Gençlere Çanakkale'yi Nasıl Anlatmalı?

Altınoluk Dergisi yazarı Dr. Adem Ergül bu yazıda Çanakkale ruhunu şahsımıza ve neslimize aktarılması gereken dinamikleri üzerinde duruyor.

İnsanın duygu ve ruh dokusunu sıhhatli oluşturmak, çok kolay bir süreç değildir. Müspet-menfi sayısız kanallardan besleniriz. Bilinçli ya da bilinçsiz bu beslenmeler, zamanla ruh dokumuzun şekillenmesine vesile olurlar. Duygu dünyasının doğru yapılandırılması, şahsiyeti oturmuş bir kişilik kıvamı için olmazsa olmaz bir zarurettir. Bu yapılandırmada doğru bilgilendirme önemlidir, değerleri tanımak ve onlarla bütünleşme gayretleri önemlidir. Sıhhatli bir çevre içinde bulunmak da mühim bir meseledir. Tarih şuuru ise hiçbir zaman ihmal edilmemesi gereken bir kişilik aşısıdır.

  1. En temel öğrenme yollarından birisi taklittir. Önemli olan şuursuz bir şekilde olmamasıdır. Şuurlu taklit, en kısa yoldan öğrenmenin ve tarihi tecrübenin aktarılmasının yoludur. Tarihi sıfırlamak suretiyle yeni bir kişilik inşası, köksüz bir nesil yetiştirecek ve milleti özgüveni olmayan bir kuru kalabalığa dönüştürecektir. Peygamberlerin terbiyesinde bile Yüce Rabbimizin genel kanunlarından birisi, tarihte yaşanan tecrübelerdir. Biz bu yazıda Çanakkale ruhunun şahsımıza ve neslimize aktarılması gereken dinamikleri üzerinde duracağız.Bir barış dini olan İslam, daima sulhu (barışı) esas alır. Ancak savaş bir zaruret hâlini aldığında da en şerefli mertebelerden birisinin Allah yolunda şehit olmak olduğu bilinciyle, her ferdi seve seve bu uğurda canını vermeye talip olur. Çanakkale özelinde bu durum, “Kimi Hindu kimi yamyam kimi bilmem ne belâ” olan bir güruhun saldırmasına karşılık, imanlı yüreklerin bir direniş destanı yazmasıdır. Kıyamete kadar iman ve küfür arasında bu nevi savaşlar var olacaktır. Önemli olan imanının davasını güdecek yiğitlere sahip olabilmektir.

İmanın verdiği motivasyon ve heyecanı bir başka vasıta ile yüreklere yüklemek mümkün değildir. Öyleyse nesle aşılanması gereken en önemli dava, îman davası olmalıdır. Şayet bugün “yeni bir Çanakkele’nin yaşanması durumunda vatanımı terkederim” diyen değerlerinden kopuk, davasız bir gençliğin ayak sesleri duyuluyorsa, bu milletin evladına yeni bir Çanakkale ruhu aşısı bir zaruret olmuş demektir.

  1. Din, özgür bir vatan toprağında yaşanabilir. Müminin izzeti, namus ve şerefi esaret altında asla korunamayacağından, vatanı korumak aynı zamanda bir iman davası hâline dönüşür. Çanakkale’de de uğrunda can verilen, toprak parçası değil, o toprağa şeref veren îman, İslâm ve ilâyıkelimetullah (Allah isminin en yücelere taşınma) ruhudur. Toprak parçasını kutsal davaya dönüştüren sır burada yatar. Üzerinde ezanların gür seslerle okunabildiği, dinin bütün yönleriyle şevk ve aşkla yaşanabildiği bir seccadelik toprağın kıymeti hiçbir şeyle kıyas edilemez. Öyleyse neslimizin toprak kıymetini bilmesi ve gerekirse bu uğurda canını bile verme fedakârlığına sahip olması için toprağı sıradan bir kara parçası olarak görmekten kurtarılması gerekmektedir. Bu ise Çanakkale’yi doğru okumaktan geçer.
  2. Çanakkale küfrün tek millet olduğunun canlı bir tablosu gibidir. Bu hakikat neslimizin gönlünde dipdiri yaşamalıdır. Zira dostunu ve düşmanını bilmemek büyük bir gaflettir ki, neticesi nedamettir, aldanıştır ve kaybediştir.
  3. İnanmış ve birbirine kilitlenmiş nice az toplulukların, Allah’ın izniyle nice büyük topluluklara galip geldiği ilâhî mesajı, bir kez de Çanakkale’de kendini göstermiştir. Galibiyyeti gerçekleştiren sırların en önemlilerinden biri, yürekleri aynı atan bir topluluğa sahip olmaktır. İşte Çanakkale böyle bir cemaatin güçlü bir kale oluşturmasıdır ki düşmanın top ve gülleleri onları yıkamamıştır. Elbette zahiren güçlü olmak ve harp vasıtalarına sahip olmak, ihmal edilmemesi gereken bir vazifedir. Ancak bunun da arkasında güçlü yüreklere ihtiyaç vardır ki zaferi kazandıran ruh budur.
  4. İlâhî yardım ve inâyet, kulların ihlas ve samimi adanışlarının peşinden gelir. Çanakkale böyle bir yardımın apaşikar görüldüğü zaferlerimizden birisidir. Nitekim Churcill’in, Çanakkale’de neden mağlup olduklarını anlatırken söylediği şu sözler bu hakikatin bir itirafı gibidir:

    “Anlamıyor musunuz, biz Çanakkale’de Türk­ler’le değil, Allâh ile harbettik!.. Tabiî ki yenildik...”Allah’ın yardımını üzerine çekebilecek ihlas ve fedakârlığı göze alabilen bir nesle sahip olmak, bir millet için en büyük güçtür. Bugün de İslâm ümmetinin böyle bir nesle her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğu aşikârdır.

  5. Çanakkale şühedâsı bir ümmet tablosu gibidir. Şam’dan, Bosna’dan, Azerbeycan’dan ve Osmanlı coğrafyasının her bir köşesinden mümin yiğitler, omuz omuza düşman karşısında bir kale oluşturmuş ve şehid olarak ebedî diriliğe Çanakkale’de erişmişlerdir. Bu eşsiz tablo, ümmet birliğinin nasıl bir ruhla bir araya gelebileceğini göstermesi bakımından son derece ilham vericidir.
  6. Rabbimiz şehidler diridir buyurur. Çanakkale yüz yıl sonra da bugün neslimize bir ruh üflüyorsa oradaki şühedanın diriliğinin en açık nişanıdır. Nesillere diriliş ruhu, bu ebedî diriliğe ulaşmış Allah erlerinin kudsi nefesleriyle üflenecektir.
  7. İzzet ve şeref korkakların değil, davaları uğrunda gerektiğinde mal ve candan geçmesini bilenlerindir. Bir milleti aziz kılan da böyle bir nesle sahip olmaktır.

Hulasa Çanakkale, bağrındaki diri ruhlarla hâlâ ter ü tazedir. Gönüllerimize ilâyıkelimetullah şuurunu, fedakârlık aşısını, îman ve vatan sevdâsını yükleyebilecek bir manevî iktidara bugün de sahiptir. Kimbilir belki nice yüzyıllar bu diriliğini koruyacaktır. Yüzüncü yılında aziz şehitlerimizi rahmetle yadediyor, onlara layık bir nesil olmayı Rabbimizden niyaz ediyoruz.

Kaynak: Altınoluk Dergisi, Dr. Adem Ergül, Mart 2015, 349. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.