Gdo Nedir? Gdo'nun Etkileri Nelerdir?
Araştırmacı Gazeteci Can Kemal Özer ile Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) hakkında değerlendirmelerde bulunduk. Genetik müdahalenin etkisi ve GDO hakkında bilmemiz gerekenler...
1968 Konya Bozkır Armutlu’da doğan Can Kemal Özer gazeteciliğe 1988’de Türkiye’de Yarın Gazetesi’nde başladı. Çeşitli medya kuruluşlarınca muhabir, editör, yayın danışmanı, haber müdürü, genel yayın yönetmeni gibi görevlerde bulundu. Muhtelif sivil toplum kuruluşlarında yöneticilik yaptı. Bilişim ve kamuoyu araştırma şirketlerinde çalıştı. Radyo programları hazırladı. Halen Haftalık Haber Dergisi Gerçek Hayat’ın Genel Yayın Yönetmenliğini yürütüyor.
- Bakara Sûresi 205. ayet-i kerimede Rabbimiz yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan, ekin ve nesli yok etmeğe çalışmaktan söz ediyor. Bu ayetin ışığı altında Genetiği Değiştirilmiş Organizmaları (GDO) nasıl değerlendirmemiz gerekir, GDO yeni bir şey midir?
CAN KEMAL ÖZER: En basit tarifiyle GDO, kâinatta var olan herhangi bir canlının fıtratını, yaratılma biçimini değiştirmek demektir. Canlının yaradılışındaki murad-ı ilâhiyeye aykırı olarak onun üzerinde biyolojik müdahalede bulunmaya biz genetik müdahale diyoruz. Bakara 11-12, Bakara 211, Nisa 119 gibi pek çok ayet-i kerimede bu hususa temas edilir. Suâlinizde zikrettiğiniz ayeti kerimedeki ‘hars’ kelimesi mealler tarafından ‘ekin’ diye tercüme ediliyor. Ekin doğrudur ama yeterli değildir.
Hars kelimesiyle ilgili eski eserlere, şerhlere baktığımız zaman bu kelimenin fıtrat ile ilişkili olduğunu görüyoruz. Hars’ın yaratılma biçimiyle ilişkili olduğu, daha da ileriye giderek erkeğin spermi, kadının yumurtası (hem insanlar hem hayvanlar için), tohumun rüşeymi, tohumun kendisi, toprak gibi pek çok canlıların üreme görevlerini ifa eden unsurları belirttiği anlaşılır. Mesela bugün hibrit tohum dediğimiz tohumların üreme organları yok edilmiştir. Dolayısıyla bunlardan elde ettiğiniz tohumlar kısırdır. Yeniden ekemezsiniz. Mütedeyyin olarak zikredebileceğimiz Müslüman genetikçiler ve ziraatçiler dahi ‘hibrit’i genetik müdahale olarak görmezler. Hâlbuki bir canlıyı kısırlaştırıyorsunuz, hem onun bir fonksiyonunu çıkartıyorsunuz, hem de içindeki unsurlardan birini yok ediyorsunuz. Sonra da ‘genetik müdahale değil’ diyorsunuz. Bu kabul edilebilir bir şey değildir. Bunu yapanlar ya cehaletten ya da ihanetten yaparlar.
Genetiği değiştirme, müdahale etme konusunu dışarıdan başka bir unsuru onun içine dâhil etme şeklinde tanımlayarak bizi aldatmaya çalışıyorlar. Genetik müdahale canlının yaratılma biçimine yapılan her türlü müdahaleyi ihtiva eder. O da zikrettiğiniz ayet-i kerimedeki ‘hars’ kelimesiyle tam da yerine oturur. Zaten Nisa suresi 119. ayet-i kerimede şeytan, “Onlara emredeceğim de Allah’ın yaratma şeklini değiştirecekler” şeklinde vaatte bulunuyor. Bakara Sûresi'nde bu tür müdahaleleri yapanların -illaki genetik olması şart değil- kendilerini “ıslah edici” olarak tarif etmeleri, halbuki bunların ifsad edici olduklarının ayet-i kerimede bildirmiş olması, günümüzdeki tohumcuların da sürekli ıslahtan söz etmiş olmaları çok manidardır. Bu arada genetik müdahale Mendel ile 19. asırda başlamıştır. 1930’lardan sonra büyük yol kat eden bu süreçte 2000’lere geldiğimizde artık ipin ucu iyice kaçmıştır.
- Biz üniversitedeyken GDO’nun dünyadaki açlığı gidermek için önemli bir gelişme olduğu anlatılıyordu. Dünyada gittikçe artan bir açlık söz konusu, BM'ye bağlı gıda ve tarım örgütüne göre (FAO) yaklaşık 1 milyar insan gıdasız kalmış durumda (2017 raporuna göre). Dünyada açlık olduğu bir gerçek. Peki, GDO’nun açlığı çözeceği iddiası ne kadar doğru?
KEMAL ÖZER: Birleşmiş Milletlerin verileri doğru değil, dünyada açlıkla mücadele eden insan sayısı 100 milyonun altındadır. Bunlar manipüle edilmiş veriler. Onların açlık algısı New Yorklu bir adamın doyma rakamlarıyla ölçülebilir bir şeydir. Dolayısıyla New Yorklu gibi tüketmiyorsanız aç sayılırsınız. Oradan bakarsanız dünyanın hepsi açtır. Oysa bugün dünyada obez ve şişmanların sayısı 2 milyarı geçmiştir. 2 milyar insan şişman ve obez iken 1 milyar insan aç demek gözümüzün içine baka baka bize saf muamelesi çekmek demektir.
İkincisi bu konunun üzerinden para kazanmak gibi bir çıkar var. Unesco vs. gibi örgütler ve diğer yardım kuruluşları, bu konu üzerinden duygu sömürüsü yapmaktadır. Angolalı, Etiyopyalı, Nijeryalı, Sudanlı, Somalili bir adamın sofrasında 1 çeşit yemek varsa o doyar ve şükreder. Ama İstanbullu bir adamın sofrasında 5-10 çeşit varsa belki doyar. Bir New Yorklunun sofrasında ise her şey olmalıdır. New York’tan kastettiğimiz, tabi ki New York’un sokaklarında yatanlar değil, varlıklı olanları kastediyoruz. Dünyada açlık sorunu değil paylaşım sorunu var.
Dünyanın varlıkları 1-2 milyon kişinin elinde, bunlar insanların ihtiyaçlarını gidermek yerine sömürmeyi tercih ettikleri için bu konuyu bize karşı silah olarak kullanıyorlar. Eğer GDO’nun açlığı ortadan kaldıracağı tezi doğru olsaydı BM 1960-70’li yıllarda dünyada henüz 120 milyon insan açken (kendi verileri üzerinden) açlık günümüze kadar 10 kat kadar artmadan bu meseleyi çözerdi. Ama bu olmamıştır. Buradaki asıl hikâye tohumun mülkiyetini transfer etmektir. Daha doğrusu tohumdan bahsettiğimiz zaman sadece bitki tohumu anlaşılmamalı. Mesele; canlıların kendi neslini sürdürme görevlerinin ellerinden alınıp birilerinin tekeline veya inisiyatifine bırakma hadisesidir. Dolayısı ile GDO açlık sorununu çözmez, mülkiyet sorunu meydana getirir, açlık sorunu meydana getirir, kısırlık ve hastalık endüstrisini besler, bizi bir birimize düşürür ve insanlığın da bir avuç şeytanın kuklası olmasına neden olur.
- GDO’lu ürünlerin üzerimizde ne gibi olumsuz etkileri olabilir. GDO deyince akla genelde gıda geliyor, başka alanlardan da GDO’dan bahsedilebilir mi?
KEMAL ÖZER: Genetiği değiştirilmiş bir inek örneği verelim. Normal bir inek günde 5 litre kadar süt verir, 25-30 yıllık bir ömrü vardır ve ömrü boyunca 25 kadar da yavru verir. Genetik müdahaleye maruz bırakılan bir inek, günlük 20 litre süt verir ancak yaklaşık 4-5 yıl yaşar ve bu yıl içerisinde de en fazla 2-3 yavru verir. Bu ineklerden aldığımız sütün henüz damarlarda işlenmesi tamamlanmadığı için, kanlı bir şekilde memede toplanır. Kan, virüs ve bakterilerin cirit attığı yerdir ve bu süt hastalıklara sebep olur. Bu hayvanın memeleri iki bacağının arasına sığamayacak kadar büyüktür ve hayvan huzursuzdur. Bu hayvan merada otlayamaz, yürümeye mecali yoktur. Bu hayvanın önüne sentetik kimyevî yiyecekler koyacaksınız ve normal beslenmesi yerine 15 saat aralıksız, sentetik ve doyma yetisini yok edici kimyevi maddelerle desteklenmiş gıdaları vereceksiniz ki, onlarda size ‘et’, ‘süt’ olarak geri dönecekler ve siz de bundan besleneceksiniz. Bu akıllı ve merhamet sahibi bir insanın kabul edebileceği bir şey değildir. Ancak kalbinden merhametin sökülüp atıldığı insanlar bunu yapabilirler. Ne yazık ki, bunu günümüzde yaşayan pek çok Müslüman da kabul ediyor. Bu hayvanı düşünün, cinsî münasebet özgürlüğü yok, elinden alınmış. Çünkü dışarıda döllenen yumurta bu hayvanın rahmine yerleştiriliyor tüp bebek usulleriyle. Kendi tabiî usullerle üreme imkânı yok, merada otlama imkânı yok, güneşten istifade etme imkânı yok, havadan istifade imkânı yok, dilediğini yiyip içme özgürlüğü elinden alınmış, bedenini sığdırabileceği kadar dar bir alanda yemek, içmek ve süt üretmek şeklinde fabrikalaştırılmış. Bu merhamet sahibi insanların yapabileceği bir şey değil ve merhamet etmeyene merhamet olunmazsa, merhamet edilmeyen hayvandan elde edilecek et, süt, yumurta da size merhamet getirmez ancak bela üretir.
Genetiği değiştirilmiş organizmaların en yaygın kullanıldığı alan ilaç ve aşı sektörüdür. Burada, rekombinant DNA teknolojisi denilen bir teknoloji kullanılır. Bu direk hücreye müdahale edebilen bir teknolojidir. 2012 yılında geliştirilen yeni bir teknik var ve bu teknik ile saç kılından 10 kat daha ince, içinde sim kartı bulunan ve baz istasyonlarıyla haberleşebilen özel ID’si olan ilaçlar geliştirdiler. 2012 den beri kullanılıyor ama muhtemelen henüz Türkiye’de yok. Bu teknoloji sayesinde siz baz istasyonları, cep telefonları üzerinden yönetilebilir hale geliyorsunuz. Kanınızın örneği uzaktan alınıyor, hareketleriniz izleniyor, davranışlarınız izleniyor ve size komut gönderebiliyorlar. Geldikleri yer burası, bunun gizliden uygulanıp uygulanmadığını bilmiyoruz. Ama dünyanın çeşitli ülkelerinde, organ yetmezliği yaşayanlar, diyabetliler, kalp sıkıntısı yaşayanlar, organ nakli yapılanlara bu teknoloji şu an uygulanıyor. Gelinen nokta korkunç ve dehşete düşürücü bir durumdadır. Ancak bu aşılarla her doğana uygulanmaya başlandığından herkes filmlerde gördüğünüz robota dönecek. İşte o gün gerçek kıyamettir.
- Şu an tohum konusunda da ciddi sıkıntılarımız var. Ebter yani kısır tohumlar köylere dahi girmiş durumda. Yerli tohumdan bahsediliyor. Yerli tohumun ne kadarı millî, ne kadarı yerli? Yerli olmakla iş bitiyor mu?
KEMAL ÖZER: Tabiatta yerli ve millî diye bir şey olmaz. Tabiat fıtridir ve Allah’ın yaratma biçimiyle devam eder. Siz buna müdahale ettiğiniz andan itibaren yerlisi ve millisi olmaz bu işin. Tohumu kimin ürettiği önemli değil, tohum an’anevi tohumumuz mu, tabii tohum mu biz buna bakarız. Yahudi de üretebilir, ateist de üretebilir, Hristiyan da üretebilir, Müslüman da, hiç önemli değil. Biz tohumun tabiatına bakarız. Tohumun tabiatı bozulmadığı sürece, Hristiyan üretse de biz onu alırız. Ancak insanlığın tohum üretmesine gerek yoktur. Eğer siz an’anevi/tabiî tohumla ziraî bir faaliyet yapıyorsanız, ürettiğiniz her ürün zaten kendi tohumunu üretir. Siz de hasadınızın en verimli, en nitelikli bazı yerlerinden tohum olarak ayırırsınız ve yeniden ekersiniz. Bunun için ne tohum endüstrisine, ne tohum şirketine, ne ziraatçıya, ne genetikçiye, ne de devlete ihtiyaç vardır. Siz diyelim ki maydanoz üretirseniz, ürününüzün bir bölümünden tohum alıkoyarsınız, yeni seneye tohumunuz hazırdır. Ancak Türkiye’de 1940’lardan bu yana hibrit veya genetiği değiştirilmiş mekanizma devrede olduğu için köylerde tohumların da en az yüzde 90’ı belki de daha fazlası hibrit, ticari, endüstriyel tohumlara dönüşmüştür. Dolayısıyla bizim tohumu ithal edip etmememizin bir önemi yok. Burada ürettiğiniz tohumla, ithal ettiğiniz tohum genetik olarak müdahaleye maruz kalmışsa Köln’de üretmişsiniz, Mekke’de üretmişsiniz ya da Bursa’da üretmişsiniz, hiçbir şey fark etmez. Bizim bir tohum meselemiz vardır, o da yerlilik ve millilik meselesi değil, tohumumuzun çalınma meselesidir.
- Pek, hocam son olarak bize düşen görev nedir?
KEMAL ÖZER: Tohumun yeri topraktır, herkes bulduğu bir alanda, 1 m2 ise bir, 100 m2 ise yüz metrekarede, toprağa tohum saçmalıdır. Toprakla barışmak ve ünsiyet kurmak zorundayız. Topraktan uzaklaşan buhrana girer. Topraktan uzaklaşan anti-depresan bağımlısı olur, kanser olur, kısırlaşır. Herkes an’anevi tohum bulup toprakla buluşturacak. Bu hem kendi iyiliği için, hem neslinin sıhhati için, hem de emanetin muhafazası için şarttır. Eğer biz hakiki tohumlarımızı toprakla buluşturmazsak, tedrici olarak kendiliğinden ölecektir. Şartlar ne olursa olsun bir süre sonra ortadan kalkacaktır. Herkes 7’den 70’e apartmanlardan, bu beton hapishanelerinden çıkıp, yüksek katlı hapishanelerden çıkıp, toprakla buluşmalıdır, başka çare yoktur. Ayrıca herkes kendi uzmanlık alanının hayır yönünü de şer yönünü de bilmeli ve hayır için çalışmalıdır. Bilgiyi çoğaltmalı ve bataklığı kurutmak için savaşmalıyız.
Kaynak: Altınoluk Dergisi Şubat - 2020, Sayı:408
YORUMLAR