
Gençlerdeki “Amelsiz İlim” Yaygınlığı Nasıl Aşılabilir?
Bugün özellikle gençler arasında “amelsiz ilim” ne yazık ki yaygınlaşıyor. İbadetler ve bazı İslâmî mükellefiyetler gençlere zor geliyor. Bu hâlden nasıl kurtuluruz? Îmânımızı güçlendirmenin, dînimizi aşk ve şevk ile yaşamanın yolları nelerdir? Osman Nuri Topbaş Hocaefendi cevaplıyor.
“İslâm’da bilmek, yapmaktır.” deniliyor. Bu durum Kur’ân-ı Kerîm’de “îman edip sâlih amel işlemek (güzel davranışlar sergilemek)” şeklinde yer almaktadır. İnanç değerleri, ancak fiile/harekete dönüştüğü zaman bir mânâ ifade etmektedir.
Bugün özellikle gençler arasında “amelsiz ilim” ne yazık ki yaygınlaşıyor. İbadetler ve bazı İslâmî mükellefiyetler gençlere zor geliyor.
Bu hâlden nasıl kurtuluruz? Îmânımızı güçlendirmenin, dînimizi aşk ve şevk ile yaşamanın yolları nelerdir?
Kurʼân-ı Kerîmʼde, ebedî kurtuluşa erecek olanların en mühim vasfını beyan maksadıyla pek çok âyette; “îmân edip sâlih amel işleyenler” ifadesi geçer.
Yahut “ey îmân edenler” hitâbından sonra, hangi amellerde bulunmamız gerektiği bildirilir. Yani îman ile sâlih ameller ekseriyetle bir arada zikredilir.
Zira sâlih ameller, gerçek bir îmânın âdeta tescîli mâhiyetindedir. Sâlih amellerle ispat edilmemiş bir îmânın hakîkî olup olmadığı şüphelidir.
Hâl böyle iken, îman etmeyi yeterli görüp sâlih amellerde bulunmayan, Allah yolunda fedakârca gayret etmekten kaçınan ve kulluk vazifelerini mâzeretsiz terk eden bir kimsenin, bu kadar bir kullukla ebedî hayatta kurtulacağını ümit etmesi, ham bir hayaldir.
Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, en yakınlarını dahî bu hususta açıkça îkaz etti. Bir hadîs-i şerîflerinde:
“Ey Rasûlullah Muhammed’in kızı Fâtıma! Ey (halam) Safiyye! Allah katında makbûl ameller işleyiniz! Çünkü ben (kulluk yapmadığınız takdirde) sizi Allâh’ın azâbından kurtaramam!” buyurdu. (Bkz. İbn-i Sa‘d, II, 256; Buhârî, Menâkıb, 13-14)
Âyet-i kerîmede buyruluyor:
“Asra yemin ederim ki insan gerçekten hüsrandadır. Bundan ancak îman edip sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnâdır.” (el-Asr, 1-3)
Ebedî kurtuluş için, sırf ibadet ve sâlih ameller de yetmez. Cenâb-ı Hakkʼın rahmetine muhtacız. Fakat ibadet ve sâlih amellere gayret etmeden ilâhî rahmeti ümîd etmek de beyhûde bir beklentidir.
Mâruf-i Kerhî Hazretleri şöyle buyurmuştur:
“Amelsiz Cennet istemek, günah çeşitlerinden bir günah; bir sebebe dayanmadan şefaat beklemek, bir çeşit aldanış; itaat etmeden Allâhʼın rahmetini beklemek de cehâlet ve ahmaklıktır.” (Bkz. İbn-i Acîbe, Îkâzüʼl-Himem, 174-175)
Zira Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:
“…(O aldatıcı) şeytan, Allah hakkında (Oʼnun affına güvendirerek) sizi kandırmasın!” (Lokman, 33)
SÂLİH AMELLER, ÎMÂNI KORUYUP KUVVETLENDİREN BİR MAHFAZA GİBİDİR
Ayrıca sâlih ameller, îmânı koruyup kuvvetlendiren bir mahfaza gibidir. Îman, hayâtiyetini ibadetler ve sâlih amellerle devam ettirebilir. Aksi hâlde esen bir rüzgârın bir kandili söndürmesi gibi, sâlih amellerle desteklenmeyen bir îman da zayıflayıp kaybolmaya mahkûmdur.
Dinlerin tahrif olması da, sâlih amellerin terk edilmesiyle vukû bulmuştur. Meselâ bugünkü Hristiyanlık, doğru dürüst bir ibadet hayatı, muâmelâtı, ukubâtı olmayan; yalnız fert ile Allah arasındaki bir inanç sisteminden ibaret kalmıştır.
Zira namaz terk edildi, yerine âyin geldi.
Oruç terk edildi, yerine perhiz geldi.
İlâhî hukuk terk edildi, hüküm koyma salâhiyeti Sezarʼa, yani krallara bırakıldı…
Böylece Hristiyanlık, âdeta içi boşaltılmış bir tabela dîni hâline getirildi.
İslâm ise, nazarî, teorik, tatbikâtı olmayan bir zihin egzersizinden ibaret değildir. Onun, hayatın her safhasını tanzim eden hükümleri, fiilî kıstasları, davranışlara akseden fazîletleri, yani sâlih ameller manzumesi vardır.
Şu hâdiseler ne kadar ibretlidir:
‒Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- halife iken suikaste uğrayıp ağır yaralanmıştı. Kan kaybından bayılıyor, kendisini bir türlü ayıltamıyorlardı. Fakat namaz vakitleri girdiğinde biri kulağına eğilip;
“–Namaz yâ Ömer, namaz!” diye seslenince, Mü’minlerin Emîri Hazret-i Ömer, hayret verici bir irâdeyle ayılıyor ve o hâliyle namazını edâ ediyordu. Ardından da:
“–Namazı olmayanın İslâm’da yeri yoktur!” deyip tekrar kendinden geçiyordu.
‒Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- da İslâmʼa girdikten sonra zekât vermeyi reddedenlere harp îlân etmiştir.
Demek ki dînî hayat, ibadetlerle yaşanıp yaşatılacak ki kalpte îman kuvvetlensin, kulun kalbî hayatı tekâmül etsin, Allâhʼa yakınlıkta mesafe katedilsin.
Unutmayalım ki insanın bedenî ihtiyaçları gibi rûhî ihtiyaçları da vardır. İşte îmânı takviye eden ibadetler de rûha verilen ayrı ayrı vitaminler mesâbesindedir.
Sâlih ameller olmazsa rûhî tekâmül de olmaz.
ÎMÂNI KUVVETLENDİRMENİN, DÎNİMİZİ AŞK İLE, ŞEVK İLE YAŞAMANIN YOLLARI
Îmânı kuvvetlendirmenin, dînimizi aşk ile, şevk ile yaşamanın yollarına gelince:
Nefse ne kadar ağır gelirse gelsin, sabırla ve samimiyetle devam edilen ibadetler ve sâlih ameller, Allâhʼın rızâ ve sevgisini celbeder. Cenâb-ı Hak bir kulunu sevdiği zaman da, onun sadrına inşirah, gönlüne kulluk iştiyâkı, ibadetlerine huşû, sâlih amellerine bereket ihsân eder.
Bir hadîs-i kudsîde buyrulduğu üzere Cenâb-ı Hak:
“…Kulum kendisine farz kıldığım amellerden daha sevimli herhangi bir şeyle Bana yakınlık kazanamaz. Kulum Bana, (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibadetlerle devamlı yaklaşır, nihâyet Ben onu severim…” buyurmaktadır. (Buhârî, Rikāk, 38)
Demek ki sâlih ameller, ilâhî rahmet ve muhabbetin en büyük vesîleleri mevkiindedir.
Şunu da unutmayalım ki “şeytan taşlamak” sadece hac ibadetine mahsus değildir. Hayatımızın her safhasında şeytanı taşlamamız îcâb eder. Hayatımızı ibadet ve sâlih amellerle tezyîn etmek de, bizi onlardan alıkoymak isteyen şeytanı taşlamak demektir.
Bu hususta ihmâl ve gaflet gösterirsek -Allah korusun- şeytan bizi taşlamaya başlar.
Yine îmânı kuvvetlendirmenin, ibadetlerimizi huşû ile edâ edip dînimizi aşk ile yaşamanın yollarından bir diğeri de:
Kazancımızın ve gıdâmızın helâlden olmasına son derece dikkat etmektir.
‒Hak dostlarından Süfyân-ı Sevrî Hazretleri;
“Kişinin dindarlığı, ekmeğinin helâlliği nisbetindedir.” buyurmuştur.
‒Yine bu hakîkati te’yid sadedinde Ali Râmitenî Hazretleri de şöyle demiştir:
“«İbadetler on cüz olup, dokuzu helâli taleb etmektir. Geri kalan bütün ibadetler, bir cüzdür.» buyrulmuştur.[1] Helâl yemeyen kişi, kendinde Allâh’a itaat etme gücü bulamaz, hep isyâna meyleder. Helâl yiyen kişi de Allâh’a isyankâr olamaz…”[2]
‒Gönüllerdeki feyz ve rûhâniyetin helâl lokmaya bağlı olduğuna işâreten, Mevlânâ Hazretleri de şöyle buyurmuştur:
“Bu seher benden ilham kesildi. Anladım ki vücuduma şüpheli birkaç lokma girdi!
Bilgi de hikmet de helâl lokmadan doğar. Aşk da merhamet de helâl lokmadan doğar.
Eğer bir lokmadan gaflet meydana gelirse, bil ki o lokma, şüpheli veya haramdır.
Nur ve kemâli artıran lokma, helâl kazançtan elde edilen lokmadır.”
Yine îmânı kuvvetlendirmenin, dînimizi aşk, vecd ve şevk ile yaşamanın yollarından bir diğeri de:
‒Cenâb-ı Hakk’ı, Rasûlullah Efendimiz’i, sahâbe-i kirâmı, evliyâullâh’ı yakından tanımak,
‒Hak âşıklarının gönül dokusundan hisseler almaya çalışmak,
‒Sâlih ve sâdık mü’minlerle hemhâl olmaya çalışmak,
‒Sâlihlerin sohbetinde bulunmaya gayret göstermektir…
[1] Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, III, 107/4062.
[2] Resâil-i Sitte-i Zarûriyye, Delhi 1308, s. 14.
YORUMLAR