Gençlerimizi Nasıl Eğitelim?

Gençlere nasıl ibadet sevgisi ve devamlılığı kazandıralım? Onlara okumayı nasıl sevdirelim? Dil, kültür, tarih ve medeniyet şuurunu nasıl verelim? Ne yapalım da onları “yol”a getirelim?

Doğum ânından yetişkinliğe kadar da anne-babanın, aldığı gıdanın, çevrenin müsbet ya da menfî tesirleri insanı büyütür. Bu sebeple gençlerden “şikâyet” ederken, ebeveyn olarak evvelâ kendimizi bir gözden geçirmeliyiz. Biz onlara ne sunuyoruz ki, onlardan neyi bekliyoruz?

GÜNÜMÜZ GENÇLİĞİNİN NEREYE GİDİYOR?

İnternet sayfalarında Antik Yunan filozofu Sokrates’e atfedilen bir söz dolaşıyor:

“Günümüzün çocukları lüksü seviyor. Kötü davranışları var, otoriteye baş kaldırıyorlar. Yaşlılara saygıları yok, çalışmak yerine lâk lâk etmeyi seviyorlar. Çocuklar, artık evlerinin hizmetçisi değil, tiranı… Anne-babaları odaya girince ayağa kalkmıyorlar. Onlara itiraz ediyorlar; destek olmak yerine lâk lâk yapıyorlar, şapır şupur yiyorlar, bacak bacak üstüne atıyorlar, öğretmenlerine zulmediyorlar.”

Sözün rivayet ya da gerçek olmasından ziyâde, bugünün gençliğini yansıtması bakımından değeri üzerinde durmakta yarar var.

Günümüzde durum pek de farklı değil, hemen herkes gençlerden şikâyetçi...

“-İbadetlerini yerine getirmiyor veya aksatıyor! Sağlığa zararlı maddeler kullanıyor. Dijital ortamlarda vakit öldürüyor! Kafelere takılıyor! Arkadaşlarını yanlış kişilerden seçiyor. İşsiz, para kazanmıyor! Tembel! Özgür olmak istiyor…” ve daha sayamadığımız pek çok şikâyetin muhatabı gençler...

Peki, bu vatandaşlar durup dururken mi bu hâle geliyor, bunun bir altyapısı, arka plânı yok mu? Nasreddin Hoca’nın ifadesiyle, “Hırsızın hiç mi suçu yok?” Elbette ki var!

Gençlik dönemi, hayatın en hızlı gelip geçen; heyecanı, enerjisi, gel-gitleri, ifrât ve tefrîti en bol dönemidir. Kimi genç vardır; edebiyle, duruşuyla, hâliyle, kâliyle sessiz bir tebliğ sunar etrafına… Kur’ân’ı, Sünnet’i canlı canlı yaşar. Kimi de vardır; bakıldığı zaman nefsânî duyguları anımsatır, insan bakmaya dahî “ar” eder.

Hiçbir şey kendiliğinden olmadığına göre bu hâllere erişebilmek yahut bu çıkmaz sokaklara yol almak, gençlerin kendi tercihleri kadar ailelerinin ve sosyal çevrelerinin tesiri iledir. Bir insan yavrusu, daha anne-baba nikâhlandığı andan itibaren onların hâl ve gidişâtından hisseler alır: Anne karnındaki mâcerası, annenin helâl lokması, kulluk vazifeleri, bulunduğu ortamlar, ünsiyet ettiği kişiler, babanın kazancı, ahlâkı ve vaziyeti ile şekillenir.

Doğum ânından yetişkinliğe kadar da anne-babanın, aldığı gıdanın, çevrenin müsbet ya da menfî tesirleri insanı büyütür. Bu sebeple gençlerden “şikâyet” ederken, ebeveyn olarak evvelâ kendimizi bir gözden geçirmeliyiz. Biz onlara ne sunuyoruz ki, onlardan neyi bekliyoruz?

İnsanoğlu, “örnek alma”, “taklit temâyülü” ile dünyaya gelir. Biz istesek de istemesek de bizim hâlimizden gerek genetik yolla, gerek görüp model alarak kendine pay çıkarır evlâtlarımız…

“-Gençler okumuyor, tarihini bilmiyor, başıboş dolaşıyor, kimse onlara karışmasın, özgür olsun istiyorlar…”

Bütün bunlar gençlerimizden yana dert yandığımız hakikatler… Dîni bütün pek çok âilenin evlâdı, değil namaz kılmayı, namazı sorguluyor. Ateist, deist arkadaşları var. Geceden sabaha, sabahtan akşama kadar; yemek ve temel ihtiyaçlar dışında PC oyunları, simülasyon oyunları, sanal arkadaşlıklar, kafeler ve benzeri bağımlılıkları var. Durum böyle olunca gelecek nesiller adına endişe duymamak elde değil.

Gençlere nasıl ibadet sevgisi ve devamlılığı kazandıralım? Onlara okumayı nasıl sevdirelim? Dil, kültür, tarih ve medeniyet şuurunu nasıl verelim? Ne yapalım da onları “yol”a getirelim?

Z KUŞAĞI GENÇLİĞİ İÇİN SORULAN SORULARA ARANAN CEVAPLAR

Bütün bunlar, “Z Kuşağı”, hattâ “Alfa Kuşağı” gençliği için her birimizin sorduğu ve cevap aradığı hususlar... Hep birlikte bu sorulara en temelden cevap arayalım:

1) Sevgi, saygı ve dînî hassasiyetlere dayalı bir âile ortamı... Batı’nın âile açısından hızla kan kaybetmesine rağmen, bizim millet olarak en önemli ve sağlam kalemiz, her an en büyük darbeleri almaya devam etse de yine âile müessesemizdir. Mutlu ve huzurlu yuvalardan, mutlu ve sekîne hâline erişmiş evlâtlar yetişir.

2) Evde çalışan ebeveynlerin “helâl rızık” hassasiyeti. Yaşadığımız çağda pek çok hanımefendi, evinin işini yönettiği gibi, bir meslek sahibi olup kendi fıtratlarına uygun işlerde de çalışmakta... Bu durumda anne ve babanın kazancının helâl olmasına azamî dikkat etmesi, dünya ve âhiret saadeti için son derece mühim bir husûsiyettir.

3) Âilenin ve evlatlarının sosyal çevresi… Gerek âileye yön veren ebeveynler, gerekse yetiştirdikleri evlâtlar, en başta arkadaşları olmak üzere, girip çıktıkları ortamlara, ülfet ettikleri, hemhâl oldukları insanlara, çok ama çok dikkat etmelidirler. Zira insan, insandan beslenir. Pamuklara sarıp sarmaladığımız evlatlarımıza “hayırlı bir çevre” sunamazsak, onların felaketine zemin hazırlamış oluruz.

4) Âilenin örnekliği. Çocuklar, anne-babanın gösterdiği yöne gitmek yerine, onları örnek alır, taklit ederler. Bu, küçük yaşlarda daha çok belirgindir. İlerleyen yaşlarda âilenin terbiye usûlü, çocuklara verdikleri telkinlerle çocukta huy, karakter ve meleke hâline gelir.

5) Âilenin yol göstericiliği. Çocukların eğitim hayatı, hobileri, katılacakları kurslar, edinecekleri sosyal çevre; tamamen âilenin attığı temel ile yön bulur ve gelişir. Günümüzde çok yönlü gelişen bir gençlikten söz ediyoruz. İstiyoruz ki, evlâtlarımız iyi bir kul ve ümmet olmanın yanı sıra bir ilim, sanat veya spor faaliyeti ile de meşgul olup çift kanatlı olsun.

Bu imkânları çocuklara sağlarken hemhâl olacakları sosyo-kültürel yapıyı ve insanları da inceden inceye süzgeçten geçirmek îcâb ediyor. Aksi hâlde üniversite ortamına girip, ortamdaki câzibeye kapılarak başını açmak isteyen, enstrüman kursuna devam edip, orada bulunan insanlar dolayısıyla inancını sorgulamaya başlayan, yurt dışı öğrenci değişim programlarına hak kazanıp, yurt dışında yoldan çıkan pek çok gencin mevcûdiyeti herkesin mâlumu…

6) Âilenin ebeveynliği mezara kadar devam eder. Âile, sürekli nasihat ve telkinlerle evlâdına ışık tutmalıdır. Rahmetli Tahir Büyükkörükçü Hocaefendi evlâdı yetişkin, hattâ bir vâiz olup halka vaaz ettiği sıralarda dahî:

“-Evlâdım, namazını kıldın mı?” diye suâl edermiş. “O artık bir vâiz, elbette namazını kılmıştır!” demezmiş. Zira insanoğlu sürekli hatırlatmalara ihtiyaç duyar.

7) Kur’ân-ı Kerîm’de bize, “Ey îman edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun!” (et-Tevbe, 119) buyrulur. Günümüzde sâlih/sâliha, sâdık/sâdıka insanlarla beraber olmanın değeri, ayrı bir önem arz etmektedir. Bu beraberlik, illâ fizikî mânâda olmayabilir. Sosyal medya, dijital medya platformları, süreli, basılı yayınlar da bu alana dâhildir. Kamu kurumları, özel alanda kurulan vakıflar, dernekler ya da sivil toplum kuruluşları, Kur’ân kursları, Gençlik Merkezleri, kütüphaneler, ilim ve sohbet halkaları “kor ateşi elinde tutma”ya benzeyen îman cevherini korumanın ve sürdürmenin meş’alesi mesâbesindedir.

İnsan, beraberinde bulunduğu insanlardan mânen ve ruhen beslenir. Bilhassa “yeni yetişme” (orta çocukluk ve ergenlik) dönemlerinde evlâtlarımızı bu saydığımız ortamlarda, sâlih ve sâdık oluşuna itimat ettiğimiz insanlarla buluşturmalıyız. Bu mânâda şehrimizde yahut ülkemizde yaşayan her anlamda “Çınar” sayılabilecek insanlar ziyaret edilmeli, duâsı alınmalı, onlardan istifade edilmelidir. Bu buluşmalara toplu ibadetler de eşlik etmelidir ki, ibadet şuuru oluşsun ve gelişsin. Zira, “toplulukta rahmet vardır.” (Münâvî, III, 470)

8) Gençler sabahleyin uyanır uyanmaz bir şükür duygusu içinde olmalı ve:

“İlâhî ente maksûdî ve rizâke matlûbî”

(Ya Rabbi! Maksadım Sen’sin ve gâyem, Sen’in rızânı kazanmaktır!) duâsıyla güne başlamalıdır. Bu duânın tesiriyle gün içinde yaptığımız günlük işler de hânemize sevap olarak yazılacaktır.

9) Evvelâ sağlam bir Ehl-i Sünnet akîdesine ve sağlıklı bir fikrî alt yapıya sahip olunmalı, ardından ibadet ve muâmelât hususlarına dikkat edilmelidir.

10) Gününü plânlamalı, evden abdestli çıkmalı, vaktini namaz saatlerine göre tanzim etmelidir. Bu, her birimizin hayatında berekete vesîle olacaktır. Farz namazlara ilâveten nafilelere de ağırlık vermek, bilhassa gençlik çağında çok kıymetlidir. Kuşluk vaktinde kılınan iki rekât namazın “günün sadakası olduğu” hadîs-i şerîf ile sâbittir. (Bkz. Müslim, Müsafîrîn, 84)

11) Günlük bir hizb (5 sayfa), bir cüz (20 sayfa) yahut meşguliyet durumuna göre bir miktar düzenli Kur’ân-ı Kerîm okumak.

12) Ömründe en az bir kez Kur’ân-ı Kerîm meâlini okumak.

13) Ömründe en az bir kez -muhtasar yahut külliyât şeklinde- bir hadis kitabı okumak.

14) Ömründe en az bir kez baştan sona bir ilmihâl kitabı okumak

15) Örnek şahsiyetlere dâir biyografi ve hâtırat türünde yazılmış kitaplar okumak.

16) Tarih okumaları yapmak. Bilhassa dînî, millî ve târihî konularda istikameti düzgün insanların yazdığı tarih kitaplarını okumak, incelemek, tahlil etmek.

17) Aylık bir ya da birkaç dergiye abone olmak yahut dijital dergi platformlarından dergileri takip etmek. Bilhassa tematik yayın yapan dergileri kaçırmamak.

18) Podcast, canlı yayın, video kaydı gibi dijital platformlarda sunulan müsbet muhtevalı sesli dergi, sesli kitap, sesli makale, gazete gibi yayınlara erişip takip etmek. Bilhassa yolculukta yahut bir iş tutarken bu tür meşguliyetleri artırmak. Bu, vakti verimli kullanma becerisine de sahip olmak mânâsına gelecektir.

19) Arkadaş ya da uzman gruplarla kitap ve film kritikleri yapmak. Belgesel yayınlarını takip etmek. Film sektörünün mesaj vericilikteki tesirini göz ardı etmemek.

20) Tarihî mekân ve müze ziyaretleri yapmak, hattâ bir rehber eşliğinde bu gezileri organize etmek.

21) Tefekkür gezileri, tabiat yürüyüşleri, gezi rotaları oluşturmak.

22) Sık sık kütüphanelere, kitapçılara gitmek, şehirlerde yapılan kitap fuarlarını kaçırmamak.

23) Kendi lisânına hâkim olmakla birlikte bir yabancı lisan öğrenmek. Bu, günümüzde gerek artan savaşlar ve göçler neticesinde yabancılarla münasebetin artması, gerekse uzaktan eğitim gibi imkânlarla çok daha mümkün ve kolay.

24) Bilhassa âilemiz, yakın çevremiz ve sürekli iletişim ve irtibat hâlinde olduğumuz insanlarla aslâ, ama aslâ siyaset, spor, mezhep gibi “tefrika”ya sokan, kırıcı tartışmalara girmemek. Bu, hem bizi, hem karşı tarafı ciddi mânâda zayıflatacak ve münasebetlerde belki de tamiri imkânsız yaralar açacaktır. Ancak bu, onlarla mâkul seviyede konuşup kendi duygu ve düşüncelerimizi savunmamıza, fikirlerimizi ifade etmemize engel değildir.

25) Kur’ân kelimeleri ile okuyup yazmak. Dilde sadeleşme gibi akımların ürettiği uydurma kelimelerin “büyüsüne” kapılmadan, Kur’ân’ın tefekkür ufkuna uygun kelimelerle konuşmak, okumak, yazmak. Maksatlı ve sinsice kurulan bu ve benzeri tuzaklara düşmemek.

Tavsiyeler çoğaltılabilir. Herkes kendi gönül ufkuna göre yaşadığını tavsiye edebilir. Bundan 10-20 sene sonrasını görmek istiyorsak, bugünün gençlerine ve ne ile meşgul olduklarına bakmalıyız.

Unutmayalım, Hazret-i Mûsâ da, Firavun da bizim içimizde saklı... Yeter ki, biz farkına varalım. Gençleri eşleştirip sindirmek yerine ellerinden tutup, azim ve sebatla, hak, hayır ve istikamet üzere ilerlemelerine yardımcı olalım. Ancak bu sayede güven içinde gözlerimizi kapayabiliriz.

Kaynak: Fatma Çatak, Şebnem Dergisi, Sayı: 187, 188

İslam ve İhsan

ALLAH'IN SEVDİĞİ GENÇ

Allah'ın Sevdiği Genç

MÜSLÜMAN GENÇ NASIL YETİŞTİRİLMELİ?

Müslüman Genç Nasıl Yetiştirilmeli?

GENÇLİĞİN ÖNEMİ

Gençliğin Önemi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.