Gerçek Bir Dost ve Vefa Örneği
Sovyet işgali sonrası Orta Asya ve Kafkaslar'da neler oldu? Sovyetlerin sebep olduğu yıkım nasıl inşa edildi? Çalışmalara nereden başlandı? Halktaki uyanış nasıl sağlandı? Musa Efendi Hazretleri Azerbaycan’da nasıl bir iz bıraktı ve neden çok seviliyor?
Dünyayı aydınlatan nurun parıltıları Medine’den Buhara’ya aksetti etti yüz yıllar önce. O parıltılar Şâh-ı Nakşibend Muhammed Bahâüddin Hazretlerinin gönlünü yoğurdu, yoğurdu, yoğurdu…. Muhabbet tohumları olup kıtalara yayıldı. Orta Asya’dan Anadolu’nun bereketli topraklarına taşındı. Burada filizlendi, çiçek açtı… Asırlarca gönülleri Allah ve Râsûlü’ne muhabbet rayihalarıyla süsledi.
Ancak imtihan sırrı icabı her varlık kâh zevâlden kemale, kâh kemâlden zevâle bir seyir halindeydi. Gün geldi bu çiçeklere de zevâl imtihanı belirdi. Lakin bu bir yok oluş değil tohum olup yeniden yeşermeydi. Çünkü bu çiçekler gökteki güneş ile değil İslâm güneşi ile besleniyor, muhabbet pınarlarıyla sulanıyordu… 20. yüzyılın başlarında Nakşibend ocakları bir bir işgal edilmeye başladı: Azerbaycan, Özbekistan ve diğerleri. Sovyetler kara bulutları gibi bu güzel memleketlerin üstünü kapladı.
SOVYET TERÖRÜNE KURBAN OLDULAR
Kardeşlik, özgürlük, birlik naraları ile gelen Sovyetler 1920 yılının sonlarında kızıl teröre başladı. Zengin, fakir, devlet adamı, din adamı, Müslüman, gayrimüslim ayırt etmeksizin herkes terörün kurbanı oldu.
Böyle bir yıkım karşısında Nakşibendîlik ocağı da Medine’den akseden nurun parıltılarını gönüllere aksettiremez oldu. Bu kutlu ocağın bilinen bütün mensupları terörün pençesinden kendini kurtaramadı.
Nihayet 1991 Yılı 18 Ekim günü kızıl bulutlar dağıldı. Ancak 70 yıllık esaret 700 yılda kimsenin veremediği zararı vermişti. Bu yıkımdan sonra yeni bir inşa nasıl olacaktı? Nereye adım atacaktık? Yürümeyi unutan koca bir halk ayakları üstünde nasıl duracaktı? Yerin altındaki tohumları kim çatlatacak ve filizlendirecekti?...
Yuhyî ve Yumît olan Allah işte tam da böyle bir zamanda Anadolu semalarındaki rahmet bulutlarını vazifeli kıldı. O bulutlar ki buharlaşan sulardan değil yüzyıllar önce Nakşibend Hazretlerinin ektiği çiçeklerin şebnemlerinden meydana gelmişti…
Sovyetlerin kuraklaştırdığı vatanım Azerbaycan o günden beri bu bulutlardan inen rahmet yağmurlarıyla besleniyor, gönüller imdadımıza koşup gelen vefalı erlerinin muhabbetiyle yeşeriyor.
GERÇEK BİR DOST VE VEFA ÖRNEĞİ
Bu vefalı erlerden biri, belki de ilki, hiç şüphesiz Sâhibü’l Vefâ Hâce Mûsa Topbaş Efendi Hazretleridir. O’nun isminin anılması bile işiten kalplere bir ferahlık verir.
Ben, Azerbaycanlı olmadığı halde bu topraklarda sevilen pek çok kişi bilirim, ama Sâhibü’l Vefâ Mûsa Efendi’nin yeri gönüllerde çok farklıdır.
O gerçek bir dost, gerçek bir vefa örneğiydi. Nakşibend Hazretlerinin çiçeklerinden Meleksimâ Sami Efendi’den intikal eden muhabbet rayihasını, yüzlerce yıl öncesine vefa göstererek, tekrar doğduğu topraklara taşımayı en mühim hizmetlerden gördü.
Hatta o derecedeki muhterem mahdumu Osman Efendi Azerbaycan’dan her döndüğünde oradan gelecek haberleri duymadan gözüne uyku girmedi.
MUSA EFENDİ BU HADİSE GÖRE YAŞAMIŞ!
İki Cihan Serveri, Gönüller Sultanı Rasûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir hadisinde “Allah bana farzların ikamesini emrettiği gibi, lütuf ve merhametle muamele edip, yumuşak söz söyleyerek insanların kalpleri arasında muhabbet filizleri yeşertmemi de emretti.” buyurmuştur. İşte Mûsa Efendi bu hadise göre yaşamış ve kendisine intikal eden muhabbet rayihasının yalnızca Azerbaycan’a değil, bütün Orta Asya’ya, Afrika’ya, Balkanlara ve daha nice yerlere yayılmasına vesile olmuştur.
Allah’a dönmek için geldiğimiz bu hayat, insan istese de istemese de arkasında bir şey bırakması üzerine kurulu. Her yeni nesil kendisine bırakılan miras üzerine büyür, şekillenir, yaşar. Bizler Müslüman olarak kendisi de bir insan olan Hazreti Peygamber Efendimizden bir miras almış bulunmaktayız, ki bu miras içinde en güzel değerleri barındıran bir miras. O halde bizim bu mirasa en güzel şekilde sahip çıkarak bizden sonra gelecek nesillere bırakmamız gerekir ki, bizden sonra gelenler bizi ne üzre örnek almalarını gerektiğini anlayabilsinler. Bu bize verilmiş en büyük vazifedir.
Kaynak: Hüdayi Şirinli, Altınoluk Dergisi, Sayı: 449