Gaybın Anahtarını Boşuna Arama
Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok âyetinde Cenâb-ı Hakk’ın nihâyetsiz ilmine temas edilerek insanlar tefekküre dâvet edilir.
Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Gaybın anahtarları Allâh’ın yanındadır; bunları O’ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir. O’nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahî bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” (el-En’âm, 59)
Bir mü’min, bu âyet-i kerîmeyi okuduğunda, biraz durup düşünmelidir: Daha hiç açılmamış, vücûda gelmemiş, beşerî ilmin ulaşamadığı o kadar gayb hazineleri vardır ki, bütün bunların anahtarları ancak Allâh’ın katındadır. Onları Cenâb-ı Hak’tan başka kimse bilemez. Allah Teâlâ, bütün bu gaybları bildiği gibi, hâl-i hazırdaki bütün varlıkları da, bütün teferruat ve kısımlarına varıncaya kadar bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki Yüce Rabbimiz onun ne zaman ve nereye düştüğünü, havada kaç defa döndüğünü bilmesin.
Cenâb-ı Hak, yerin karanlıklarına düşen bir tanenin ne zaman biteceğini, kim tarafından yenileceğini de bilir. Görünen görünmeyen, düşünülen hissedilen, büyük küçük, hâsılı olmuş olacak, gizli açık her şey bütün genişliği, bütün inceliğiyle Allâh’ın ilmi dâhilindedir.
Yukarıdaki âyet-i kerîmeyi okuyunca insanın hayâli, bilinen ve bilinmeyen ufuklara, görünen ve görünmeyen âlemlere kanat açar. Karanın bilinmezliklerinde, denizin dipsiz derinliklerinde dolanıp durur. Uçsuz bucaksız kâinâtın her köşesinde ve görünen âlemin sınırlarının ötesinde, adım adım Allâh’ın ilmini ve sanatını izler. Yeryüzünün bütün ağaçlarından kopan sayısız yaprakları seyreder.
Allah Teâlâ, orada, burada ve şuracıkta kopan her yaprağı görmektedir. Yerin derinliklerinde gizlenmiş hiçbir tane Allâh’ın gözünden kaçamaz. Haddi hudûdu olmayan kâinatta yaş ve kuru ne varsa her şey O’nun emri mûcibince hareket eder.
Bu, başları döndüren ve akılları hayretlere gark eden bir seyahattir. Zamanın bulutlarına, mekânın ufuklarına, görünen ve görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin derinliklerine yapılan bir yolculuktur. Bu seyahatin mesafesi oldukça uzun, alanı son derece geniştir. İnsanın hayâli, bu sahayı tam olarak düşünmekten bile âcizdir. Ancak bu mükemmel tablo, yukarıdaki âyet-i kerîmede birkaç kelime ile son derece titiz, eksiksiz ve şümullü bir şekilde çizilivermiştir. (Seyyid Kutub, Fî Zılâl, II, 1111-1113, [el-En’âm, 59])
İnsan, bu şekilde Kur’ân-ı Kerîm ve kâinât üzerinde tefekkür ettikçe, Cenâb-ı Hakk’ın ilim ve kudretini bir nebzecik de olsa idrâk eder. Tefekkürden uzak kalanlar ise ilâhî sır ve hikmetlerden mahrum olarak nefsânî bir hayat içinde sürüklenip giderler.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Tefekkür, Erkam Yayınları, 2013, İstanbul