Gelecek Nesillere Nasıl Örnek Olunur?

HİZMET

Hizmette bulunan kimseler, işleri sadece başkalarına yaptırmak şeklindeki bir üslûbdan ziyâde, tesâhüb (sâhiplenme) duygusuyla hizmete bizzat omuz vermelidirler. İşin bir ucundan tutmadan, sırf oturdukları yerden etrafa emirler yağdırarak hizmet yaptığını zannedenler, meselenin özünü kavrayamamış kimselerdir.

Hizmetin başındaki kimse, emri altındakilerden daha fazla gayretli ve aktif bir şekilde hizmete sarılmalıdır ki örnek olabilsin. Böyle bir davranış, kardeşlerinin heyecânını artıracak ve onların hizmeti şevkle îfâ edebilmelerini sağlayacaktır. Allâh Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in hayatında bunun birçok misâlini görmek mümkündür. Nitekim Kuba Mescidi ve Mescid-i Nebevî inşâsında, ashâbının arasında bizzat taş taşıması, Hendek Gazvesi’nde onlarla birlikte çalışması ve hattâ zaman zaman ashâbına hizmet etmesi, bunlardan sadece birkaç örnektir.

"KAVMİN EFENDİSİ ONLARA HİZMET EDENDİR"

Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in:

“Bir kavmin efendisi, onlara hizmet edendir.” (Deylemî, Müsned, II, 324) ifâdesi de, hizmetin başında bulunan kimselerin hizmet bekleyen değil, hizmet veren bir rûh kıvâmına sâhip olması gerektiğini ortaya koymaktadır.

Üst kademede bulunanların bizzat hizmete katılmaları, diğerlerini de mânen takviye edecek ve böylece bir grup rûhu oluşacaktır. Aynı duygu ile omuz verilen nice zor hizmetler, kolayca îfâ edilebilecektir. Târih, bunun sayısız misâlleriyle doludur:

Şanlı ecdadımızdan Kânûnî Sultan Süleyman Han, şahsiyet ve icraatı ile bu rûhu tam ve emsâlsiz bir ihtişâmla temsil eden idârecilerden biridir. Onun güç ve tâkatten kesilmiş olduğu hâlde iştirâk ettiği Zigetvar Seferi, rûhundaki hamle gücünü ve îmân çağlayanını göstermeye kâfîdir.

Devrindeki sayısız sefer ve fütûhâtın çoğuna bizzat iştirâk ve kumanda etmiş bulunan Kânûnî, son seferi olan Zigetvar’a çıkacağı zaman, Sadrâzam Sokullu huzûruna gelerek:

“–Sultanım, ümmete sayısız zaferler hediye ettiniz! Yoruldunuz! Ömrünüzü âlem-i İslâm’a vakfettiniz! Bu seferin meşakkatine bu yaşta katlanmanız müşküldür. Bu sebeple siz, İstanbul’da kalıp idâreye devam ediniz. Ben, vezirler ve paşalar sefere iştirâk edelim. Gözünüz arkada kalmasın!..” dedi.

KANUNÎ'NİN SOKULLU'YA VASİYETİ

Ulu Hakan Kânûnî, Sokullu’ya dedi ki:

“–İyi dinle Sokullu!.. Bu vasıyetimi, benden sonra gelecek nesle de aktar! Bir pâdişâh, dâimâ askerleri ile birlikte sefere çıkmalıdır. Asker, pâdişâhını yanında görünce şecaati artar. Düşman ise, pâdişâh sefere iştirâk ettiği için karşısındaki orduyu çok daha güçlü görür. Kuvve-i mâneviyesi bozularak cesareti kırılır. Harbi kazandıran asıl sâik, mânevî kuvvettir! Bizlerin çocuk yaştan beri devlet idâresinde sayısız tecrübemiz vardır. Seferlerde bu tecrübeye âcil ihtiyaç duyulan durumlar meydana gelebilir. Anlar, dakikalar çok zaman kaderin akışını tâyin eder. Bu sebeple, yaşlı olmama rağmen sefere iştirâk edeceğim!..

Sarayda kalıp, baş yastıkta ölürsem, yarın rûz-i mahşerde fâtih cedlerimin huzûruna nasıl çıkabilirim?!..”

Sokullu da:

“–Karar pâdişâhımındır.” mukâbelesi ile sükût etti.

Pâdişâh, ilerleyen yaşı sebebiyle, at sırtında aylar süren bir yolculuğu nasıl tamamlayabilecekti?!. Bunun için, at üstünde dik durabilsin ve askerlere dinç görünebilsin diye sırtına kuşak gibi urgan sardılar.

TOP ARABALARINA OMUZ VEREN DEVLET ERKÂNI

Sefere başlandı. Mevsim yağışlı idi. Bir ara top arabaları bataklığa saplandı. Hayvanların fizikî gücü, topları bataklıktan kurtarmaya kâfî gelmedi. Ordu ilerlemişti; o civarda az sayıda asker ve bâzı paşalar vardı. Sultan emir verdi:

“–Bütün yüksek rütbeli erkân, paşalar dâhil, herkes bataklığa girsin, top arabalarına omuz versin!..”

Hepsi paçalarını sıvayıp bataklığa girdiler. Top arabaları o mânevî heyecân ile bataklıktan çıkarıldı. Sultan, vak’a-nüvîse[1] dönüp dedi ki:

“–Yaz! Gelecek nesil ibretle okusun ve tatbik etsin!.. Kânûnî’nin paşaları ve vezirleri bataklığa girdi. Top arabalarına omuz verdiler. Bir fâcia Allâh’ın izni ile böylece atlatıldı.”

Kânûnî, burada kendisinden sonra gelecek nesillere, nümûne-i imtisâl bir hizmet ufku hediye etmiş oluyordu.

Târih boyunca idârecilerin yüksek seviyede bulunduğu zamanlarda halk da zirvede olmuştur. Çünkü idârecilerle idâre edilenler arasında bir aynîleşme olur. Meselâ; Ömer bin Abdülaziz başa geçtiğinde ülkesinde bâtıllar ve menfîlikler kol gezmekteydi. Onun idârecilik yaptığı iki buçuk senede birçok bâtıl yıkıldı, pek çok şey değişti. Maddî ve mânevî büyük fetihler gerçekleşti. Yâni toplumun önündeki idârecinin yaşayışı, teb’asına da in’ikâs etti. Bu bakımdan hizmette bu ufka sâhip olmak, hizmetin her bir kademesinde bulunanlara lâzım ise de, en çok idârî hizmetlerde bulunanlar için gereklidir.

Dipnotlar: [1] Osmanlı Devleti’nde, zamânın hâdiselerini kaydetmekle vazîfeli olan resmî devlet târihçisi.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Vakıf-İnfâk-Hizmet, Erkam Yayınları