Geçmiş Zaman Olur Ki, Hayâl-î Cihan Değer
Dünyada 16. asra “Türk Asrı” denilmiştir. Bunun sebebi, sadece bu asrı dolduran askeri ve siyasi başarıların şa’şaa ve debdebesi değildir. Bilâkis onlarla birlikte ilimde ve güzel sanatların bütün şubelerinde aynı seviyede bir yükselişin gerçekleşmiş olmasıdır.
Ecdâdımız, gösterdiği rûhî derinliğe paralel olarak sanatta da incelik ve zarâfette zirveleşmiş, güzel sanatların her birine İslâm’ın rûhunu aksettirmişlerdir.
Mesela İslâm tasavvufunun derinliği ile Süleymâniye Câmiî ve Külliyesi tahlîl edildiğinde, oraya İslâm rûhunun aksetmiş olduğu, göz alıcı bir ihtişamla rûhâniyetin mezcedildiği ve bâzı tasavvufî motiflerin burada mâhirâne bir üslûpla sembolize edildiği net bir sûrette görülebilir.
TASAVUUFLA YOĞRULMUŞ SANAT
Tasavvufî neşveyle yoğrulmuş sanatkârların rûhî derinlik ve fedâkârlığını göstermesi bakımından şu misâl ne kadar ibretlidir:
Süleymâniye Câmiî’nin kubbe hatlarını yazma vazîfesi Hattat Karahisârî’ye verilmişti. Karahisârî, hatları, câminin ihtişâmına yakışır bir şekilde tamamlamak için olağanüstü bir gayretle çalışmaya koyuldu. Öyle ki son çizginin son tashîhini bitirdiği an, gözlerinin feri de tükendi ve dünyâyı seyir penceresi kapandı.
BÜYÜKLERİN BÜYÜKLÜĞÜ TEVÂZÛDAN
Câminin inşâsı tamamlanıp da ibâdete açılacağı zaman Kânûnî Sultan Süleyman Han:
“–Câmî-i şerîfi ibâdete açma şerefi, onu böylesine muazzam ve muhteşem bir şekilde binâ ve inşâ eyleyen mîmarbaşımız Sinan’a âittir.” dedi.
Sanatına önce tevâzûyu öğrenmekle başlamış olan Mîmar Sinan ise, zâhirdeki emsâlsizliğini, kalbî olgunlukta da göstererek o an hattat Karahisârî’nin fedâkârlığını düşündü ve Sultân’ın sözlerine edeple şu mukâbelede bulundu:
“–Hünkârım! Hattat Karahisârî bu câmî-i şerîfi hatlarıyla tezyîn ederken gözlerini fedâ etti. Bu şerefi ona bahşediniz!..”
İşte şair Hayâlî’nin ifade ettiği; “Geçmiş zaman olur ki / Hayâlî cihan değer.” mısrâlarının bize hatırlattığı sayısız misallerden ancak birkaçı…
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, 40 Soru 40 Cevap, Erkam Yayınları, 2011