Geçmişte Hayırlı Ümmet Nasıl Olundu?

VİDEOLAR

Osman Nûri Topbaş Hocaefendi bu haftaki sohbetlerinde ecdâdımızın nasıl hayırlı ümmet olduğundan bahsediyor.

Nasıl bir hayırlı ümmet olundu?

Notaras… Bizans asillerinden. İstanbulʼun fethinden evvel, nasıl bir Fâtihʼin vicdanına bir îtimad var: Notaras, bu, Bizans asilleri toplanıyor, adam; “Acaba İtalyaʼdan yardım mı isteyelim?” diyor.

“‒Yok!” diyor Notaras. “İstanbulʼda kardinal şapkası görmektense Türklerin sarığını görmeyi tercih ederiz.” diyor.

Bir medeniyet, dâimâ keyfiyette insanlarla meydana getirilir. Keyfiyette insanları çıkardığımız zaman, geriye bugünkü seyyahların kalıntılarını ibretle dolaştığı, ruhsuz bina molozları kalır.

“شَرَفُ الْمَكَانِ بِالْمَكِينِ : Mekânın şerefi, içinde bulunan insan iledir.”

Bugün teknik sayesinde yükselen, diken gibi sivri binâlar var. Sanki tek dişi kalmış medeniyetin yetiştirdiği insanın, kibrini, bencilliğini, mânâ ve zarâfetten mahrûmiyetini göstermekte. Sanki ruhsuz bir toplumun bir mezar taşı mesâbesinde kalmaktadır.

Şanlı ecdâdımız ise çil çil kubbeler gölgesinde, keyfiyetli insanlar yetiştirdi ve inşâ etti. İmâretler aç karınları, dergâhlar muhtaç gönülleri doyurdu. Muhteşem medeniyeti, keyfiyetli insan inşâ etti. Hayırlı ümmet oldu.

O keyfiyetli insanlar, üç kıtada nice beldeler fethettikten sonra beldelerin istîdatlı çocuklarını ideal insanlar hâline getirip onların iki dünyasını da mâmur etti. Meselâ bir misal verirsek; bir ideal insan: Biri, Enderun’da yetiştirilmiş Bosnalı Sinan Paşaʼdır.

Yavuz Selim Han Mısır Seferi esnasında; Memlûk fedâîlerinin, Yavuz’u şehid etmek için hücum edecekleri anlaşıldı. Sinan Paşa dedi:

“‒Ben (dedi) sizin kıyafetinize gireceğim, üzerime çekeceğim fedâîleri, siz dağın arkasından dolaşıp gelirsiniz.” dedi.

Tabi dağın arkasını dolaşana kadar Sinan Paşa vefat etti, şehîd oldu.

Mısırʼa girerken Yavuz Sultan Selîm:

“‒Evet (dedi) Mısır’ı aldık ama (dedi) Sinan Paşa’yı kaybettik.” dedi. Yani bir Mısırʼın fethini bir ideal insana müsâvî olarak gördü. Hayırlı ümmet…

Yine kardeşi Korkutʼla mücadele etti. Mücadelede Korkut vefat etti. Korkutʼun esirleri getiriliyordu. Aralarında Piyâle Paşa vardı. Piyâle Paşaʼya dedi ki:

“‒Sen (dedi) benim ağabeyimin, kardeşimin en sadık insanıydın (dedi), gel (dedi) seni affedeyim, istediğin mevkiyi vereyim (dedi). Sana vezirlik vereyim.” dedi.

O da dedi ki:

“–Sultanım, madem bana bir lûtufta bulunuyorsunuz; Korkut’a bir türbe yapın, beni de o türbeye türbedâr tayin edin!..” dedi.

Hep hayırlı ümmet…

Bu hayırlı ümmet mîmârîde de İslâm şahsiyeti sergiledi. Bugün misallerden biri; Süleymâniye Câmii’ne baktığımız zaman, âdeta ellerini semâya açmış, duâ eden bir insan silüeti görürüz. Bu, taşa aksetmiş bir gönül yapısıdır… Maddeyi mânâ ile mezceden kendi medeniyetimizin bir şâheseridir…

Süleymaniye Câmiiʼnin imamıyla sohbet ediyorduk. Dedi ki:

“‒Baktım bir turist kâfilesi (dedi), ufak bir kâfile (dedi) zaman zaman geliyor, câminin içinde oturuyor. Ben de merak ettim (dedi). Yaklaştım (dedi). Siz kimsiniz, nereden geliyorsunuz?

Dediler ki:

«‒Biz, (Güney Amerikaʼda bir memleket söylediler) oranın insanıyız. Bu (dedi), bu mîmârîde çok huzur buluyoruz (dedi). Zaman zaman bunalıyoruz (dedi), İstanbulʼa geliyoruz (dedi), bu câmide oturup huzur buluyoruz.» dedi.”

Yani, taşa sinmiş bir rûhâniyet…

Ve bu faziletler medeniyetini meydana getiren ecdâdımız kimsenin evini gölgede bırakmadı. Güneşʼine mânî olmadı. Bir kat fazla yapıp öbürünün önünü kapatmadı. Kimsenin manzarasını silmedi. Bugün ise yüksek binâlar, hattâ gökdelenler, maalesef bugün durumunu görüyoruz onların. Bir de o silüeti ne kadar şey yapıyor. O cumbalı evlerin verdiği güzellik, bir ecdâdımızın, (bir de) bugünkü yığınlar… Yani nasıl bir hayırlı ümmet. Mîmârîde de hayırlı ümmet…

Nasıl bir mîmârî şâheserin her hattı, her çizgisi, her unsuru onun mükemmelliğinden bir nasip ve tecellî taşırsa, bir medeniyetin de her cüzʼü aynen böyledir. Bizim medeniyetimizin merkezi “insan” olduğundan, ondaki mükemmelliklerin sertâcı da, ortaya koyduğu diğergâm, merhametli, şefkat, nezâket ve zerâfet ile yoğrulan insan tipidir.

Hayırlı ümmet, insanlıkta bir İslâm şahsiyeti sergiledi:

Bir evde hasta olduğu zaman, cumbanın önüne kırmızı bir saksı konurdu. Seyyar satıcılar bile oradan sessizce geçer, mahallenin çocukları da rahatsız etmemek için diğer mahallelerde oynarlardı. Bugün ise…

Bu gönül terbiyesi, nasıl bir eğitim sisteminin eseriydi? Bu terbiyeyi bugün hangi pedagog, hangi psikolog, hangi sosyal antropolog verebilir?..

Bugün işte düğünlerde, kutlamalarda atılan havâî fişekler, maytaplar… Bir zümrenin eğlencesi için, gürültüden rahatsız olan bebekler mi var, hâmile kadın mı var, hasta mı var, mâtemi olan mı var, düşünülmeden bunlar, toplumun hakkına giriliyor.

Bizim ecdâdımız, hayırlı bir ümmetti. Karıncayı bile incitmekten çekinen, hassas ruhlu insanlardı.

Hüdâyîlerimiz, Sinanlarımız, Karahisârîlerimiz, Fuzûlîlerimiz vardı. Ecdâdımız, gittiği her yerde huzur kaynağı oldu.

Hattâ Lehistan’da:

“Osmanlı atları Vistül Nehri’nden su içiyorsa, burada adâlet vardır, hukuk vardır.” (sözü) bir darb-ı mesel hâline geldi.

Yine dünyada 1789 Fransız ihtilâlinin fikrî temellerini hazırlayan feylesof Lafayet, meşhur insan hakları beyannâmesi yayınlanmadan önce bütün hukuk sistemlerini tedkik etmiş, İslâm hukukunun üstünlüğünü görerek:

“–Ey Muhammed! Sen’in adâleti gerçekleştirmek husûsunda ulaştığın seviyeyi, tevzî ettiğin adâleti şimdiye kadar kimse tevzî edemedi!..” dedi.

İnsanlar terörden kurtuldu, harp esirleri terörden kurtuldu, onlara serbestlik, beraat verildi. Hayvanlar terörden kurtuldu. Hattâ nebatlar bile… Bir ağacın sebepsiz kesilmesi, bir suç sayıldı. İşte O… Bu şekilde Efendimizʼin 23 senelik nebevî hayatıyla bir asr-ı saâdet ümmeti meydana geldi. Hayırlı bir ümmet meydana geldi.

Cenâb-ı Hak -inşâallah- bizi de o hayırlı ümmetin devam eden 1400 sene sonraki bir nesli oluruz -inşâallah-.

Cenâb-ı Hak:

مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَ buyuruyor.

“Allah Rasûlüʼne itaat, Allâhʼa itaattir...” buyuruyor. (Bkz. en-Nisâ, 80)

Demek ki, ibadetimizin benzemesi; Namazımız, orucumuz, haccımız, zekâtımız, infakımız, sadakamızın Efendimizʼe benzemesi…

Muâmelâttaki zarâfetimiz.

Ahlâktaki nezâketimiz.

Gönüldeki letâfetimiz.

Sîmâlarımızda nûr-i melâhat; “مِنْ اَثَرِ السُّجُودِ: (“…Secdelerin izinden…” [el-Fetih, 29])

Lisandaki selâsetimiz ve bir huzur tevzî etmemiz.

Duygularımızda incelik.

Nazarlarımızda derinlik.

Velhâsıl bu hususta Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin -inşâallah- rûhâniyetinden Rabbimiz -inşâallah- cümlemize rûhâniyet, Cenâb-ı Hak ihsân eder -inşâallah-.

Efendim; bir müʼminin estetiği; hayırlı ümmet olması, onun ahlâkı, karakteri, şahsiyeti ve yüreğinden bir fazîletler sergilemesiyle ancak mümkündür. Bir rahmet taşırmasıyla.

Bir mü’min, açılmış bir çiçek gibi, güzelliğiyle, hoş râhiyasıyla, ruhları okşamalıdır. Her sözü, rûha gıda olan pırlanta ifadelerden teşekkül etmelidir. Sîmâsından tebessüm eksik olmamalıdır. Tatlı diliyle bir rahmet tevzî etmelidir. Şahsiyeti ve davranışları itibariyle “ahsen, ecmel ve ekmel” kıvamında olmalıdır.

Yani; “ahsen”, yani her işi en güzel olmalı. Etrafına dâimâ güzellik tevzî etmelidir.

“Ecmel” olmalı, gönle huzur ve ferahlık verecek zarâfet ve letâfette olmalı.

“Ekmel” olmalı, yani olgun, en mükemmel olmalı.

Böylesine ideal müʼminlerin her işi ve eseri, İslâmʼın güzelliğini, ihtişâmını, estetiğini, huzurunu ve güler yüzünü aksettirir.

Rabbimiz -inşâallah- cümlemizi bu asil sıfatlarla müzeyyen eyler -inşâallah-.

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-ʼın güzel bir tâlimâtı var. Orada Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- buyuruyor ki:

“Siz (diyor), karakterli, şahsiyetli, feyizli, rûhâniyetli kişilerle beraber olun (buyuruyor). Zira (diyor) sizi (diyor) hayatta iken (diyor) insanlar özlesin, vefatınızdan sonra da size hasret duysun.” buyuruyor.

Bu kıvamda olan Mevlânâ Hazretleri ve emsalleri de;

“Benim (diyor) mezarımı (diyor) yeryüzünde aramayın (diyor). Benim mezarım (diyor) âriflerin sinesindedir.” diyor.

Cenâb-ı Hak -inşâallah- lûtfuyla, keremiyle, ihsânıyla, elimizden, dilimizden ümmet-i Muhammedʼin ve bütün insanlığın huzur bulduğu kullarından olmamızı Cenâb-ı Hak ihsan eylesin, nasîb eylesin.

İnşâallah bu toplantıya gelen bütün kardeşlerimiz, Allah rızâsı için geldiler. Bir Allah sevgisi, Rasûlullah sevgisi için buraya teşrif ettiler bütün kardeşlerimiz. Rasûlullah Efendimiz de:

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ

“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyuruyor. (Buhârî, Edeb, 96)

Cenâb-ı Hak lûtfuyla, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-ʼi yakından tanımayı -ashâb-ı kirâmın tanıdığı gibi- Oʼnu çok çok sevebilmeyi…

Nasıl ashâb-ı kirâm; “Canım, malım, her şeyim Sana fedâ olsun!..”

Cenâb-ı Hak -inşâallah- bu duygulardan bize hisseler nasîb eylesin.

O kıyâmet günü, o zor günde Cenâb-ı Hak -inşâallah-:

لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

“…Onlar korkmayacaklardır, üzülmeyeceklerdir.” (el-Bakara 62, 277) Onlar zümresine cümlemizi ilhâk eylesin.

Allah cümlenizden râzı olsun. Teşriflerinizden dolayı teşekkür ediyoruz…