, ins-cin herkes secdeye vardı. (Buhârî, Tefsîr, 53/4)

GARANİK MESELESİ

Ancak müşrikler, sûrenin içinde geçen putlarının isimleri dolayısıyla Allâh’a değil, kendi putlarına secde ediyorlardı. İşte sonradan uydurulan ve “Garânîk Meselesi” diye ortaya atılan rezil iddiâya mesnet edilmek istenen hâdise bundan ibârettir.

Mekkeli müşriklerin İslâm dînine girmiş olduğu şâyiasının sebebi, Müslüman­larla müşriklere âit olan şu ayrı ayrı iki secdenin aynı zamanda yapılmış olmasıydı.

ŞEYTAN AYETLERİ

İşin aslı sâdece bundan ibâret olmasına rağmen, sonraları “Garânik Meselesi” denilen bir iftirâ ortaya atılmıştır. Gûyâ şeytan, âyetlerin arasına “putların da şe­faatinin umulacağı” mânâsında bir fısıltı eklemiş, müşrikler de buna memnûn olup secdeye varmışlar, fakat yanlışlık sonradan anlaşılmış!..

Bu kıssada sâdece, bâzı müsteşrikler gibi İslâm düşmanlığı güden birtakım kimseler hakîkat vehmetmişlerdir. Oysa en büyük tefsîr, hadîs, siyer ve İslâm târihi âlimleri, gerek rivâyet açısından, gerek iddiânın İslâm akîdesiyle münâsebeti açısından, bu uydurulmuş hâdiseyi incelemiş ve kesin bir şekilde tekzîb etmişlerdir.

Evvelâ Allâh Resûlü vahy-i ilâhîyi insanlara teblîğ etme vazîfesinde gafletten ve yanılmadan muhâfaza edilmiştir. Şeytanın peygamberlerin risâlet vazîfelerine müdâhalesi aslâ mümkün değildir. Allâh Teâlâ, şeytanın, mü’min kullar üzerinde dahî bir sultasının olmadığını beyan buyurmuşken,[1] onun, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in teblîğine müdâhale edebilmesi düşünülemez.

GARANİK KISSASI

Peygamber Efendimiz, risâletinde her türlü kusur, gaflet, günah ve hatâdan mâsum olduğu gibi, O’nun getirmiş olduğu Kur’ân-ı Kerîm de ilâhî muhâfaza altındadır.

Âyet-i kerîmelerde buyrulur:

لاَ يَأْتِيهِ الْبَاطِلُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَلاَ مِنْ خَلْفِهِ تَنْزِيلٌ مِنْ حَكِيمٍ حَمِيدٍ

“O’na (Kur’ân-ı Kerîm’e) ne önünden, ne ardından bâtıl yaklaşamaz. O, bütün kâinâtın övdüğü bir hikmet sâhibi tarafından peyderpey indirilmiştir.” (Fussilet, 42)

اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ

“Hiç şüphe yok ki, Kur’ân’ı Biz indirdik, elbette onu yine Biz koruyacağız.” (el-Hicr, 9)

Garânîk iddiâsının yer aldığı rivâyet, sened yönünden merduttur. Bu hususla alâkalı olarak İbn-i Huzeyme:

“Garânîk kıssası, zındıkların yalanlarındandır.” demiştir.[2]

Sahîh hadîsleri rivâyet eden hiçbir kitabın bunu nakletmemesi, hiçbir güvenilir râvînin bunu sahîh ve muttasıl bir senedle rivâyet etmemesi, onun çürüklüğünü göstermeye kâfîdir.[3]

GARANİK İDDİASI

Garânîk iddiâsı aklen de mümkün görünmemektedir. Zîrâ Garânîk’te bir şirk iddiâsı vardır. Oysa İslâm dîni ilk andan itibâren kelime-i tevhîdi teblîğ etmiştir. İslâm’ın temel harcı olan tevhîd inancının karşısında bu tür iddiâların hiçbir mâkul yanı yoktur. Söz konusu edilen Necm Sûresi’nde baştan sona kadar şirk tahkîr edilmekte, putların kuru isimlerden ibâret olduğu, müşriklerin sırf zan ve hevese uydukları bildirilmektedir. Böyle bir sûre içine, müşriklerin tasvib edip secde edecekleri bir sözün karıştırılması, velev karıştırılmış olsa bile bunun müşrikleri iknâ etmesi mümkün değildir. Yine Mekke müşriklerinin kendilerini tahkîr eden bu kadar âyet arasında -hâşâ- şeytanın ilkâ ettiği iki cümle ile yumuşayıp secdeye kapanmaları da mâkul değildir.

Bu iftirâya en güzel cevap bizzat bu sûrenin başında verilmektedir:

مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوَى وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوَى اِنْ هُوَ اِلاَّ وَحْىٌ يُوحَى

“Arkadaşınız (Muhammed) şaşırmadı ve sapıtmadı. O hevâsından konuşmaz. O’nun konuştukları kendisine vahyolunandan başka bir şey değildir.” (en-Necm 2-4)

Bu meselenin, İslâm’a karşı garazkârâne bir düşmanlığın eseri olarak ortaya atıldığı, İslâm âlimleri tarafından pek çok cihetten ispat edilmiş bulunmaktadır. On üç senelik Mekke devri, şirki bertarâf etme ve kalplerdeki tevhîd inancını kuvvetlendirme mücâdelesiyle geçmiştir. Zîrâ tevhîd inancı, Allâh’a herhangi bir varlığı ortak koşmayı kat’iyyen kabûl etmez.

[1] Bkz. el-Hicr, 42.

[2] İsmâîl Cerrahoğlu, DİA, “Garanîk” md., XIII, 363.

[3] Kâdî Iyâd, II, 132.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 1, Erkam Yayınları

HZ. MUHAMMED (S.A.V.) KİMDİR? HZ. MUHAMMED’İN (S.A.V) HAYATI

HZ. MUHAMMED MUSTAFA (S.A.V.)

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.