Gerçek Bir Îmânın Delil ve Tescîli

İbadet Hayatımız

Ebedî kurtuluşa erecek olanların en mühim vasfı nedir? Gerçek bir îmânın delil ve tescîli nedir?

Hüdâyî Hazretleri buyurur:

Bal demekle tatlı olmaz bu dehân,[8]
Yürü anı tatmağa saʻy et hemân!..

[Tasavvuf, kāl (söz)ʼden ziyâde hâl işidir. Bu sebeple tasavvufun sadece kıyl ü kāli ve edebiyatı yapılıp onun fiiliyâtı, tatbikâtı ve hâl tarafı ihmâl edilirse, böyle bir tasavvufî hayat, bal kavanozunu dışından yalayıp ağzının tatlanmasını beklemek kadar abes bir durumdur. Bunun için tasavvufta; “Tatmayan bilmez!” denilmiştir.

KURTULUŞA ERECEK OLANLARIN EN MÜHİM VASFI

Îman, irfan, ihsan, güzel ahlâk, ihlâs ve takvâ gibi her müʼminde bulunması gereken yüce vasıflar, sadece sözde kalmamalı, kalben hazmedilip hâl ve davranışlara da aksetmelidir. Zira Cenâb-ı Hak soruyor:

“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece «îman ettik» demeleriyle bırakılacaklarını mı sandılar?” (el-Ankebût, 2)

Yine Kurʼân-ı Kerîmʼde, ebedî kurtuluşa erecek olanların en mühim vasfını beyan maksadıyla pek çok âyette; “îmân edip sâlih amel işleyenler” ifadesi geçer. Yahut “ey îmân edenler” hitâbından sonra müʼminlerin ne gibi amellerde bulunmaları gerektiğine dair, ilâhî tâlimatlar bildirilir. Yani îman ile sâlih ameller ekseriyetle bir arada zikredilir.

GERÇEK BİR ÎMÂNIN DELİL VE TESCÎLİ

Zira sâlih ameller, gerçek bir îmânın âdeta delil ve tescîli mâhiyetindedir. Sâlih amellerle ispat edilmemiş bir îmânın hakîkî olup olmadığı şüphelidir.

Hâl böyle iken îman etmeyi yeterli görüp sâlih amellerde bulunmayan, Allah yolunda fedakârca gayret etmekten kaçınan ve kulluk vazifelerini mâzeretsiz olarak ihmâl eden bir kimsenin, bu kadar bir kullukla, son nefeste, kabirde, kıyamette, mahşerde, sıratta velhâsıl ebedî hayatta kurtulacağını ümit etmesi, ham bir hayal ve faydasız bir temennîdir.

Hâlbuki İslâm âlimlerine göre ümit ile temennî arasında büyük bir fark vardır. Ümit; çalışıp gayret ettikten sonra Cenâb-ı Hakk’ın rahmetine sığınıp güvenmektir; temennî ise herhangi bir çaba göstermeden kuru kuruya lûtuf ve rahmet beklemektir.

Müʼmin, “havf ve recâ”, yani Cenâb-ı Hakkʼın gazabına uğrama korkusu ve rahmetine nâil olma ümidi arasında, îtidâl üzere bir kulluk kıvamıyla yaşamalıdır. Fakat irfan ehli âlimler, tıpkı makbul bir tevekkül için evvelâ tedbirin zarurî olması gibi, recâ yani ümitte de sâlih amellerin zarûrî olduğunu ifade etmişlerdir.

Nitekim Mâruf-i Kerhî Hazretleri şöyle buyurmuştur:

“Amelsiz Cennet istemek, günah çeşitlerinden bir günah; bir sebebe dayanmadan şefaat beklemek, bir çeşit aldanış; itaat etmeden Allâhʼın rahmetini beklemek de cehâlet ve ahmaklıktır.” (Bkz. İbn-i Acîbe, Îkâzüʼl-Himem, 174-175)

Ta­sav­vufî muhitlerde meşhur bir tâbir var­dır:

“Baba himmet! Evlât gayret!” derler. Yani himmet/yardım bekleyen biri, az-çok bir gayret sahibi olmalıdır. Zira zahmetsiz rahmet, külfetsiz nîmet olmaz. Cenâb-ı Hakk’ın rahmetini ümit eden bir kul da, evvelâ elinden gelen gayreti göstermelidir.

Velhâsıl gay­ret kul­dan, tev­fîk Al­lah’tan­dır.]

Cenâb-ı Hak, Kurân ve Sünnet istikâmetinde bir ömür yaşamayı, sevdiklerinin yolunda yürümeyi ve sâlih kullarıyla haşrolunmayı cümlemize lûtf u keremiyle ihsân eylesin. Âmîn!..

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2022 – Aralık, Sayı: 442