Gıybetin Caiz Olduğu Durumlar

Gıybet hangi hallerde caizdir? İnsanlar aleyhine konuşmanın gıybet olmadığı bâzı yerler şunlardır...

Gıybetle meşgul olan kimse, günah kazandığı gibi kendi ayıp ve kusûrunu görüp düzeltmekten de mahrum kalır. Böylece her yönden zararlı çıkar.

İLLÂ DEDİKODU YAPACAKSAN, ANNE-BABANIN DEDİKODUSUNU YAP!

İnsanlar, dehşetli Kıyâmet gününde, kendilerinin de çok ihtiyacı olmasına rağmen sevaplarını, dünyada gıybet ve dedikodusunu yaptıkları kimselere vereceklerdir. Şayet borçlarını karşılayacak kadar sevapları kalmamışsa, dedikodusunu yaptıkları kimselerin günahlarını yükleneceklerdir.[1] Bu yüzden Hasan-ı Basrî Hazretleri:

“Eğer illâ dedikodu yapacaksan, anne-babanın dedikodusunu yap!.. Âhirette en azından sevâbın onlara gitmiş olur ve onların günâhını yüklenirsin!..” buyurmuştur.

Diğer taraftan bir mü’min, kimseyi gıybet etmemekle birlikte kendi hakkında söylenen sözlere tahammül edip onları affedebilirse, büyük bir fazîlet örneği sergilemiş olur.[2] Zîrâ olgunluğun en bâriz göstergesi, dedikodu ve iftirâya tahammüldür. Bu hususta:

Birinci basamak, dedikodu ve iftirâya karşı sükûnetle cevap vermektir.

İkinci basamak, böyle bir dedikodu ve iftirâ karşısında cevap vermeyip, günahlar gıybet eden kimseye devredildiği için sevinmektir. Ama bu da bir noksanlık taşır.

Üçüncü basamak da, kavuşulacak mağfiret ve sevaplar sebebiyle sevinirken, dedikoducu ve iftirâcının âhiretteki hâlini düşünerek üzülmektir. Bu üzüntü hâli, sevince gâlip değilse, olgunluk yine de eksik demektir.

GIYBET HANGİ HALLERDE CAİZDİR?

Bir de insanlar aleyhine konuşmanın gıybet olmadığı bâzı yerler vardır. Onlar da şöyledir:

1) Zulme uğramış bir kimsenin, hükümdar veya hâkim gibi, zâlime karşı kendisine yardımcı olabilecek yetki ve kudrete sâhip birine gidip; “Falan bana şöyle şöyle haksızlık etti.” demesi.

2) Bir kişinin fetvâ makâmına gidip, “Falanca bana zulmetti. Hakkımı almamın ve haksızlığı önlememin yolu nedir?” gibi sözler söylemesi. Bu, ihtiyaçtan dolayı câizdir, ancak, meseleyi üstü kapalı olarak arz etmek ihtiyata daha uygun ve fazîlete daha muvâfıktır.

3) Müslümanları şerden sakındırmak ve iyiliklerini istemek (nasihat). Bunun da değişik şekilleri vardır:

  • Hadis râvîlerinden ve şâhitlerinden kusurlu olanları cerh etmek. Bu, icmâ ile câizdir. Hattâ yerine göre vâcip bile olur.
  • Bir kimse ile dünürlük, ortaklık, komşuluk, alışveriş vs. yapmak veya emânet bırakmak isteyen kişiye, mevzû ile doğrudan alâkalı bilgilerin söylenmesi.
  • Dîni ve dînî ilimleri öğrenmek isteyen birinin, bid’atçı veya günahkâr (fâsık) bir hocadan ders aldığına şâhid olup zarar göreceği endişesine kapılan birinin, o öğrenciye öğüt verip hocasının hâlini açıklaması.
  • Üstlendiği vazifeyi îcâb ettiği şekilde yapmayan bir vazifelinin durumunu üst makâma bildirmek.

4) Fâsıklık ve bid’atçılığı âşikar olan kimsenin hakkında konuşmak. Ancak onun açığa vurduklarının dışındaki başka ayıplarının anılması -onların da söylenmesini gerektiren başka bir sebep yoksa- haramdır.

5) Bir insan; şaşı, topal, sağır, kör veya buna benzer başka lâkaplarla biliniyorsa, onu sırf târif edebilmek için bu lâkapları kullanmak. Böyle lâkaplarla bilinen kişilerin başka türlü târif ve tanıtımı mümkün olduğu sürece bu lâkapları kullanmaktan da sakınmak îcâb eder.

Lâkin insanlar aleyhine konuşmanın câiz sayıldığı bu hususlarda da dikkatli olarak nefse fırsat vermemek lâzımdır. Tenkid ve konuşmaların, haklı olup-olmadığını iyi ayırt etmek îcâb eder. Zîrâ nefis, çeşitli bahânelerle insana kendini haklı göstererek gıybetin câiz olduğunu fısıldayabilir. İşte bu da en tehlikeli noktalardan biridir.

Dipnotlar:

[1] Bkz. Buhârî, Mezâlim 10, Rikâk 48; Müslim, Birr 59; Tirmizî, Kıyâmet 2; Ahmed, II, 303, 324, 372. [2] Bkz. Ebû Dâvûd, Edeb, 36/4887.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 2, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

GIYBET ETMENİN CAİZ OLDUĞU DURUMLAR

Gıybet Etmenin Caiz Olduğu Durumlar

GIYBETİN MÜBAH OLDUĞU HALLER İLE İLGİLİ HADİSLER

Gıybetin Mübah Olduğu Haller ile İlgili Hadisler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • S.a hocam bazı insanlar giybete tesvik ediyor neyapmakk lazım

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.