Gazze Bu Hâldeyken Ümmet Neden Birleşmiyor?

Gazze bu hâldeyken ümmet neden birleşmiyor? Gazze soykırımında Müslümanların sessizliğinin sebebi…

Düşman gündüz aydınlığında mazlumları nefes aldırmayan dumanlara boğdu, gece karanlığında ise çadırlardan yükselen alevlerle yaktı. Habillerin diyarından çığlık sesleri geliyor.

ELİMDEN BİR ŞEY GELMİYOR!

Seyrederken, hiç görmediğimiz bir senaryonun aksiyon filmini; bizim zayıf, aciz, düşkün tepkimiz; "elimden bir şey gelmiyor" vesvesesi söndürdü içimizdeki nuru. "Elimden bir şey gelmiyor!" Kalbimizden bir şey gelmediği için, “elimden bir şey gelmiyor” vesvesesi bizi felç etti, bizi kör etti şeytan tarafından.

En büyük insanî felaketleri Kerbela misali Gazze'de seyrediyoruz. Çölde susuz, arkadan vurulmuş ümmeti izliyoruz. Mümin kardeşlerin derdi ile dertlenmediğimiz ve yaralar içinde inleyen bedenlerinin acısına duyarsız kaldığımız için elimizden bir şey gelmiyor. Dünyevileşme virüsü manevî hayatlarımızı felç ettiği için elimizden bir şey gelmiyor. Kalben iman ettikten sonra henüz İslam olmadığımız, yeryüzüne indirilen Kur'an henüz kalplere inmediği için elimizden bir şey gelmiyor.

Tövbe gözyaşlarını akıtmadan, fedakârlık ahlâkı taşımadan, mütevazı ahlâka bürünmeden, hayâ duygusuna ermeden, aşk ateşinde yanıp kavrulmadan, gönül vuslat hasreti ile kurbiyet âlemini arzulamadan, samimiyet kapısı önünde dilenci olmadan, güzelliğe doğru adımlarını sağlamlaştırmadan... Ne elinden ne gönlünden, hiçbir şey gelmeyecektir zaten...

Filistin topraklarındaki katliamla birlikte gözümüzün önünde İslam davasını canlandıran bir toplum var. Gazzeli küçük çocuklar bir Müslümanda olması gereken ahlâkı öğretiyorlar. “Cesaret ülkesi, bir çocuğun bir milyon adamdan daha cesur olduğu bir ülke” diye tanımlamıştı uzaklardan şahit olan birisi.

GAZZE SOYKIRIMINDA MÜSLÜMANLARIN SESSİZLİĞİNİN SEBEBİ

Zü’l-Celâl ve’l-İkrâm olan Allâh'ın ayetlerinde Filistin davasında etkisiz kalmamızın en büyük sebeplerini idrak etmiş oluyoruz: “Allah'ın yaratmış olduğu varlıklar arasında en şerli ve zararlı olanı; kulağı duyduğu halde hakikati işlemeye yanaşmayan, konuşabildiği halde dilini Allah için döndürmeyen ve aklı olduğu halde akıl yürüterek gerçeği bulamayan kişidir.” (Enfâl, 22)

Akıllar verdi ki Rahman, kendine dosdoğru bir yol bulasın ve savaşın ortasında kalan kardeşine varmak üzere yola çıkmaya hazır olasın!

Kulaklar verdi ki Rahman, işittiğin ayetleri yaşayasın ve savaşın dehşetinde zulüm çekenlere ahlâkî ve içsel hicretini tamamlamış gerçek Müminler olarak el uzatasın!

Gönüller verdi ki Rahman, merhamet dolu, gözyaşları içinde bir kulluk hayatın olsun ve savaşta türlü işkenceler ile bedenleri eziyet içinde olanları, rahmet dolu sıcak kucağında iyileştiresin!

Acının merkezine varamıyoruz! İslâm'a girdik, ümmetin bir parçası olduk ama yine de Gazze'nin içinde bulunduğu felaketle, çektiği acılarla hemhal olamadık. Manevî tahribat altında yıkık dökük, paramparça dağılmış Müslümanlar birlik ruhunda birleşemedi. Hucurat 14. Ayette buyurulduğu gibi; “Bedevîler, “İman ettik” dediler. De ki: Henüz iman gönüllerinize yerleşmediğine göre, sadece boyun eğdiniz. Bununla beraber Allah’a ve resulüne itaat ederseniz yaptığınız hiçbir şeyi boşa çıkarmaz; Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.”

Gazze'ye bakıyoruz ama görmüyoruz. Gazze'yi seyrediyoruz ama şahitlik etmiyoruz. Neden? Çünkü İslam'a girdik ama İslam'ın şerefi ile şereflenmeyi bilemedik.

İslam'a girdik ama bardağı çeşmeye tutmayı akıl edemedik.

İslam'a girdik ama kendimizi dışarıya vurduk. Efendimiz aleyhisselâm'ın “Bizden değildir” şiddetli uyarısının muhatabı olduk.

İslam'a girdik ama emaneti kabul ettiğimiz halde bu emaneti taşımak için gayret göstermedik. Efendimiz Aleyhisselâm'ın "Emaneti olmayanın dîni kâmil değildir" sözlerini unuttuk.

İslam'a girdik, ama İslam'ın terbiye metoduyla kâmil mânâda şifâ bulabileceğimizi idrak edemedik. Hazreti Mevlana'nın davetine karşı kör ve sağır davrandık; “Bütün kronik hastaları çağırıyorum. Bizim ilacımız bütün hastalıklara şifâdır.”

İslam'a girdik ama her şeyi bir arada tutan birlik ruhundan habersiz kaldık.

İslam'a girdik ama şeytan ve nefsimize kukla olduğumuz için İslam'ın diriliş gücüne karşı tamamen cehâlet derekesine düştük.

Kameralar Gazze'ye değil, Yemen’e Arakan'a değil; kameralar bize döndü. İmtihanlar Gazze'ye değil; bize geldi. Biz duaya muhtaç hale geldik, Gazze değil. Artık ilahî kameralar altında olan ateşin tam ortasında kalmış olan bizler, her bir yandan zulüm altında kalmış olan yine bizleriz. Osman Nuri Topbaş Hocamızın dediği gibi: “Bugün Filistin'deki mazlum din kardeşlerimizin hali hepimizi derin bir nefs muhasebesine sevk etmeli. Zira bu hal onlar için de ağır bir imtihan bizim için de. Onlar için sabır ve sebat imtihanı, bizim için ise din kardeşlerimize ne kadar vefa gösterebildiğimizin imtihanı.”

Melekler yarış yapıyorlar her gün Gazze'ye, bombaların ardından. Allah Teâlâ alıyor sevgili kullarını yanına, şehitler makamına, sürgün olup göçüyorlar cennet bahçelerine, ölümleri bayrama, düğün gününe dönüşüyor. O şehitlik makamını arzulayan, hususiyetle bunun için yaşayanlardan biri de İsmail Heniyye'dir. İslam olabilen ve bu davada kendisi şehit olma duası ile yollara düşen bir yürek, ailesinden şehit olanların haberini huzurla kabul eden bir yiğit ve sonunda şehadeti ile birlikte vuslatına ermiş oluyor. Biz ise hala hakikat çağrısının sesine sağır, hadiseleri okumada bilinçsiz ve kulluk aşkında hissiz haldeyiz.

Peygamberimiz buyuruyor ki; “Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.”

Baş gözü ile değil, kalp gözü ile Gazze'yi seyredersek “uykusuzluk ve ateşli hastalığı” hissedebileceğiz. Filistin'deki insanların acısını, ağrısını, sancısını hissedebileceğiz. İşte o zaman derhal canımızı ortaya koyacağız. Zulümden nura doğru içimizde hicret edeceğiz. İç mücadele yani ‘büyük cihad’ı başarmaya çalışacağız, kendi zulmümüzü kaldırmaya, kalpte yer alan putları kırmaya, ruhdaki perdeleri kaldırmaya gayret edeceğiz. Gizli hazinenin keyfini sürdürmeye, sadrın genişlemesinin keyfini sürdürmeye, ezelden akan rahmet suyuyla yıkanmaya çalışacağız. Ve ilâhî farkındalık meyvesini tatmaya çalışacağız.

İslam’la birlikte hidayet nuru varlığımızın her hücresine tesir etmektedir. İnsanın havasızlıktan ölmesi gibi İslâmsızlıktan ölmesi de mukadderattır. Kaybettiğimiz İslam hazinesini bulmak üzere yoğunlaşmaya ihtiyacımız var. İnsan yitirdiği bâtınî boyutunu, rahmet ve lütuflara karşı hassasiyetini, saflığını tekrar kazanmaya gayret etmelidir.

Mümin, Hakikat peşine düşmeye gayret ederse, ruhunun özlemini takip etmeye çalışırsa, ebedî hayatı ve ölümsüzlüğü kazanması mümkündür. Diriliş gücüne erişmesi mümkündür.

Böylece zulüm bulutları kendiliğinden dağılır ve güneşli günlere kavuşuruz. Alev alev yanan yerler rahmet yağmurları ile yıkanır ve yeşilliklere doğar. Ve bir gün İslam oluruz, fetih iner kalplere, kalplerden ruhlara, ruhlardan birliğe...

Hiç değilse acılı bir müminin gözyaşına katıl, hiç değilse teselli edecek bir söz dağıt, hiç değilse geceleri uykuların kaçsın.

Ve hiç değilse artık mümin kimliğine yeniden geri bürün ve böylece Allah'ın Habibi Muhammed Mustafa aleyhisselamın aşkının peşinden yürü.

Aliya İzzetbegoviç'in şu muazzam sözüne kulak verebilseydik; “İslam korkakların değil cesur ve atılgan müslümanların omuzlarında yükselecektir.”

Kaynak: Rabia Brodbeck, Altınoluk Dergisi, Sayı: 463

İslam ve İhsan

GAZZELİ KARDEŞLERİMİZ İÇİN NELER YAPABİLİRİZ?

Gazzeli Kardeşlerimiz İçin Neler Yapabiliriz?

ZULÜM VE SOYKIRIMA KARŞI GAZZELİ KARDEŞLERİMİZİN MÜCADELESİNE MÜMİNCE BAKIŞ

Zulüm ve Soykırıma Karşı Gazzeli Kardeşlerimizin Mücadelesine Mümince Bakış

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.