Gıybet Nedir?

İmâm Şâfiî Hazretleri buyurur: “Sana başkalarından söz getiren, senden de başkalarına götürecektir. Memnun ettiğinde; seni, sende olmayan vasıflarla öven kişinin, kızdırdığında da senin hakkında sende olmayan kötülükleri sayıp dökeceğinden şüphen olmasın.”

Gıybet, çok hassas ve geniş bir mevzûdur. Bir kardeşimizin fizikî yapısı, ahlâkı, malı, çocukları, akrabâsı, eşyâsı, oturması, kalkması, konuşması, alışkanlıkları vs. hususları onun hoşlanmayacağı şekilde sözlü veya yazılı olarak dile getirmek, rumuzla veya kaş-göz, el-kol hareketleriyle anlatmak, taklidini yapmak ve hattâ îmâda bile bulunmak, hep gıybet dâiresine giren davranışlardır. Yâni müslümanın herhangi bir noksanını bir başkasına nakleden her söz ve hareket gıybettir.

GIYBETİN GİRDİĞİ YERDE KARDEŞLİK OLMAZ

Gıybette bozgunculuk maksadı bulunması şart değildir. Maksatsız ve boş yere yapılan konuşma ve hareketler dahî gıybet günâhına batmak için kâfîdir. Gıybet, dilde zehirli bir hançerdir. Bu hançer kalplerdeki muhabbbet, şefkat, merhamet ve kardeşlik hislerini öldürür. İnsanları birbirine düşman eder.

Nitekim Fudayl bin Iyâd:

“Gıybetin girdiği yerden kardeşlik çıkar gider.” demiştir.

GIYBET NEFSİ PALAZLANDIRAN BİR GÜNAHTIR

Gıybet, nefse mağlûb olmanın, kalpteki yanlış duyguların ve kötü ahlâkın bir göstergesidir. İnsanın nefsini palazlandıran bir günahtır. Zîrâ gıybet eden kişi, ayıplayıp küçük gördüğü kimsenin işlediği günahtan kendisinin berî olduğunu düşünür. Yâni o günahı işlemediği için kendisini gıybet ettiği kişiden üstün görür. Lâkin unutmamak lâzımdır ki:

“Müslüman kardeşini hor görmesi, kişiye şer olarak yeter.” (Müslim, Birr 32)

GIYBETİN TEMELİNDEKİ VASIFLAR

Ayrıca tecrübeyle sâbit olan bir hakikattir ki, bir şahsı ayıp ve kusurları sebebiyle kınayanlar, çok geçmeden aynı hataları işlemeye başlamaktadırlar. Nitekim Peygamber Efendimiz:

“Kim bir kardeşini günâhı sebebiyle ayıplarsa, o günâhı işlemeden ölmez.” buyurmuştur. (Tirmizî, Kıyâmet, 53/2505)

Yâni gıybetin temelinde, gurur, kibir, ucub, ibâdullâhı istihkâr, haset, kin gibi pek çok kötü vasıf bulunmaktadır. Bu da gıybet eden bir kalbin ne fecî bir durumda olduğunu göstermeye kâfîdir.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Asr-ı Saâdet’ten Günümüze FAZÎLETLER MEDENİYETİ - 2, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.