Gayr-i Müslimlerle Diyalogta Temel Hassâsiyetler Ne Olmalı?

İHSAN

Tebliğ faaliyetlerinde, gayr-i müslimlerle kurulacak diyaloglar nasıl olmalı?

Bütün dünya, İslâm’ın dâvet sahasıdır. Peygamber Efendimiz yaşadığı zamanın şartlarında birçok ülkenin kralına elçiler göndererek onlarla bir nevî diyalog kurmuştur. Sahâbîler ise tebliğ heyecanı içinde hiçbir yorgunluk duymadan Çin’e ve Semerkand’a kadar gitmişlerdir.

İSLÂM’IN TERÖR DİNİ OLMADIĞI İZAH EDİLMELİ

İletişim vâsıtalarının mesâfe engelini neredeyse ortadan kaldırdığı günümüzde, bilhassa İslâm’a yapılan haksız itham ve iftirâlara cevap vermek, İslâm’ın terör dîni olmadığını, bilâkis Peygamberimizin 23 senelik risâlet vazîfesinin mühim bir kısmının terörle mücâdele ve kabîleler arası kan dâvâlarını bitirme gayreti içinde geçtiğini ve İslâm’ın hak-hukuk tevzî eden bir insanlık ve medeniyet dîni olduğunu bütün dünyaya güzelce îzah etmek, büyük bir vecîbedir.

‘ŞUURLU DİYALOG’ ESASLARI

Bunun için de gayr-i müslimlerle şuurlu bir diyalog içinde bulunmak şarttır. Bu diyaloglar esnâsında ise bilhassa şu hassâsiyetlere dikkat etmek lâzımdır:

  • Hiçbir zaman unutmamak îcâb eder ki Allah katında yegâne hak dîn İslâm’dır. Hristiyanlık ve Yahudîlik de esâsı bakımından haktır. Fakat zaman içinde tahrife uğramıştır. Bu tahrifler neticesinde Hristiyanlık teslis inancına kaymış; Yahudîlik, antropomorfik bir hâl almıştır. İslâm ise tevhid dînidir. Bu yüzden diğer dinlerle İslâm arasında hiçbir şekilde bir te’lif söz konusu olamaz.
  • Diğer bir husus; “ihlâsı muhâfaza”dır. Kur’ân-ı Kerîm’de buna bir misal olarak Mûsa’nın Firavun’la kurduğu diyalog zikredilir.

Mûsâ Firavun’a tebliğ için gider, yumuşak bir lisanla diyalogta bulunur. Fakat diyalog esnâsında şer’î hudutlardan hiçbir tâviz vermez. Bu ihlâsı neticesinde, Firavun tarafından Mûsâ’ya karşı musâbakaya çıkartılmış olan sihirbazlar hidâyetle şereflenir ve canları pahasına îmanlarında sebat gösterirler.

EFENDİMİZ, ALLAH’IN TASVİB ETMEDİĞİ METODLARA BAŞVURMADI

  • İslâm, meşrû bir gâyeye ulaşmak için yine meşrû metodlar telkin etmiştir. Gayr-i meşrû bir metodla meşrû bir gâyeye ulaşılamaz. Bu da İslâm’ın temel hassâsiyetlerinden biridir. Peygamber Efendimizin 23 senelik nebevî hayâtı bunun en büyük delilidir. Efendimiz İslâm’ı tebliğ için Allâh’ın tasvib etmediği hiçbir metoda başvurmamıştır.

Bunun en mânidar misallerinden biri, Bedir Harbi’nde yaşanmıştır. Mâlum olduğu üzere Bedir Harbi’nde Müslümanların sayısı müşriklerin üçte biri kadardı. Peygamber Efendimiz, Hazret-i Ali ve Ebû Lübâbe bir deveye nöbetleşe binerek sefere gidiyordu. Medîneli iki müşrik, yolda orduya yetişerek Müslümanların safında savaşmak istediklerini bildirdiler.

Allah Rasûlü Efendimiz:

“–Siz bizimle mi (yola) çıktınız?” diye sordu.

Hubeyb adlı müşrik:

“–Hayır, Sen bizim kız kardeşimizin oğlusun ve komşumuzsun. Biz kavmimizle ganimet için sefere çıktık!” dedi.

Peygamber Efendimiz :

“–Sen, Allâh’a ve Rasûlü’ne îmân ettin mi? (Benim Allâh’ın Rasûlü olduğumu kabul ediyor musun?)” diye sordu.

Hubeyb:

“−Hayır!” cevâbını verince Hazret-i Peygamber :

“–Öyleyse geri dön! Allah bize kâfîdir, Bir müşriğin yardımına ihtiyacımız yok!..” buyurdu.

Hubeyb ısrar etti:

“–Kavmim benim harpte ne kadar şecaatli ve düşman bağrında yaralar açan bir cengâver olduğumu iyi bilir. Müslüman olmasam da ganimet mukâbili senin yanında çarpışsam olmaz mı?” dedi.

Peygamber Efendimiz :

“–Hayır, önce Müslüman ol, sonra çarpış!” buyurup yoluna devam etti.

Bir müddet sonra Hubeyb yine gelip teklifini tekrarladı. Fakat cevap değişmedi. Kalabalık müşrik ordusuna karşılık, asker sayısı az olan Rasûlullâh’ın bu kararlılık ve teslîmiyeti, Hubeyb’i derinden etkiledi. Nihâyet büyük bir coşku içinde Müslüman olduğunu haber verdi. Buna çok sevinen Efendimiz :

“–İşte şimdi dilediğini yap!” buyurdu. (Bkz. Müslim, Cihâd, 150)

TAVİZ İMANI ZEDELER

Velhâsıl, gayr-i müslimlerle münâsebetlerde Allâh’ın hükümlerinden, Rasûlullâh’ın sünnetinden ve tebliğdeki hassâsiyetlerinden tâviz vermemek îcâb eder. Bu hususlardaki en ufak bir tâvizin îmânı zedeleyeceğini unutmamak gerekir. Zira âyet-i kerîmelerde buyrulur:

“Kim Rasûl’e itaat ederse Allâh’a itaat etmiş olur...” (en-Nisâ, 80)

“Ey îmân edenler! Allâh’ın ve Rasûlü’nün önüne geçmeyin. Allah’tan korkun...” (el-Hucurât, 1)

Öte yandan gayr-i müslimlerle diyaloglarda sergilenen bâzı tâvizlerin, o yanlışı irtikâb edenlerin şahıslarına âit olduğunu da unutmamak gerekir. Bu nevî münferid hâdiseler sebebiyle istikâmet ehli bâzı mü’min toplulukları karalamaktan da İslâm kardeşliği şuuruyla sakınmak îcâb eder.

Zira bu nevî taşkınlıkların, evvelâ İslâmî hassâsiyetlere riâyet içinde tebliğ gayreti gösteren mü’min gönülleri rencide ettiği unutulmamalıdır.

Cenâb-ı Hak bu hassâsiyetleri kalplerimizden eksik etmesin!

Yâ Rabbî! Bizlere îmânı sevdir ve kalplerimizi îman muhabbetiyle müzeyyen kıl! Bizlere küfrü, fâsıklığı ve isyânı çirkin görmeyi ve onlardan lâyıkıyla sakınıp sakındırmayı nasîb eyle! Bizleri hayra anahtar, şerre kilit kıldığın sâlih kullarının zümresine ilhâk eyle!

Âmîn...

Kaynak: Osman Nuri Topbaş / Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından - 1 / Erkam Yayınları