Gece İbâdeti ile İlgili Örnekler
Vakitler içinde Allâh’a yakınlık bakımından, diğerlerine göre daha fazîletli olan bir vakit var mıdır? Peygamber (s.a.v.) Efendimiz gece hayatı nasıldı? Peygamberimizin (s.a.v.) gece yaptığı ibadetler nelerdir? Gece ibâdeti ile ilgili örnekler...
Gecenin derûnunda Cenâb-ı Hak ile beraber olmak, kul için târifsiz bir saâdet kaynağı, Mevlâ’mızın da bundan râzı ve hoşnud olması sebebiyle müstesnâ bir rahmet, mağfiret ve lûtuf vesîlesidir. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“(O müttakîler, geceleri namaz kılmak ve istiğfâr etmek için) yanlarını (tatlı) yataklarından ayırırlar. Rab’lerinin azâbından korkarak ve rahmetini umarak duâ ederler. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan da hayır yollarına infâk ederler.” (es-Secde, 16)
Rabbimiz’in geceye lûtfettiği sırlar, hikmetler ve feyizler kişinin kalbî seviyesi nisbetinde ayân olur. Mîrâc gibi ilâhî ikramların, vahyin nüzûlünün ve bunların zıddı olan ilâhî intikam tecellîlerinin daha ziyâde gecenin derûnunda vukû bulmuş olması da gösteriyor ki günün bu vakitlerine ayrı bir ihtimam göstermek îcâb etmektedir.
Allâh’a yakınlaşma azmindeki mü’minler için geceler, derûnundaki sükûnet ve feyz dolayısıyla müstesnâ bir ganimettir. Nitekim hadîs-i şerîfte:
“Gecede bir saat vardır ki Müslüman bir kimsenin Allah’tan, dünyâ veya âhiretle alâkalı bir hayır talebi o saate rastlarsa, Allah dilediğini ona mutlakâ verir. Bu saat her gecede vardır.” buyrulmuştur. (Müslim, Müsâfirîn, 166)
Hâce Ali Râmitenî -kuddise sirruh- da şöyle buyurur:
“Üç kalp birleştiği zaman, mü’min kulun arzusu tahakkuk eder: Mü’minin samîmî kalbi, Kur’ân’ın kalbi Yâsîn sûresi ve gecenin kalbi seher vakitleri.”[1] Bu ganimetin kadrini lâyıkı ile bilenler, bütün mahlûkâtın istirahate çekilip cümle âlemi derin bir sükûnetin kapladığı bir zamanda, duâ, ibâdet ve Rab’lerine teveccüh etmenin en feyizli zemînini bulurlar. Cenâb-ı Hak, o bahtiyar kullarını medhederek şöyle buyurur:
“Onlar, geceleri pek az uyurlardı. Seher vakitlerinde de istiğfâr ederlerdi.” (ez-Zâriyât, 17-18)
Geceler, tatlı ve yumuşak yatakları sırf Allah Teâlâ’nın rızâ-yı şerîfi için terk ederek ilâhî huzûra, yalnızca ve yalnızca muhabbet ve aşk sebebiyle baş koyma zamanıdır. Dolayısıyla gecenin huzurlu iklîminde kılınan namazların, okunan Kur’ân’ların ve yapılan tesbîhâtın Allâh’a yakınlık bakımından çok büyük bir ehemmiyeti vardır. Gece yapılan ibâdetler, âdeta Yüce Yâr ile buluşup sohbet etme mâhiyeti taşır. Herkes uyurken uyanık olmak, Mevlâ-yı Müteâl’in rahmet iklîmine girmek, muhabbet ve merhamet meclisine dâhil olan müstesnâ kullar arasına katılmak demektir.
Gece ibâdetine gösterilen rağbet, gönüllerdeki aşk ve muhabbet-i ilâhînin şiddeti nisbetinde olur. Nitekim gece ibâdetinin mânevî hazzını ve feyzini tadan bâzı âbidler: “Ben ölümden korkmazdım, lâkin o benimle gece namazımın arasına girmektedir.” demişlerdir.
Hakîkaten, Rabbini sevdiğini iddiâ eden bir kimsenin derin bir gaflet içinde sabaha kadar uyuması nasıl düşünülebilir? Bu sebepledir ki seherleri ihyâ etmek, kulun Rabbine duyduğu hâlisâne muhabbet ve tâzîmin bir ifâdesidir. Gafletle geçirilen veya uykuya mahkûm edilen bir gece ise; taşa, denize ve çöle yağan yağmur gibi semeresiz ve telâfisi zor bir kayıp sayılmalıdır.
Nitekim Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Abdullâh bin Amr bin Âs’a şu tavsiyede bulunmuştur:
“–Abdullâh! Falan adam gibi olma! Çünkü o, gece ibâdetine devâm ederken artık kalkmaz oldu.” (Buhârî, Teheccüd, 19)
Demek ki teheccüdden geri kalmak, mühim bir kayıp ve hüsran sebebidir.
Geceden nasip alabilmek, “istiğfâr” ile başlar; tevhîd, salevât-ı şerîfe ve zikrin rûhâniyetine bürünmekle devâm eder. Seherlerdeki zikir, yâni kulun Mevlâ’sı ile buluşması, kalbin ihyâsı bakımından bulunmaz bir fırsat ve ihmâl edilemez bir ihtiyaçtır. Zîrâ cesedimizin maddî gıdâya ihtiyâcı olduğu gibi, rûhumuzun da mânevî gıdâya ihtiyâcı vardır. Cenâb-ı Hak, seherlerde îfâ edilen zikre, sâir zamanlardakinden daha fazla kıymet vermektedir. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Gecenin bir kısmında O’na secde et; gecenin uzun bir bölümünde de O’nu tesbîh et! Şu insanlar, çarçabuk geçen dünyâyı seviyor, istiyor ve tercih ediyorlar da önlerindeki çetin bir günü (âhireti) ihmâl ediyorlar.” (el-İnsan, 26-27)
Amr bin Abese -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:
“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Vakitler içinde Allâh’a yakınlık bakımından, diğerlerine göre daha fazîletli olan bir vakit var mıdır?” diye sordum.
“–Evet, Rabbin kula en yakın olduğu vakit, gecenin son kısmının ortasıdır. Eğer o saatte Allâh’ı zikreden kimselerden olmaya gücün yeterse ol! Çünkü namaz (o saatte) meşhûddur (melekler o esnâda hazır bulunurlar).” buyurdu. (Nesâî, Mevâkîtü’s-Salât, 35)
Velhâsıl mü’min, geceyi Allâh ve Rasûlü’nün tavsiyeleri istikâmetinde gâyeli kullanabilir ve zikrin rûhâniyetinden nasip alabilirse, gecesi gündüzünden daha aydınlık olur. Nitekim Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri:
“Geceler gündüz hâline gelmeden bana hiçbir sır fetholunmadı.” demiştir.
Gecelerin kıymetini bilerek o büyük lûtuflarla dolu zamanı lâyıkıyla ihyâ edebilenler için, seherlerin rûhâniyeti, bütün güne yansır. Bu itibarla gecelerin feyz ve rûhâniyet dolu iklîminden lâyıkıyla istifâde edebilmek için, seher modelini bütün günümüze yaygınlaştırarak gündüzleri de mâsiyetten sakınmamız îcâb eder.
GECE İBADETİ İLE İLGİLİ ÖRNEKLER
Peygamberimizin Gece Yaptığı İbadetler
Cenâb-ı Hak, Habîb-i Ekrem’ine, gecelerin feyizli iklîminden istifâde etmesi için şöyle emir buyurmuştur:
“Gecenin bir kısmında da sâdece sana mahsus bir fazlalık olmak üzere Kur’ân oku, teheccüd namazı kıl! Umulur ki Rabbin Sen’i Makâm-ı Mahmûd’a eriştirir.” (el-İsrâ, 79)
Bu emr-i ilâhîden sonra Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, gecelerin bereketli ve feyizli anlarında namaz kılmayı, istiğfarda bulunmayı, Kur’ân okumayı ve duâ etmeyi hiç terk etmemiştir. Öyle ki, hastalandığı ve ayağa kalkamayacak kadar tâkatsiz kaldığı zamanlarda dahî, teheccüd namazından geri kalmamış, oturarak da olsa seherleri ihyâ etmiştir. (Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 18/1307)
Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, teheccüd namazını hayâtı boyunca vitirle birlikte on üç, ömrünün son yıllarında da on bir rekât olarak kılmaya devâm etmiştir. Vefatlarına yakın, hastalıkları esnâsında ise dokuz rekât olarak kılmış ve hiçbir zaman terk etmemiştir. (Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 26/1363)
Peygamberimiz Geceleri Kaç Rekat Namaz Kılardı?
Hazret-i Âişe vâlidemiz şöyle haber verir:
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ne Ramazan’da ne başka zamanda gece on bir rekâttan fazla namaz kılmazdı. Önce dört rekât kılardı ki, onların güzelliği ve uzunluğu anlatılacak gibi değildi. Sonra dört rekât daha kılardı. Onların da güzelliğini ve uzunluğunu hiç sormayın. Sonra üç rekât daha kılardı. Bir defasında ben:
“–Yâ Rasûlâllah! Vitri kılmadan mı uyuyorsunuz?” diye sordum.
“–Âişe! Benim gözlerim uyur ama kalbim uyumaz.” buyurdu. (Buhârî, Teheccüd 16, Terâvih 1; Müslim, Müsâfirîn 125.)
Bu hadîs-i şerîf, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in kalbinin sadece ibâdetler esnâsında değil, her dâim Cenâb-ı Hak ile beraber olduğunu da ifâde etmektedir.
Peygamber Efendimiz’in Gece Namazı
Bir defâsında nâfile namaz kılmakta olan -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e tâbî olan Huzeyfe -radıyallâhu anh-, O’nun ibâdet esnâsındaki hâlini şöyle anlatıyor:
“Bir gece Allah Rasûlü ile beraber namaza durdum. Bakara sûresini okumaya başladı. Ben içimden, «Yüzüncü âyete gelince rukûya varır herhalde.» dedim. Yüzüncü âyete geldikten sonra da okumasını sürdürdü. «Herhalde bu sûre ile iki rekât kılacak.» diye zihnimden geçirdim. Okumasına devâm etti. «Sûreyi bitirince rükûya varır.» diye düşündüm. Ancak yine bitirmedi, Nisâ sûresini okumaya başladı. Bitirince de Âl-i İmrân sûresine geçti.[2] Ağır ağır okuyor; tesbih âyetleri geldiğinde, «sübhânallâh» diyor, duâ âyeti geldiğinde duâ ediyor, istiâze âyeti geldiğinde de Allâh’a sığınıyordu. Sonra rükûya vardı, «Sübhâne Rabbiye’l-Azîm» demeye başladı. Rükûu da kıyâmı kadar sürdü. Sonra, «Semiallâhu li-men hamideh. Rabbenâ leke’l-hamd» diyerek (doğruldu). Rükûda kaldığına yakın bir müddet kıyamda durdu. Sonra secdeye vardı. Secdede, «Sübhâne Rabbiye’l-A’lâ» diyordu. Secdesi de kıyâmına yakın uzunlukta sürdü.” (Müslim, Müsâfirîn, 203)
Rüku veya Secdede Zikir
Hazret-i Âişe vâlidemiz şöyle der:
“Bir gece Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanımda olmadığını fark ettim. Diğer hanımlarından birinin yanına gittiğini zannettim. Aramaya başladım. Bir müddet sonra dönüp geldim, bir de baktım ki O, rükû veya secde hâlinde:
«(Allâh’ım) Sen’i noksan sıfatlardan tenzîh eder ve Sana hamd ederim. (Rabbim!) Sen’den başka ilâh yoktur.» diyordu. Bunun üzerine (biraz da kendimden utanarak) şöyle dedim:
«–Anam babam Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah! Ben nelerle meşgulüm, Sen nelerle!..»” (Müslim, Salât, 221)
Teheccüd Namazına Kalkın!
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, mânevî terakkînin en mühim vâsıtalarından biri olan teheccüdün bütün ümmeti tarafından hassâsiyetle edâ edilmesini istemiştir. Bu husustaki telkinlerine öncelikle yakınlarından başlamış ve bir gece Hazret-i Ali ile Fâtımâ’nın kapısını çalarak:
“–Namaz kılmayacak mısınız?” buyurmuş,[3] gecenin mânevî feyzinden istifâde etmelerini ısrarla tavsiye etmiştir.
Diğer ashâbına da:
“Aman gece kalkmaya gayret edin! Çünkü o, sizden önceki sâlih kimselerin âdetidir. Yine o; Rabbiniz’e yakınlıktır, kötülüklere kefârettir (onların örtülmesine vesîle olur) ve günahlardan alıkoyar.” (Tirmizî, Deavât, 101/3549) buyurarak onları seherlerde uyanık olmaya dâvet etmiştir.
Geceleyin Fazla Uyuma!
Câbir bin Abdullâh -radıyallâhu anhümâ- anlatıyor:
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurdular ki:
“Hazret-i Dâvûd’un oğlu Süleyman -aleyhisselâm-’ın annesi, oğlu Süleyman’a:
«–Yavrucuğum! Geceleyin fazla uyuma! Zîrâ geceleyin fazla uyku, kişiyi kıyâmet günü fakir bırakır.» demiştir.” (İbn-i Mâce, İkàmetü’s-Salâh, 174)
Teheccüd Namazının Fazileti
İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ-’nın anlattığı şu hâdise, teheccüdün insanı cehennem azâbından uzaklaştıracağını açıkça ortaya koymaktadır:
“Allah Rasûlü’nün sağlığında rüyâ gören bir kimse, onu Peygamberimiz’e anlatırdı. Ben de bir rüyâ görmeyi ve onu Efendimiz’e anlatmayı çok isterdim. O zaman bekâr bir delikanlı idim ve mescidde uyurdum.
Bir defasında rüyamda iki melek beni Cehennem’e götürdüler. Baktım ki o, kuyu duvarı gibi örülmüş olup kuyununki gibi iki direği vardı. Şaşırdım, orada kendilerini tanıdığım bazı insanlar da bulunmaktaydı. Ben:
«–Cehennemden Allâh’a sığınırım! Cehennem’den Allâh’a sığınırım!» diye haykırdım. O sırada bir başka melek gelip bana:
«–Korkma sana bir şey olmayacak!» dedi.
Bu rüyâyı ablam Hafsa’ya anlattım, o da Allah Rasûlü’ne anlatmış. Bunun üzerine Efendimiz şöyle buyurmuş:
«–Abdullâh ne güzel ve ne iyi bir adamdır! Bir de geceleyin namaz kılmış olsaydı!..»”
Abdullâh -radıyallâhu anh-, o günden sonra gecenin büyük bir kısmını ibâdetle geçirir, çok az uyurdu. (Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 19)
Allah’ın Sevdiği ve Buğzettiği Kişiler
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir kudsî hadîste Yüce Rabbinden naklen; gizlice infakta bulunan, teheccüde kalkan ve Allâh yolunda samîmiyetle gayret gösteren mü’minleri medhederek şöyle buyurmuştur:
“Üç kişi vardır, Allâh onları sever. Üç kişi de vardır ki, Allâh onlara buğzeder. Allâh’ın sevdiği üç kişiye gelince:
Bir adam bir cemaate gelir, aralarındaki bir yakınlık sebebiyle değil de, sırf Allâh adına onlardan bir şeyler ister. İstediğini vermezler. Bu topluluktan biri yavaşça, kimseye hissettirmeden cemaatin arka tarafına kayar ve isteyen kimseye gizlice ihsanda bulunur. (Öyle gizli verir ki) onun verdiğini sâdece Allâh ile yardım ettiği kimse bilir.
(İkinciye gelince:) Bir cemaat yoldadır. Gece boyu yürürler. Derken (yorulurlar ve) uyku herşeyden kıymetli hâle gelir. Bir yerde konaklarlar. (Herkes uyur.) İçlerinden birisi kalkıp Bana karşı tevâzû ile tazarrûda bulunur, âyetlerimi okur.
(Üçüncüsü de şudur:) Bir kimse seriyyeye (askerî harekâta) katılmıştır. Düşmanla karşılaşır ve hezîmete uğrarlar. Ancak o ilerler, öldürülünceye veya muvaffak oluncaya kadar savaşmaya devâm eder.
Allâh’ın buğzettiği üç kişi ise: Zinâ eden ihtiyar, kibirli fakir ve zâlim zengindir.” (Tirmizî, Cennet, 25/2568; Nesâî, Zekât, 75)
Gece Namazı Kılanlara Müjde!
Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’ın rivâyetine göre Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Cennette birtakım köşkler vardır. Dışları içlerinden, içleri de dışlarından görülür.” buyurmuştu. Bunu işiten bir bedevî ayağa kalkıp:
“–Bu köşkler kimler içindir ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sordu. Fahr-i Kâinât Efendimiz:
“–Sözünü güzel ve hoş söyleyen, tatlı dilli, yemek yediren, oruca devâm eden ve gece herkes uyurken kalkıp Allâh için namaz kılan kimseler içindir!” buyurdu. (Tirmizî, Birr, 53/1984)
Sami Efendi Geceleri Nasıl Geçirirdi?
Muhterem üstâdımız Mûsâ Efendi -rahmetullâhi aleyh-, rehber-i fâzılı olan Sultânü’l-Ârifîn Mahmûd Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri’nin mârifetullâh ve kulluk yolundaki yüksek ahlâkı ile geceleri ihyâ hâlinden bir ânını şöyle anlatır:
“Mahmûd Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri’nin, sîmâ-yı âlî, vech-i mübârekleri mütebessim olmasına rağmen, yüce gönülleri, için için ağlardı. Ümmet-i müslimenin, zâlimlerin elinden necât bulmaları için gözyaşı dökerlerdi. Günahkârların kurtuluşu ve affı için ağlarlar, yaşlarını içlerine akıtırlardı. Kur’ân-ı Kerîm tilâvet edilirken huşû içinde dinlerler, bâzen gözyaşları süzüle süzüle yanaklarına akardı. Bilhassa hac esnâsında Medîne-i Münevvere ile Mekke-i Mükerreme arasında vâsıta içinde refîklerinin uyuduğu zaman, ay ışığı altında, gözlerinden inci tâneleri gibi gözyaşlarının süzüldüğü görülürdü. Tasvîre sığmayan bu lâhûtî manzara, şâir ve ediplerin bile târifini yapmakta güçlük çekecekleri bir güzellikte idi.”
Musa Efendi’nin Gece İbadeti
Merhum pederimiz Mûsâ Efendi Hazretleri’nin gece ibâdetlerine olan iştiyakları, âşığın mâşuku ile buluşma ânına olan arzu ve hasretinin târifsiz bir tezâhürü hâlindeydi. Bedenen sıkıntılı ve muzdarip oldukları hastalık günlerinde dahî bu hâllerini muhâfaza ederler, böylece dâimâ ilâhî muhabbet ufkunun zirvesinde yaşarlardı. Nitekim geçirdikleri bir göz ameliyatı sonrası narkozdan henüz uyanmışlardı ki, etrafındakilere ilk sorduğu suâlleri:
“–Saat kaç oldu?” cümlesinden ibâret olmuştu.
“–Efendim! Saat üç olmak üzere!” denilince:
“–Gece ibâdeti pek mühimdir; ihmâl edilmez!” diyerek yanındakilerin yardımıyla hemen teyemmüm almışlar, içinde bulunduğu ıztıraplı hâli âdeta unutmuşçasına gönlünü Rabb’ine vererek târifsiz bir mânevî zevk ve şevk içinde îmâ ile iki rekât teheccüd namazı kılmışlar, sonra da mûtad zikir ve tesbîhâtını îfâya koyulmuşlardı. Bu hâliyle bizlere âdeta:
“Korkuyla ve ümitle Rab’lerine yalvarmak üzere vücutları yataklarından uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allâh yolunda harcarlar.” (es-Secde, 16) âyet-i kerîmesinin sırrını anlatıyorlardı.
Gece İbadetine Nasıl Kalkılır?
Bir kimse İbrâhîm bin Edhem Hazretleri’ne:
“–Gece ibâdetine kalkamıyorum, bana bir çâre öğret.” deyince şu cevâbı alır:
“–Gündüzleri Allâh’a isyân etme; geceleri O seni huzûrunda durdurur, geceleyin O’nun huzûrunda bulunmak, en yüce bir şereftir. Günahkârlar bu şerefi hak edemezler!”
“Onlar Geceleri Âbid, Gündüzleri de Süvâri Bir Millet”
Gece ibâdeti, rûhî ve bedenî sıhhatin te’mininde de en mühim müessirlerden biridir.[4] Hastalıkları defeder, maddî ve mânevî bir kuvvet, dirâyet ve heybet bahşeder. Bu hususla ilgili şu hâdiseler ne kadar ibretlidir:
Yermük Harbi’nde iki ordu birbirine yaklaşınca Rum kumandanı, İslâm askerlerinin durumunu tedkîk için bir Arap câsusu vazîfelendirdi. Câsus, gerekli istihbârâtı edinip dönünce:
“–Müslümanların durumu nasıl? Ne yapıyorlar?” diye sordu. Câsus gördüklerini şöyle anlattı:
“–Onlar geceleri âbid, gündüzleri de süvâri bir millet!..”
Bunun üzerine komutan şu cevâbı verdi:
“–Şâyet doğru söylüyorsan, yerin altında olmak, onlarla yerin üstünde karşılaşmaktan daha hayırlıdır...”[5]
Onlar, Geceleri İbâdetle Geçirirler, Gündüzleri Oruç Tutarlar
Buna benzer diğer bir hâdise:
Savaşlarda hiçbir düşman Rasûlullâh’ın ashâbına üstün gelemiyordu. Aynı şekilde müslümanlara yenilen Rum hükümdârı Hirakl, askerlerine hiddetle:
“–Yazıklar olsun size! Şu savaştığınız kavim nasıl insanlardır? Onlar da sizin gibi beşer değiller mi?” diye sordu.
“–Evet.” dediler.
“–Peki siz mi çoksunuz, yoksa onlar mı?” diye sorunca:
“–Efendim, biz her hususta onlardan kat kat üstünüz.” dediler.
“–O hâlde size ne oluyor ki, onlarla her karşılaştığınızda hezîmete uğruyorsunuz?” dediğinde ise Rum büyüklerinden bilge bir ihtiyar ayağa kalkarak şu tespitlerde bulundu:
“–Çünkü onlar, geceleri ibâdetle geçirirler, gündüzleri oruç tutarlar, ahitlerini yerine getirirler, iyiliği emredip kötülükten sakındırırlar ve aralarında her şeylerini paylaşırlar…”
Bu cevap üzerine Hirakl:
“–Sen gerçekten doğru söyledin.” dedi.[6]
Gecelerin Önemi Nedir?
Velhâsıl geceler, zihnin ve kalbin berrak; idrâk, tahassüs ve ifâdenin keskin; hâfızanın kuvvetli, maddî-mânevî yollarda ilerlemenin sür’atli ve kolay olduğu müstesnâ zamanlardır. Kendisini büyük vazîfelerin beklediği kimselerin gündüzlere hazırlanması için, geceler bulunmaz bir fırsattır. Toplumun ıslâhına gayret eden takvâ sâhibi, fedâkâr ve şuurlu kimseler için şahsiyeti inşâ demleridir. Gecenin sükûnet dolu bediî manzarasının hakîkî sırları ise, ancak onu ibâdet ve tefekkürde derinleşerek ihyâ edebilen sâlih mü’minlere âittir. Bu sır ve hikmetlere sâhip olan kulların kalp âlemleri, ulvî hasletlerle, yerler ve gökler kadar genişleyip nice ilâhî tecellîlere mâkes olur ve mârifetullâh libâsına bürünür.
Yâ Rabbi! Şu kısacık ömrümüzde, geceleri gafletle geçirme israf ve hüsrânından bizleri muhâfaza buyur! Gecenin esrârından bizlere hisseler nasîb eyle! İhyâ edilen gecelerin feyz yağmurlarıyla gönlümüzü âbâd eyle! Bir gece hükmünde olan şu dünyâdan bizleri Sen’in rızâna ermiş bir âşık-ı sâdık olarak âhiret sabâhına ulaştır ve ruhlarımızı vuslatının lezzeti ile mütelezziz eyle!..
Âmîn!..
Dipnotlar:
[1]. Muhammed Pârsâ, Muhammed Bahâeddîn Hazretleri’nin Sohbetleri, trc. Necdet Tosun, İstanbul 1998, s. 60. [2]. Bu hadîs-i şerîfin beyânına göre, Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- Bakara sûresinden sonra Nisâ sûresini, ondan sonra da Âl-i İmrân sûresini okumuştur. Bu sıralamayla okuyuş, hâlihazırdaki Bakara, Âl-i İmrân ve Nisâ şeklindeki sûre tertîbine uymamaktadır. Hadîs şârihleri, bunun hikmetini iki şekilde îzâh etmişlerdir: Birincisi, o zamanlar henüz sûrelerin tertibi son şeklini almamıştır. İkincisi de, bu sıralamayla okumanın da cevâzını göstermek içindir. [3]. Buhârî, Teheccüd, 5. [4]. Bkz. Tirmizî, Deavât, 101/3549. [5]. Taberî, Târih, Mısır ts., III, 418. [6]. İbn-i Asâkîr, Târîhu Dımaşk, ts., II, 97.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları