Gayr-i Müslimlerle İlişkide Gözetilecek Adap
Kitap ehli gayr-i müslimler bizlere selam verdiğinde onlara nasıl bir karşılık, selam vermeliyiz? Gayr-i müslimlerle ilişkide gözetilecek hususlar nelerdir?
Müslüman olmayanlarla karşılaşıldığında onlara selâm verilmemesi, onlar selâm verdiklerinde ise; “ve aleyküm” diye mukâbelede bulunulması gerekmektedir. Resûlullah (s.a.); “Yahudi ve hıristiyanlara öncelikle siz selâm vermeyin!” buyurmuştur. (Müslim, Selâm, 13) Yine sahâbe-i kirâm Peygamber Efendimiz’e:
– Kitap ehli olanlar bize selâm veriyorlar, onların selâmını nasıl alalım? diye sormuşlar, Peygamberimiz de:
“– Ve aleyküm deyin.” buyurmuştur. (Müslim, Selâm, 7)
Âişe -radıyallâhu anhâ-’nın anlattığı şu hâdise, kâfirlere karşı takınılması gereken bu tavrın sebebini ortaya koymaktadır. O şöyle der; “Rasûlullâh (s.a.) yanına bir grup yahûdî girdi ve “es-Sâmu aleyküm: Ölüm senin üzerine olsun!” dediler. Ben hemen söyledikleri cümleyi farkettim ve “es-Sâmu aleyküm ve’l-la’netü: Ölüm ve la’net sizin üzerinize olsun!” dedim. Efendimiz:
«– Yavaş ol ey Âişe! Allâh bütün işlerde rıfkla muâmele etmeyi sever!» diyerek beni îkâz edince:
– Yâ Rasûlallâh! Ne dediklerini duymadınız mı? dedim. Bunun üzerine Allâh Rasûlü:
«– Ben de zâten ‘Ve aleyküm: Bilâkis sizin üzerinize!’ demiştim.» buyurdu.” (Buhârî, Edeb, 35)
Ancak Müslümanlarla birlikte Müslüman olmayanların bulunduğu bir gruba selâm verilebilir. Zîra Efendimiz Müslümanlar, müşrikler ve yahudilerden bir grup insanla karşılaşmış ve bunlara selâm vermiştir. (Buhârî, İsti’zân, 20)
BİZE SIĞINMIŞLAR (Bir Kıssa bir ibret)
Halîfe Hz. Ömer zamanında, bir ticâret kervanı gelip, gece Medîne’nin dışına konakladı. Yorgunluktan hemen uyudular. Bu sırada, herkes uyurken, Halîfe Hz. Ömer, şehri dolaşıyordu. Bu esnada şunları gördü.
Hz. Ömer, Abdurrahmân bin Avf’ın evine gelip, yatağından kaldırarak buyurdu ki:
– Bu gece bir kervan gelmiş. Hepsi kâfirdir. Fakat, bize sığınmışlar. Eşyâları çoktur ve kıymetlidir. Yabancıların, yolcuların bunları soymasından korkuyorum. Gel, bunları koruyalım. Abdurrahmân bir Avf cevap verdi:
– Çok iyi olur, çok güzel düşünmüşsün, hemen geliyorum.
Sabaha kadar nöbetleşe, bu kervanı beklediler. Sabah namazında mescide gittiler. Kervanda bulunan bir genç, o sırada uyanmıştı. Bunları takip edip, arkalarından gitti. Soruşturup, kendilerine bekçilik eden şahsın Halîfe Hz. Ömer ile arkadaşı olduğunu öğrendi. Gelip, arkadaşlarına şöyle anlattı:
– Arkadaşlar! Sabaha kadar iki Müslümanın bizi bekleyip, eşyalarımızın çalınmasına mâni olduğundan haberiniz var mı?
– Müslümanların başka işi yok da, bizi mi koruyacaklar? Üstelik bizim Hıristiyan olduğumuzu biliyorlar.
– Hem de kim korudu biliyor musunuz?
– Kimmiş?
– Müslümanların Halîfesi Ömer.
– Sen yanlış görmüşsündür. Halîfenin, gecenin bu vaktinde burada işi ne? O sarayında kuş tüyü yatağında yatıyordur.
– Sizin gibi önce ben de inanamadım.
– Sonra nasıl inandın?
– Sabah olup ortalık aydınlanınca, buradan ayrıldılar. Ben de merak edip arkalarından gittim. Câmiye girdiler. Yolda karşılaştığım birisine, “Bu kim” diye sordum. “Halîfemiz Ömer” diye cevap verdi.
– Daha ne duruyoruz?
Bu konuşmaları dikkatle dinleyen kâfile halkı, derin bir sessizliğe büründü. Kimsenin konuşacak, bir şey söyleyecek hâli kalmamıştı. Uzun süren bir sessizlikten sonra, içlerinden biri sessizliği bozdu:
- Daha ne duruyoruz? Bu hâl İslâmiyetin gerçek din olduğuna delil olarak yetmez mi?
Diğerleri de bu söze katıldılar. Roma ve İran ordularını perişan eden, adâleti ile meşhûr yüce Halîfenin, bu merhamet ve şefkatini görerek, İslâmiyetin hak din olduğunu anladılar ve seve seve hepsi Müslüman oldular.