Gerçek Fetih Nasıl Gerçekleşir?

Allah yolunda mal ve can ile cihattan maksat, yalnız kılıç harbi değildir. Kılıç, zulmü kaldırmak, hakkı tevzî etmek gibi zarûret hâllerinde kullanılan bir demir parçasıdır. Esas fetih, gönüllerin fethidir.

Kur’ân-ı Kerîm’de insanları hidâyete kavuşturma gâyesiyle “Allâh yolunda cihâd etme”ye dâir pek çok ifâde yer almaktadır. Ancak bunların mahdud bir kısmında sıcak savaş demek olan kıtalden bahsedilir. O da zarûret hâlindedir. İslâm’da müdâfaa veya îlâ-yı kelimetullâh, yâni Allâh’ın kelimesini yüceltmek gâyesi dışında yapılabilecek bir harp yoktur. Sırf toprak elde etmek için yapılan savaşlar, insanlığın yüz karası bir zulümdür. Hâlbuki İslâm’da savaş, mutlakâ hakkı tevzî, hidâyetlere vesîle olmak ve zulmü bertaraf etmek gibi ulvî gerekçelere istinâd eder. Zîrâ Kur’ânî ifâdeyle:

 “…Kim, kâtil olmayan ve yeryüzünde fesat çıkarmayan bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim (de) bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur…” (el-Mâide, 32)

Bu bakımdan insanlığın kurtuluşu için yapılacak her türlü gayret ve hizmetler, cihâdın bir parçasıdır.

CENNETE GÖTÜREN AMEL

Tevbe Sûresi’nin 103. âyetinde şöyle buyrulur:

 “(Ey Peygamber!) Onların mallarından sadaka (ve zekât) al ki, bununla onları (kir ve günahlardan) temizleyesin, onların (sevaplarını) artırıp yüceltesin! Ve onlara duâ et! Çünkü senin duân, onlar için sükûnettir (onların ıztıraplarını yatıştırır). Allâh çok iyi işiten ve bilendir.”

Âyet-i kerîmedeki “Sadaka al!” emrinden sonra sahâbe-i kirâm arasında seferberlik başladı. Herkes nesi varsa, Allâh Resûlü’nün önüne döktü. Hiçbir şeyi olmayanlar ise, dağdan odun kesip satarak, sırtlarında su çekerek kazançlarını Allâh Resûlü’ne getirdiler. Maddî ve mânevî güçlerini, dünyâ hayâtının gel-geç lezzetlerinde zâyî etmeyip, âhiret yoksulu olmaktan kaçındılar. Malın ve mülkün hakîkatte Rabbe âit olduğunun, kulun ancak muayyen bir zaman için onların sâdece emânetçisi olabileceğinin şuûru içinde yaşadılar. Şu kısacık ömürlerini, ebedî bir âhiret hayâtı kazanabilmek için sarfetmeye çalıştılar.

Nitekim bir gün Tebük seferine gidecek orduya yardım toplanıyordu. Ensâr’dan Ebû Akîl -radıyallâhu anh- da bir ölçek hurma getirmişti ki kendisi buna herkesten daha çok muhtaçtı:

“–Yâ Resûlallâh! İki ölçek hurma karşılığında bütün gece sırtımda su çektim. Bir ölçeğini evimin ihtiyacı için alıkoydum, diğerini de Rabbimin rızâsını kazanmak ümîdiyle sana getirdim!” dedi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz:

“–Allâh senin getirip verdiğini de alıkoyduğunu da bereketlendirsin!” buyurdu ve getirilen hurmanın toplanan yardımlar içine dökülmesini emretti. (Taberî, Tefsîr, X, 251)

Ukbe bin Amr -radıyallâhu anh- şöyle der:

“Sadaka âyeti (yâni Tevbe Sûresi’nin 103. âyeti) nâzil olunca, sırtımızda yük taşıyarak kazancımızdan infâk etmeye başladık. Derken bir adam geldi ve çokça sadaka verdi. Münâfıklar; «Gösteriş yapıyor.» dediler. Bir başkası geldi, bir ölçek hurma tasadduk etti. Yine münâfıklar; «Allâh’ın bunun bir ölçek hurmasına ihtiyâcı yoktur.» dediler. Bunun üzerine:

«Sadakalar husûsunda gönülden veren mü’minleri ve güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanları çekiştiren ve onlarla alay edenler yok mu, Allâh onları maskaraya çevirmiştir. Onlar için acı bir azap vardır.» (et-Tevbe, 79) âyet-i kerîmesi nâzil oldu.” (Buhârî, Zekât, 10; Müslim, Zekât, 72)

CİHADI TERK EDEN KİMSELERİN DURUMU

Cihâdı terk eden kimseler için şu hadîs-i şerîf, ne kadar ürpertici bir îkâzdır. Allâh Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyururlar:

“Bana hayat bahşeden Allâh’a yemin ederim ki siz ya iyiliği emreder kötülükten nehyedersiniz ya da Allâh kendi katından üzerinize bir azap gönderir de o zaman duâ edersiniz fakat duânız kabûl edilmez.” (Tirmizî, Fiten, 9)

Demek ki, hayra ve fazîlete dâvet vazîfesinin bırakılması, ilâhî azâbın yaklaşmasına sebep olacaktır. Mü’min ağızlara yakışan, hak ve hakîkati söylemektir. Âyet ve hadîslerde müslümanın gördüğü bir hatâ karşısında hakkı ortaya koyması emredilmiştir. Allâh Teâlâ şöyle buyurur:

 “Sâ­lih amel­ler iş­le­yip de, ben Al­lâh’a tes­lim olan­lar­da­nım di­ye­rek in­san­la­rı Al­lâh’a ça­ğı­ran kim­se­den da­ha gü­zel söz­lü kim ola­bi­lir!” (el-Fus­si­let, 33)

Resûl-i Ekrem Efendimiz de ümmetini şöyle îkâz etmiştir:

“Sizden her kim bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin, gücü yetmezse diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin! Bu ise imânın en zayıf hâlidir.” (Müslim, Îmân, 78)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 2, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.