Gıybet ve İftira Neden Yasaklandı?

Gıybet nedir? İslam’da gıybetin ve iftiranın hükmü nedir? Gıybetin tövbesi ve kefareti nasıl olur? Gıybet ile ilgili ayet ve hadisler...

Gıybet ve söz taşımakla ilgili hadisler ve hadislerin açıklaması…

  1. Ebû Hüreyre’den (r.a) rivâyet edildiğine göre Resûlullah bir gün:

“–Biliyor musunuz, gıybet nedir?” diye sormuştu. Ashâb-ı Kirâm:

“–Allah ve Resûlü daha iyi bilir” karşılığını verdi. Hz. Peygamber:

“–Gıybet, din kardeşinden, onun hoşlanmayacağı bir şekilde bahsetmendir.” buyurdu. Yanındakilerden biri:

“–Söylediğim ayıp eğer o kardeşimde varsa, ne dersiniz?” diye sordu. Allah Resûlü:

“–Eğer söylediğin şey onda varsa gıybet ettin; yoksa, ona iftirâda bulundun demektir.” buyurdu. (Müslim, Birr, 70; Ebu Davud, Edeb, 40/4874)

  1. Ayşe (r.a) diyor ki: Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’e:

“–Safiye’nin kısa boylu oluşu sana yeter.” demiştim. Allah Resûlü:

“–Ey Ayşe! Öyle bir söz söyledin ki, eğer o söz denize karıştırılsa idi onun suyunu bozardı.” buyurdu.

Başka bir gün de kendisine bir kişinin durumunu takliden hikâye etmiştim. Resûlullah:

“–Bana dünyanın en kıymetli şeylerini verseler, ben yine de bir insanı hoşlanmayacağı şekilde taklid edip anmayı kesinlikle istemem.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Edeb, 35/4875; Tirmizî, Kıyâmet, 51/2502; Ahmed, VI, 189)

Ebû Berze’den (r.a) rivâyet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Ey diliyle iman edip de kalplerine iman tam olarak yerleşmeyen kimseler! Müslümanları gıybet etmeyiniz, onların kusurlarını da araştırmayınız! Kim Müslümanların kusurlarını araştırırsa Allah da onun kusurlarını araştırır. Allah kimin kusurlarını araştırırsa onu evinin içinde bile olsa rezil eder.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 35/4880; Tirmizî, Birr, 85/2032; İbn-i Kesîr, Tefsir, IV, 229)

  1. Câbir (r.a) der ki:

“Resûlullah ile beraberdik. Birden ortalığa kötü bir cîfe kokusu yayıldı. Resûlullah:

“–Bu kokunun ne olduğunu biliyor musunuz? Bu, mü’minlerin gıybetini yapan kimselerin kokusudur” buyurdu. (Ahmed, III, 351)

  1. Enes bin Mâlik (r.a) der ki: Resûlullah şöyle buyurdu:

“Miraç’a çıkarıldığımda, bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve sadırlarını tırmalayan bir topluluğa rastladım.

«–Ey Cebrâil! Bunlar kimlerdir?» diye sordum.

«–Bunlar, (gıybet etmek sûretiyle) insanların etlerini yiyenler ve onların şeref ve namuslarıyla oynayanlardır» cevabını verdi.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 35/4878; Ahmed, III, 224)

  1. İbn-i Abbâs (r.a) şöyle anlatır:

Resûlullah Medîne-i Münevvere’nin bahçelerinden birinden çıktığı bir esnâda kabirlerinde azap gören iki insanın sesini işitti:

“–Bu ikisi, kendilerince büyük olmayan birer günah sebebiyle azap görüyorlar. Aslında günahları gerçekten büyük idi. Biri idrarından sakınmaz, diğeri de söz taşır, kovuculuk yapardı.” buyurdu.

Sonra yaş bir hurma dalı istedi. Onu iki parçaya ayırdı, birini bir kabrin, diğerini de öbür kabrin başına dikti ve sözlerine şöyle devam etti:

“Kurumadıkları müddetçe azaplarının hafifletilmesi umulur.” (Buhârî, Edeb, 49; Vudû, 55, 56; Cenâiz, 82. Ayrıca bkz. Müslim, Tahâret, 111; Ebû Dâvûd, Tahâret, 11; Tirmizî, Tahâret, 53; Nesâî, Tahâret, 26; Cenâiz, 116; İbn-i Mâce, Tahâret, 26)

  1. Hemmâm bin Hâris (r.a) şöyle anlatır:

Huzeyfe (r.a) ile birlikte mescitte oturuyorduk. Bir kişi gelerek yanımıza oturdu. Huzeyfe Hazretleri’ne:

“–Bu şahıs sultana söz taşıyor” denildi. Huzeyfe (r.a) sözünü o kişiye işittirmeyi arzu ederek şöyle dedi:

“–Resûlullah Efendimiz’in şöyle buyurduğunu işittim:

“–Laf getirip götüren kimse Cennete giremez.” (Müslim, Îmân, 170, 168, 169; Buhârî, Edeb, 50; Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Edeb, 33; Tirmizî, Birr, 79)

Hadislerin Açıklaması

Cenâb-ı Hak kullarını, bunlar içinde de bilhassa mü’minleri çok sevdiği için onları can, mal, ırz, nâmus gibi her yönden koruma altına almış, dokunulmaz kılmıştır. Gıybeti büyük günahlar arasında zikrederek yasaklaması da bunun tezâhürlerinden biridir. Cenâb-ı Hak gıybeti yasaklayarak günahkâr kulunun bile gönlünü incinmekten muhâfaza etmektedir. Demek ki nazargâh-ı ilâhî olan gönül bu kadar kıymetlidir. Gıybetin yasak kılınmasının bundan daha mühim olan diğer bir sebebi de, onun, insanların arasını bozması, toplum hayatının en mühim esasları olan sulh, sükûn ve kardeşlik duygularını zedeleyip yok etmesidir.

 GIYBET ETMEK VE DİNLEYEN GÜNAHTA ORTAKTIRLAR

Yüce Rabbimiz, gıybetin; aklen, kalben, vicdânen ve dînen zemmedilmiş zararlı bir davranış olduğunu, nefisleri ürperten bir tasvirle şöyle ortaya koyar:

“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz, diğerinizi gıybet etmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz değil mi? O hâlde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeleri çok kabul edendir; çok merhametlidir.” (Hucurât 49/12)

Gıybet kolayca düşülen bir günah olduğu için onu engelleyecek tedbir ve cezalar da şiddetli gelmiştir. Bu sebeple Cenâb-ı Hak bu âyet-i kerime ile en ağır misallerden birini gıybet için vermiştir.

Gıybet edilen kimse, uzakta olduğu için ölü gibi savunmasız ve zayıf bir durumdadır. Gıybet eden kimse de bu durumda olan kardeşine arkadan saldırdığı için hâin mevkiindedir.

Âyet-i kerimede, “Sever mi, hoşlanır mı?” buyrularak ölmüş bir kardeşimizin etini yemenin sevilecek bir şey olmadığına dikkat çekilmiştir. Kaldı ki insanın eti diriyken dahî murdar ve haramdır. Kişinin, ölmüş kardeşinin kokuşmuş ve kurtlanmış etini severek yemesi ne kadar büyük bir aklî, kalbî ve ahlâkî bozulmadır.

Gıybet, sevilmeyen bir kimsenin günahını sermaye edinerek günah kazanma ahmaklığının adıdır. Sâdî-i Şirâzî şöyle der:

“Peymânesi dolduğu zaman defteri kara bir bedbahtı günahları Cehenneme çeker götürür. Fakat onun orada yalnız kalmasını istemeyen bir diğeri de gıybet sebebiyle arkasından koşturur.” (Bostan, s. 236)

İnsanları arkalarından çekiştirmek; ucub, riyâ, haset ve Allah’ın kullarını küçük görme gibi en fecî kalbî hastalıklardan neş’et ettiğinden, Cenâb-ı Hakk’ın gazabını celbeder ve insana her yönden zarar verir. Şeyh Sâdî bu hususta da şunları söyler:

“Ey mürüvvetli, akıllı kimse; iyi olsun, kötü olsun kimsenin hakkında kötü söyleme! Çünkü kötülüğünü söylediğin kimse hakikaten kötü ise, onu kendine düşman etmiş olursun. Eğer iyi ise, sen kötü bir iş yapmış olursun.

Sana birisi gelir de «Filân kimse kötüdür» derse, iyice bil ki, o kendi ayıbını söylemektedir. Çünkü «Filânın işi şöyledir» dediği zaman, ispat lâzımdır. Sadece söylemek kâfî değildir. O ise sözünü ispat etmiyor. Sözü yalnız gıybet derecesinde kalıyor. Böylece gıybet ettiği de sabit oluyor. Gıybet ise büyük bir günahtır. Dolayısıyla o kişinin kendi sözü kendi aleyhine delil teşkil eder.

Sana doğrusunu söyleyeyim mi: Birisini gıybet ettiğin zaman, doğru da söylesen, sen kötüsün!..”

Bir şahsa birisi gıybet ederek dil uzatmıştı. Orada bulanan bir âlim ona şöyle dedi:

“–Benim yanımda kimseyi kötülükle anma! Beni kendi hakkında fenâ zanna düşürme! Çünkü sen birisini gıybet edersen, ben seni fenâ bilirim. Hem bu gıybetten ne çıkacak onu da bilmem. Farzedelim sen onu gıybet ederek derecesinden bir şey eksilttin, fakat bu eksilen şey senin derecene ilâve edilmez ki!” (Bostan, s. 234-235)

Öyleyse mü’min, diline hâkim olarak konuşmasına dikkat etmelidir. Efendimiz’in verdiği ölçüler ne güzeldir:

“Ya hayır söyle ya sus!” (Buhârî, Edeb, 31, 85; Rikâk, 23; Müslim, Îmân, 74; Lukata, 14)

“Susan kurtuldu!” (Tirmizî, Kıyâmet, 50/2501. Krş. Dârimî, Rikak, 5)

GIYBET NEDİR?

Resûlullah birinci hadisimizde, gıybetin ne olduğunu ortaya koymaktadır. Allah Resûlü ashâbına gıybetin ne olduğunu tam olarak öğretmek için dikkat çekici bir soru sormuş ve ardından unutulmayacak şekilde gıybetin kesin sınırlarını çizmiştir:

“Din kardeşinden, onun hoşlanmayacağı bir şekilde bahsetmek.”

Söylenen söz kötü olmayabilir, ancak hakkında konuşulan kişi bu sözün kendisi için söylenmesinden hoşlanmıyorsa, bu gıybettir. Gıybette, söylenen sözden ziyâde, kişinin ondan hoşlanıp hoşlanmaması ehemmiyetlidir.

İnsanların yanlış anladığı bir husus daha vardır ki, Efendimiz onu da açık ve öz ifadelerle îzah etmiştir:

“Eğer söylediğin şey onda varsa gıybet ettin; yoksa, ona iftirâda bulundun demektir.”

O hâlde, “Ben doğruyu söylüyorum”, “Olan şeyden bahsediyorum”, “Aynı şeyleri yüzüne de söylerim” gibi sözler, insanı gıybetten kurtarmaya kâfî değildir.

Gıybetin sahası çok geniştir. Yanımızda bulunmayan birinin fizîkî yapısı, ahlâkı, ibadetleri, malı, çocukları, akrabâsı, eşyâsı, yürüyüşü, konuşması, alışkanlıkları… gibi hususları, onun hoşlanmayacağı şekilde sözlü veya yazılı olarak dile getirmek, rumuzla veya kaş-göz, el-kol hareketleriyle anlatmak, taklîdini yapmak ve hattâ îmâda bulunmak, gıybet mefhûmuna dâhil olmaktadır. Yani bir Müslümanın gıyâbında olan ve gönlünü inciten herhangi bir söz veya hareket gıybettir.

Abdullah bin Mes’ûd (r.a) şöyle anlatır:

Peygamber Efendimiz’le birlikte oturuyorduk. Bir adam kalkıp gitti. Onun ardından başka biri ileri geri konuştu. Bunun üzerine Allah Resûlü:

“–Git ağzını iyice yıka ve dişlerinin arasındaki yemek kalıntılarını çıkar!” buyurdu. Adam:

“–Dişlerimin arasından ne çıkarayım ey Allah’ın Resûlü, et mi yedim ki?!” diye sordu. Resûlullah:

“–Sen kardeşinin etini yedin” cevabını verdi. (Heysemî, VIII, 94)

CEHENNEM YOLU

Şeyh Sâdî bu konuda ibretli bir misâl verir:

Nizâmiye Medresesi’nde vazifem vardı. Gece gündüz ders müzâkere ederdim. Bir gün üstadıma:

“–Filân dostum bana haset ediyor. Ben hadis-i şerifin mânâsını güzelce verdiğim zaman o habîsin içi karmakarışık oluyor!..” dedim.

Çok edîb bir insan olan üstadım benden bu sözü işitince fenâ hâlde kızdı:

“–Çok kötü bir durum” dedi, “Dostunun haset etmesi hoşuna gitmedi. Pekâlâ! Gıybetin iyi bir şey olduğunu sana kim söyledi. Eğer o kıskançlık cihetinden Cehennem yolunu tuttu ise, sen de başka bir yoldan ona yetişeceksin!..” (Bostan, s. 235-236)

İSLAM’DA İFTİRANIN GÜNAHI NEDİR?

İnsan birinin arkasından öyle konuşmalıdır ki, aynı şeyleri onun yüzüne karşı da rahatça ve kalbini kırmadan söyleyebilmelidir. Eğer bakan gözlerden çekinerek yüze karşı başka arkadan başka söylerse, gaybı bilen Cenâb-ı Hakk’ın her zaman ve her yerde hâzır ve nâzır olduğunu unutmamalıdır. Aklını başına alarak Cenâb-ı Hak’tan da en az karşısındaki adam kadar sıkılmalıdır.

Bir kimsede olmayan bir şeyi ona izâfe ederek aleyhinde konuşmak ise, hadisimizde ifade edildiği şekilde, bühtân ve iftirâdır ki bunun günahı daha büyüktür. Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:

“Mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz büyük bir iftirâ ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.” (Ahzâb 33/58)

GIYBETİN KEFARETİ

Gıybet ve iftirâ kul hakkı olduğu için, onları affettirmeye sadece tevbe kâfî gelmez. Gıybeti yapılan kişiden helâllik de almak îcâb eder. Bundan sonra da yapılan gıybet için bir keffâret gereklidir ki onu da tâbiîn âlimlerinden Mücâhid şöyle ifadelendirir:

“Kardeşinin etini yemenin keffareti, onu methetmen ve hakkında hayır duada bulunmandır.”

Öte yandan, hayâ perdesini yırtarak açıkça günah işleyen fâsık, zâlim idâreci ve dinde olmayan şeyi dîne karıştırmak isteyen bid’atçinin yanlışlarını söylemek gıybet sayılmaz. Bir kimse ile dünürlük, ortaklık, komşuluk, alışveriş vs. yapmak, emânet bırakmak isteyen kişiye, mevzû ile doğrudan alâkalı bilgileri vermek de gıybet değildir. Çünkü bu bilgiler verilmediği takdirde diğer şahıs zarar görecektir.

Ancak bu hususlarda nefsin tuzağına düşmemek îcâb eder. Zira nefis, dâimâ kendini haklı gösterecek bahaneler peşindedir.

GIYBET EDENE “SUS” DEYİN!

İkinci hadisimizde, bir kelimelik bir gıybetin dahî koskoca denizleri kirletip ifsâd edeceği haber verilmektedir. Devamında da, bir insandan hoşlanmayacağı şekilde bahsetmenin günahını hiçbir şeyin telâfi edemeyeceği bildirilmiştir.

Peygamber Efendimiz’in Hz. Ayşe vâlidemize müdâhale etmesinden anlıyoruz ki, bir mü’min kendisi gıybetten uzak durduğu gibi, yanında o günahın işlenmesine de müsâade etmemelidir. Yanında yapılmak istenen gıybeti dinlemeyip, imkânı varsa müdâhale etmelidir.

Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:

“Onlar boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler...” (Kasas 28/55; Mü’minûn 23/3)

Çünkü gıybetçiden fayda umulmaz. Hikmet ehli ne güzel söylemiştir:

“Birisi sana gelir de diğerini gıybet ederse, onun başka yerde sana teşekkür edeceğini, senin iyiliğini söyleyeceğini ümit etme!”

Dolayısıyla gıybete mânî olan kişi hem kendisini, hem gıybet etmek isteyeni, hem de gıybet edilen kardeşini zarardan kurtarmış olur.

Resûlullah şöyle buyurur:

“Kim bir mü’mini bir münâfığa (gıybetçiye) karşı himaye ederse, Allah da onun için, kıyamet günü, etini cehennem ateşinden koruyacak bir melek gönderir. Kim de kötülenmesini dileyerek Müslümana bir iftira atarsa, Allah onu, kıyamet günü, cehennem köprülerinden birinin üstünde, (hasmını râzı ederek, şefaatle veya cezâsını çekerek) söylediğinin (günahından) kurtuluncaya kadar hapseder.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 36/4883)

BAŞKALARININ KUSURLARINI ARAŞTIRMANIN HÜKMÜ NEDİR?

Üçüncü hadisimizde Resûlullah, “Ey diliyle iman edip de kalplerine iman tam olarak yerleşmeyen kimseler!” hitâbıyla gıybetin ve kusur araştırmanın hakîkî mü’minlerde bulunmayacağına ve bu mânevî hastalığın münâfıklık alâmeti olduğuna işaret etmiştir.

Mü’minlerin gıybetini yapıp kusurlarını araştıran kimseler, Âlemlerin Rabbi olan Allah’ı karşılarına almaktadırlar. Bu durumda Allah da onların kusurlarını ortaya dökerek evlerinin ortasında bile olsalar onları âleme rezil eder.

Diğer rivâyetlerden öğrendiğimize göre, Resûlullah, öğle namazını kıldırdıktan sonra kızgın bir şekilde cemaate dönmüş, hatta minbere çıkıp yüksek bir sesle nidâ ederek bu hadis-i şerifi söylemiş ve gıybet hakkındaki ilâhî mesajı duymayan kimse bırakmamıştır. (Tirmizî, Birr, 85/2032; Heysemî, VIII, 92)

İslâm âlimleri; “Kim, tevbe ettiği günahı sebebiyle bir kardeşini ayıplarsa, o günahı işlemeden ölmez.” buyurmuşlardır.

Bu hikmetli sözü pek çok defa tecrübe eden ecdâdımız, “Gülme komşuna gelir başına” demişlerdir.

GIYBET YAPANLARDAN ÇIKAN KOKU - GIYBET KOKUSU

Dördüncü hadisimizde Allah Resûlü, yanındaki mü’minlere gıybetin kötü kokusundan bahsetmiştir. Bazı hadis-i şeriflerde haber verildiğine göre, günahların çok çirkin tad, koku ve şekilleri vardır.  Şayet insanlar onları hissede-bilselerdi, hiç günahlara yaklaşmazlardı. Ancak imtihan îcâbı bunlar insanlardan gizlenmiştir. Efendimiz bunları bize haber vermiştir. Müslümanlara düşen, Allah Resûlü’nün sözlerine tam olarak îtimâd ederek günahlardan uzak durmaktır.

“Gıybetin kötü kokusunu bugün niçin duymuyoruz?” sorusuna şu şekilde cevap verenler de olmuştur:

“Asr-ı Saâdette insanlar gıybetten büyük bir hassâsiyetle kaçınırlardı. Zaman zaman gıybet eden olursa, bu şekilde kötü kokusu hissedilirdi. Günümüzde ise her an gıybet günahı işlendiğinden, burunlarımız pis kokuya alışmış, dolayısıyla onları fark edemez olmuştur.”

GIYBETİN AHİRETTEKİ CEZASI

Beşinci hadisimizde gıybetin uhrevî cezası temsîlî bir şekilde zihinlerimize yaklaştırılmaktadır.

Bir insanın yüzünü ve sadrını yırtması, bilerek yaptığı bir hatâ ve kendi başına açtığı büyük bir zarar netîcesinde, aşırı pişmanlık ve üzüntü duymasının alâmetidir. Yani gıybet eden kimse, başkalarına değil kendisine zarar vermekte, kendi azâbını kendi elleriyle hazırlamaktadır. Dolayısıyla kabirde göreceği azap da bakır tırnaklarla yüzünü ve sadrını tırmalama şeklinde gösterilmiştir.

Diğer taraftan, bir kimsenin yaptığı gıybet, bir müddet sonra kardeşi tarafından duyulduğunda, gıybetçinin kendi yüzü kızarmakta ve insanlar arasında haysiyetini kaybetmektedir. Dolayısıyla gıybet, Müslümanlığa yakışmadığı gibi mertliğe de yakışmaz.

HARAMİLİKTEN DAHA KÖTÜ

Sâdî-i Şirâzî şöyle anlatır:

Bir gün birisi:

“–Harâmîlik gıybetten daha iyidir!..” dedi. Bu sözü lâtife tarîkiyle söyledi sandım. Ona sordum:

“–Dostum, saçmaladın. Bu söz bana tuhaf geldi. Harâmîlikte iyilik namına ne gördün ki; onu gıybete tercih ediyorsun?” dedim. Cevap olarak şöyle dedi:

“–Harâmîler babayiğit insanlardır. Bir kervan görünce tehevvür ile ona saldırırlar, çekişir, boğuşur, sonunda kervanı yakalarlar. Yenerler, vurgun vururlar. Para ve mal kazanarak keselerini doldururlar ve hiç değilse dünyada bolluk içinde yaşarlar. Fakat biçimsiz, maymun tıynetli, sinsi gıybetçiler ne yapar: Gıybetle defterlerini karartır, bir şey kazanmazlar.” (Bostan, s. 235)

Burada maksat, harâmîliği hafif görmek değil, gıybetin kötülüğünü ve zararının büyüklüğünü târizli bir üslûb ile anlatmaktır.

İşte gıybetçiler ne dünyada ne de âhirette bir şey elde edemediklerini anlayıp, mâruz kalacakları cezayı da görünce, büyük bir pişmanlıkla kendi kendilerine azâb edeceklerdir.

Gıybet konusunda mühim bir husus da, zulme mâruz kalan kimsenin hakkını helâl etmesi ve gıybetçiyi affedebilme faziletini göstermesidir. Gıybet edilen kimse, kendisini çekiştirenleri affettiğinde, bunun karşılığında âhirette büyük mükâfâtlar elde edecektir.

Katâde (r.a) şöyle demiştir:

“–Sizden biri Ebû Dayğam (veya) Damdam gibi olmaktan âciz midir? Bu zât sabaha çıktığında:

«Allâh’ım! Bana dil uzatan ve gıybet ederek haysiyetimi zedeleyen kullarına hakkımı bağışladım!» derdi.” (Ebu Dâvûd, Edeb, 36/4886)

Bu durum hiç şüphesiz, “Yaratılanı hoşgör Yaratan’dan ötürü” anlayışının bir tezâhürüdür. Yani Allah’ı seven olgun mü’minler, O’nun rızâsını kazanmak için O’nun kullarını kolayca affedebilirler.

Bu hususta büyüklük gösteren fazilet timsâli mü’minlerden biri de fakir sahâbî Ulbe bin Zeyd (r.a)’dir. Resûlullah, Müslümanları Zorlu Sefer Tebük için yardıma çağırınca, Ulbe (r.a) gece teheccüde kalkıp namaz kıldı, Allah’a yalvardı ve sabah olunca sahib olduğu yegâne malı olan bir parça eşyayı alarak Peygamber Efendimiz’in yanına geldi. Ulvî bir rûh hâliyle büyük bir fazilet ve fedâkârlık örneği sergileyerek:

“–Yâ Resûlallah! Elimde sadaka olarak verebileceğim bir şey yok. Şu bir parça eşyâmı tasadduk ediyorum. Bundan dolayı beni üzen veya bana kötü söyleyen, ya da benimle alay eden kimseye de hakkımı helâl ediyorum!” dedi. (İbn-i Hacer, el-İsâbe, II, 500; İbn-i Kesîr, es-Sîre, IV, 9; Vâkıdî, III, 994)

Bir de komşularını gıybet günahıyla yüz yüze getirmemek için fedâkârlık yapan yüksek ruhlar vardır. Bir Allah dostu şöyle buyurur:

“Komşularım görür de kıskanıp gıybet ederek günaha girerler diye yeni elbise giymeyen kimseler bilirim!”

Altıncı hadisimizde gıybete benzeyen ancak ondan daha kötü olan bir büyük günahtan daha bahsedilmektedir. O da insanların arasında laf getirip götürmek sûretiyle fitne ve fesâda sebep olmaktır. Halkımızın dilinde “kovuculuk yapmak”, “müzevirlik etmek” diye geçen bu günah, iki kişinin arasını bozmak maksadıyla yapılması yönüyle gıybetten ayrılır.

İSLAM’DA SÖZ TAŞIMANIN HÜKMÜ NEDİR?

Söz taşıyan kimseler hadislerimizde “Nemmâm” ve “Kattât” diye isimlendirilmektedir. Her ikisi de aynı mânayı ifade etmekle birlikte, aralarında ince bir farkın bulunduğu ifade edilir. Bu durumda Nemmâm, aralarında bulunduğu bir cemaatin sözlerini başkalarına taşıyan kimsedir. Kattât ise, insanların haberi olmadan onların konuşmalarını dinleyip başkalarına ulaştıranlara denir.

Hadisimizden anlaşıldığı üzere, insanlar bu çirkin günahı hafife almakta ve basit görmektedirler. Hâlbuki söz taşıma fitne ve fesat sebebi olduğu için büyük bir günahtır. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de fitne çıkarmanın adam öldürmekten daha ağır bir günah olduğu haber verilir.  Bu sebeple kovuculuk, kabirde şiddetli azap görmeye ve cehenneme girmeye sebep olmaktadır.

Nitekim yedinci hadisimizde kovucuların Cennete giremeyeceği haber verilir.

Hadisten anlaşıldığına göre, Müslüman olup da söz taşıma günahını işleyenler, ilk anda Cennete nâil olamayacaklardır. Bunlar, affedilmedikleri takdirde önce cehenneme giderek yaptıkları günahın cezasını çekecek, daha sonra da Cennete gireceklerdir. Çünkü günahkâr Müslümanlar kâfirler gibi Cennetten ebediyyen mahrûm kalmazlar.

Diğer taraftan, fesat çıkarmak maksadıyla halktan duyduğu sözleri, idârecilere götürenler de söz taşıyanlar sınıfına dâhildir.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Efendimiz’den Hayat Ölçüleri, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

GIYBET NE DEMEK? GIYBET ETMENİN GÜNAHI NEDİR?

Gıybet Ne Demek? Gıybet Etmenin Günahı Nedir?

GIYBET EDENLERİN AKIBETİ NE OLACAK?

Gıybet Edenlerin Akıbeti Ne Olacak?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.