Gökler Nasıl Yaratıldı?
Gökler ve yerler neden altı günde yaratıldı? Evrenin oluşumu nasıl gerçekleşti? Yer ve gök kaç katmandan oluşuyor? Galaksiler nasıl oluşur? Yerler ve gökler ayrılıyor mu? Çekimi kanunu ilk kim fark etmiştir? Güneş hangi maddelerden meydana gelmiştir? Güneşin özellikleri nelerdir? Ayın özellikleri ve evreleri nelerdir? Göklerin yaratılışı hakkında ilginç bilgiler...
Göklerde, yerde ve bunlar arasında bulunan canlı cansız çeşitli varlıkların yaratılması, Allah’ın varlığının, birliğinin ve yüceliğinin belgelerindendir. Bu konuda ayet-i kerimede şöyle buyrulur:
“Şüphesiz göklerde ve yerde, inananlar için bir çok âyetler (deliller, belgeler) vardır.” (Câsiye, 45/3) İnanmak niyetinde ve düşüncesinde olan insan için gökler, yer, yer ve gökler arasındaki her şey, Allah’ın varlığını, birliğini, büyüklüğünü anlamaya, kavramaya sebep olur. Bütün mesele, bunlara ibret gözüyle bakabilmektir.
Kur’ân-ı Kerîm, Göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah’ın varlığını çok açık bir gerçek olarak ortaya koyar. Bu hususta ayet-i kerimede şöyle buyrulur:
“Peygamberleri dedi ki: Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var?..” (İbrâhîm, 14/10) Düşünen ve aklını çalıştıran insan için Yüce Yaratıcının varlığı çok açık bir gerçektir. Ama insanların çoğu bu konu üzerinde düşünmezler. Halbuki Allah, insanlara aklı, düşünmeleri için vermiştir. Kur’ân, insanları hep düşünmeye, aklını kullanmaya davet eder.[1]
Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’tan başka tanrı olmadığı hususu sık sık hatırlatılır.
Meselâ Neml sûresinde şöyle buyrulur:
“(Rasûlüm!) De ki: “Hamd olsun Allah’a, selâm olsun seçkin kıldığı kullarına. Allah mı hayırlı, yoksa O’na koştukları ortaklar mı? (Onlar mı hayırlı) yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? Çünkü Biz onunla, bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirmişizdir. Allah’la beraber başka bir tanrı mı var! Doğrusu onlar sapıklıkta devam eden bir güruhtur. (Onlar mı hayırlı,) yoksa yeryüzünü oturmaya elverişli kılan, aralarından nehirler akıtan, onun için sâbit dağlar yaratan, iki deniz arasına engel koyan mı? Allah’ın yanında başka bir tanrı var öyle mi? Doğrusu onların çoğu, (hakikati) bilmiyorlar. (Onlar mı hayırlı,) Yoksa, kendine yalvardığı zaman bunalmışa karşılık veren ve başındaki sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hâkimleri yapan mı? Allah’ın yanında başka bir tanrı mı var? Ne kıt düşünüyorsunuz! (Onlar mı hayırlı,) Yoksa, karanın ve denizin karanlıkları içinde size yolu bulduran, rahmetinin (yağmurun) önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen mi? Allah’ın yanında başka bir tanrı var öyle mi? Allah, onların koştukları ortaklardan çok yücedir, münezzehtir. (Onlar mı hayırlı,) Yoksa, önce yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten, hem yerden rızıklandıran mı? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var?” De ki: Eğer doğru söylüyorsanız, (Allah’ın birliğine ait bu delillerden sonra şimdi) siz kesin delilinizi getirin haydi!” (Neml, 27/59-64) Görüldüğü gibi bu âyetlerde ısrarla Allah ile beraber başka bir tanrının olmadığı gerçeği çarpıcı bir şekilde ortaya konuyor.
Yüce Allah, insanların, göklere, yere ve yerle gök arasında bulunan varlıklara dikkatle bakmalarını, bunları iyice incelemelerini ve bunlar üzerinde düşünmelerini istiyor. Varlıkların incelenmesi, Yüce Yaratıcı’nın varlığını anlamayı kolaylaştıracaktır. Allah’ın yarattığı varlıklar üzerinde düşünme, inananların îmân ve irfânlarının artmasına sebep olur. İnanmayanların ise düşünmelerini, akıllarını kullanmalarını kolaylaştırır. Allah, bütün insanlara, kendisine inanmayı emir ve tavsiye etmiş, inanmaları için her türlü imkân ve fırsatı onlara vermiştir. Peygamberleri bunun için göndermiş, İlâhî kitapları bunun için indirmiştir. Bütün insanlara, akıllarını kullanmalarını, düşünmelerini, ibret almalarını tavsiye etmiştir.
Göklerin ve yerin belli bir plâna göre yaratılıp insanların hizmetine verilmesi, insanın Allah yanındaki değerini gösterir. Bu âyetlerde Yüce Allah, insanlara olan nimetlerden bazılarını sayıp döküyor. Gökten indirdiği su ile yeryüzünü yeşerttiğini; yeryüzünü oturmaya, yaşamaya elverişli hale getirdiğini; hayat
kaynağı su için ırmaklar, denizler yarattığını; denge unsuru olan dağlar var ettiğini bildiriyor.
Darda kalan kulları, dua ettikleri zaman onların duasını kabul edip üzüntülerini, sıkıntılarını giderdiğini; rahmetinin müjdecisi olan rüzgârları gönderdiğini vs belirtiyor. Her belirttiği hususla birlikte bunları yapan bir başka tanrının olmadığını hatırlatıyor. Böylece bir taraftan insanlara verdiği nimetlerini hatırlatırken öbür taraftan bunları ancak kendisinin yarattığını, bunları yapacak bir başka tanrının olmadığını çarpıcı bir şekilde anlatarak insanları, düşünmeye ve inanmaya davet ediyor.
Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’de gökleri ve yeri yaratmasının, kendisinin varlığına delil olduğunu bildirir. Meselâ Rûm sûresinde şöyle buyurur:
“O’nun açık belgelerinden biri, gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olmasıdır. Şüphesiz ki bunda ilim adamları için deliller, ibretler vardır.” (Rûm, 30/22) Allah’ın yaratıcı kudretinin açık delillerinden biri, göklerin ve yerin şaşmaz bir plâna göre yaratılması, mükemmel bir düzen ve dengede tutulmasıdır. Aynı sûrede yine şöyle buyrulur:
“O’nun varlığının belgelerinden biri de, göğün ve yerin O’nun buyruğu ile (yörüngelerinde hareketlerini sağlayıp) durmasıdır.” (Rûm, 30/25) Allah, yeri, göğü ve arasındakileri insanlar için yaratmıştır. Yerkürenin iki ayrı hareketle belli bir yörüngede elips çizip seyretmesi ve bu yolculuğunda hiç şaşmaması, onu yaratan Allah’ın varlığının, birliğinin, yüceliğinin belgelerindendir.
Güneşin belli bir mesafede, belli bir merkez içinde iki ayrı hareketi, yani biri kendi merkezindeki, diğeri gezegenlerle birlikteki hareketi, dünyaya ve bütün gezegenlere, yıldızlara ışık ve hayat vermesi ve bu vazifesini yaratıldığı gündenberi şaşmadan sürdürmesi yine Yüce Yaratıcı’nın varlığına, birliğine, kudretine delâlet etmektedir.
Ay’ın, dünyanın uydusu olarak belli bir uzaklıkta hiç şaşmadan düzenli bir şekilde seyretmesi de yine Yüce Yaratıcı’nın varlığına ve kudretine delâlet etmektedir.
Bütün bu plânlı hareketler, yerçekimi ve merkezkaç kanunlarıyla gerçekleşmektedir. Bu kanunları koyan ise Yüce Allah’tır.[2] Şûrâ sûresinde de şöyle buyrulur:
“O’nun varlığına (delâlet eden) belgelerden biri de, gökleri, yeri ve ikisinde serpiştirip yaydığı canlıları yaratmasıdır. O’nun, dilediği zaman onları toplayıp bir araya getirmeye gücü yeter.” (Şûrâ, 42/29) Bu âyet, göklerin ve yerin yaratılmasında, mükemmel bir plânın ve şaşmaz fiziksel kanunların varlığını ve bu plânı hazırlayan mutlak bir kudretin hâkimiyetini hatırlatmaktadır. Evrenin işleyişinde mükemmel bir düzen ve uyum vardır. Bütün gök cisimleri yaratıldıkları gündenberi şaşmaz bir şekilde yörüngelerinde seyirlerini sürdürmektedirler. Yer ve gök arasına yaydığı canlılar ise, -Allah bilir- insanlar, hayvanlar, kuşlar, böcekler, melekler, cinler vs.dir. Bunların yaratılması, yaşatılması, üremesi vb. insanlar için birer ibret vesilesidir. Bakara Sûresi’nde şöyle buyrulur:
“Şüphesiz ki, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde… aklını kullanan bir topluluk için nice belgeler ve deliller vardır.” (Bakara, 2/164)
Yüce Allah, insanların dâimâ düşünmelerini, etraflarına ibret nazarıyla bakmalarını istiyor. Göklerin yaratılmasını düşünmemizi istiyor. Gök dediğimiz uzaydır ki burada güneş, dünya, ay ve yıldızlar bulunmaktadır. Yıldızlar, çok sayıdadır ki bunların pek çoğu dünyadan da büyüktür. Her bir gök cismi, hem kendi ekseni etrafında ve hem de tabi olduğu galaksideki yörüngesinde dönmektedir.
Göklerde ve yerde, inananlara nice dersler, ibretler, belgeler vardır. Nitekim Câsiye sûresinde şöyle buyrulur:
“Göklerde ve yerde inananlara nice dersler vardır.” (Câsiye, 45/3) Allah’ın yarattıklarından ibret alanlar, ancak mü’minlerdir.
GÖKLERİN VE YERİN ALTI GÜNDE YARATILMASI
Kur’ân’da birçok âyette Allah Teâlâ gökleri ve yeri altı günde yarattığını bildiriyor.[3]
“O Allah ki gökleri, yeri ve ikisi arasındaki şeyleri altı günde yaratmış, sonra da Arş üzerine oturmuş (saltanatını kurmuş)tur. O Rahmân’dır. Artık sen O’nu (O’ndan) haberli olandan sor!” (Furkân, 25/59) Allah Teâlâ’nın gökleri ve yeri altı günde yaratmasının anlamı üzerinde müfessirler çok şey söylemişlerdir. Türkçeye “gün” diye tercüme ettiğimiz “yevm” kelimesi, arapça “bir an, yirmi dört saatlik bir zaman dilimi, başı ve sonu bilinmeyen uzun bir zaman” gibi anlamlara gelir. Bu bakımdan, müteşâbih bir ifâdedir. Bu belki, “altı dönem” anlamına gelebilir.
Göklerin ve yerin altı dönemde yaratıldığını kabul edersek, bunun ilk iki dönemi yerküreyle ilgilidir. Toprak ve suyun oluşması, sonra canlıların ve bitkilerin vücut bulması, dört ayrı dönemde gerçekleşmiştir. Bu âyetlerde, Allah’ın varlığını, birliğini, kudretini kanıtlamak üzere akıl sahiplerine bilimsel açıdan araştırma yapmaları için kâinatın yaratılışı hakkında ipuçları veriliyor.[4]
Allah Teâlâ Kamer sûresinde şöyle buyurur:
“Bizim buyruğumuz birdir, bir göz kırpması gibi bir andır.” (Kamer, 54/50)
Yâsîn Sûresi’nde de şöyle buyurur:
“(Allah) bir şeyi dilediği zaman, O’nun buyruğu sadece o şeye “Ol” demektir ve o şey derhal olur.” (Yâsîn, 36/82) Bu ve benzeri âyetlerden[5] anladığımıza göre, Yüce Yaratıcı, bir şeyin olmasını istediği zaman ona “Ol” der, o da derhal oluverir. Allah Teâlâ dileseydi gökleri ve yeri bir anda yaratırdı. Altı günde yaratması, kullarına işlerinde sabırlı olmayı, acele etmemeyi öğretmek içindir.[6]
Bir de şunun içindir ki, şayet bu âlem bir anda yaratılmış olsaydı belki bazı insanların aklına bunun tesâdüfen meydana geldiği şeklinde bir düşünce gelebilirdi. Ama varlıklar hikmete uygun olarak ard arda meydana geldiğinde bu, onların kadîm, hakîm, kadîr, alîm ve rahîm bir var edicinin var etmesiyle meydana geldiğine daha fazla delâlet etmiş olur.[7]
Göklerin ve yerin “altı günde yaratılması” hakkında Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır özetle şunları söyler: “Bazı müfessirler bu altı günü, bilinen dünya günleri diye anlamışlardır. Gerçi gün deyince “güneşin doğması ve batması arasındaki zaman” anlaşılır. Fakat henüz dünyanın ve güneşin bulunmadığı “yaratma” sırasında bu anlam ile “bir gün” düşünülemeyeceği açıktır. Kur’ân’ın pek çok yerinde gün, “vakit” anlamında kullanılır. Burada da “vakit” anlamıyla tefsir edilmesi gerektiğini pek çok müfessir belirtmiştir. Bunun miktarı ise, çok kısa bir zaman olabileceği gibi, çok uzun bir zaman da olabilir.
Kur’ân’da gün, bin yıl[8] ve elli bin yıl[9] anlamlarında kullanılmıştır. Her ne kadar bunlar âhiret günlerini ifâde ediyorsa da yer ve göklerin yaratılması hakkında kullanılan günün de bu anlamlardan biri olarak kullanılması düşünülebilir. Buna göre “altı gün” demek, miktarı binlerce yıla ulaşan altı vakit demektir. Fakat bundan kasdedilen zamanın uzun olması değil, bu miktarın ezele göre altı gün denecek kadar sınırlı vakitlerden ibaret olduğunu anlatmaktır…
Esasen bu altı günün ne kadar bir zaman olduğu müteşâbih bir husus olduğundan bilinmesi mümkün değildir. Bu bakımdan Allah’ın ilmine havale edilmelidir. Fakat bu “altı gün”den biz kesin olarak şu sonuçları çıkarırız: Önce, evren kadîm değil, hâdis yani sonradandır ve varlıkta da varlığının devamında da Allah Teâlâ’ya muhtaçtır, Allah’ın emri altındadır. İkincisi, âlem kadîm olmadığı gibi bir defada ve basit bir şekilde de yaratılmış değildir. Allah dileseydi bütün
evreni bir anda yaratabilirdi. O takdirde, diriden ölü, ölüden diri; ateşten toprak, topraktan su; çamurdan hayat çıkmak şöyle dursun gece ve gündüz birbirini izlemezdi. İnsandan insan bile doğmazdı. Atalarımız yaratılırsa biz olmazdık, biz olursak onlar olmazdı. Yahut hepimiz olurduk, fakat ata-evlat olmazdık. O takdirde o âlem, bu âlem olmazdı.
Birinin ardından diğeri olmaksızın hepsi bir anda olsaydı hiç biri diğerinin yaratılışına şâhit olmazdı. Böylece hem yaratılış delili bilinmez, hem de eşyanın tabiatının Allah’ın emri ve tasarrufu altında olduğu anlaşılmaz, âlem, kadîm bir tabiat sanılırdı. O hâlde yaratılışın bir sıraya ve birbirini meydana getirme esasına göre olması Yaratıcı’nın varlığına ve yaratılış kanununa delildir. Fakat âlemin altı günde yaratılması, sırf İlâhî İrâde’nin bir tecellîsidir. Allah, öyle diledi, öyle yaptı.”[10]
EVRENİNİN OLUŞUMU
Evrenin önce yok iken sonradan meydana geldiği (yaratıldığı) hususu, bütün evrenbilimcilerin ittifak ettiği bir husustur. Evrenin doğuşu konusunu inceleyen ilim adamlarına göre bugünkü uzay, galaksiler, yıldız sistemleri başlangıçta çok sıcak ve sıkışık tek bir madde halinde bulunuyordu. İlim dünyasında “Büyük Patlama” olarak bilinen “Big Bang” teorisine göre, evren, belli bir süre önce yoktan var edilmişti. İlim, evrenin yok iken var edildiğini kesin bir şekilde isbât etmiştir. Hiç bir şeyin olmadığı bir devirde her şey, dehşetli bir patlama ile ortaya çıktı. Korkunç bir sıcaklıkta atomlar yaratıldı. Fizik ve kimya kanunları hükümlerini yerine getirdiler. Proton, nötron ve elektronlardan ağır elementler meydana geldi. Galaksiler, yıldızlar, güneş, dünya, ay… meydana geldi.[11] Evrenin bundan 15-20 milyar yıl önce yaratılmış olabileceği tahmin edilmektedir.
Yüce Allah, Fussılet sûresinde göğün önce duman yani gaz halinde olduğunu, sonra göğe ve yere emir vererek bugünkü şekillerinin oluştuğunu bildirir:
“Sonra duman (gaz) halinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne: “İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin!” dedi. İkisi de: “İsteyerek geldik.” dediler. Böylece onları, yedi gök olarak iki günde var etti. Her göğe işini (vazifesini) bildirdi. Biz dünya göğünü (en yakın göğü) kandillerle süsledik ve bozulmaktan koruduk. İşte bu, çok güçlü, her şeyi bilen Allah’ın takdiridir.” (Fussılet, 41/11-12) İlim adamları, Allah Teâlâ’nın bu âleme koyduğu İlâhî-tabîî kanunları çerçevesinde ilmî çalışmalarını sürdürürler. Çoğunlukla Kur’ân’da bu konuda ne diyor diye bakılmaz. Ama ilmî verilerin sonucunun tamamiyle Kur’ân’a uygun düştüğü görülür. Bugün her ne kadar evrenin oluşumuyla ilgili çeşitli teoriler ileri sürülüyorsa da bunlar içinden evrenin önce bir gaz kütlesi olduğu, sonradan yoğunlaşarak galaksilerin ve yıldızların oluştuğu tezi ağırlık kazanıyor.
Uzay; “bütün varlıkları her yandan kaplayan sonsuz boşluk” diye tanımlanır.[12] Uzay her ne kadar böyle tanımlanıyor ise de uzayın sadece bir boşluk olduğunu söylemek doğru değildir. Uzay, irili ufaklı milyarlarca yıldızı barındırmaktadır. Uzay, o kadar geniştir ki uzayın genişliğini rakamlarla ifâde etmemiz de, uzayın kapsamlı bir tanımını yapmamız da çok zordur.
Bugün uzay içinde her biri ayrı bir evren adası halinde yüzen galaksiler (ki her birinin içinde milyonlarca yıldız vardır) teleskoplarla görülen bugünkü şekillerini almadan önce birer gaz ve toz bulutu halinde idiler. Ondan çok daha önceleri ise bu gaz ve toz bulutları, küçücük elementer parçacıklar olarak ilk evren maddesinin içinde kaynaşmış bir durumda idiler. Bu ilk evren maddesi tahminen 4-5 milyar yıl önce patlamaya hazır bir “atom bombası” durumunda bulunuyordu. Genişleme ile birlikte atomik maddeler oluşmaya başlar başlamaz çekim kuvveti etkisini gösterdi ve küçücük parçacıklar çevrelerinde bulunan gaz halindeki parçacıkları kendine doğru çekiyordu. İlk evren maddesi, çıplak atomlardan oluşan kocaman bir küre halinde idi. Bu çıplak atomlar arasındaki karşılıklı şiddetli itme ile bu ilk evren maddesi açılarak -patlayan bir bomba gibi- evrene yayıldı. Ancak bu ilk evren maddesinin nasıl meydana geldiği kesinlikle bilinememektedir. Bunun bilinememesi normaldir. Çünkü bu, yokluktan varlığa geçiştir, yani yaratılış sırrıdır.[13] Furkân Sûresi’nde şöyle buyrulur:
“Gökte burçlar meydana getiren ve orada kandil ( misâli bir güneş) ve aydınlatıcı bir ay var eden Allah ne yücedir!” (Furkân, 25/61) Gökteki takım yıldızlarından her birine burç diyoruz. Gökteki yıldızlara bakarak, onlardaki ilâhî sanatın yüceliğini, kudretin eşsizliğini görüp Yüce Allah’ın önünde eğilmemiz, secdeye kapanarak O’nu tenzîh etmemiz gerekir.
GÖKLERİN VE YERİN YEDİ KAT OLMASI
Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de, çeşitli âyetlerde, gökleri ve yeri yedi kat olarak yarattığını haber verir. Meselâ Bakara sûresinde şöyle buyurur:
“O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra gökyüzüne irâdesiyle, saltanatıyla yönelip onları yedi gök halinde sağlam bir (sistem ve) düzene koydu. O, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Bakara, 2/29)[14] Göğün yedi kat olarak yaratılmış olması konusu, ötedenberi müfessirleri düşündüren bir konudur. Bazılarına göre yedi gökten maksat, sayılamayacak kadar çok yıldızın, kümeler halinde bir araya getirilmesidir ki bu, “galaksi” denen yedi gruptur. Astronomlar bu yedi grup yıldızı şu adlarla anarlar:
- Büyük Magellan Nebula’sı,
- Duman halkası (Saka takım yıldızı),
- Spiral Galaksi (Başak takım yıldızı),
- Andromeda Nebula’sı,
- Güneş sistemi,
- Samanyolu,
- Herkül yıldızlar kümesi. Mülk sûresinde;
“And olsun ki biz, dünya semâsını (en yakın semâyı) kandillerle süsledik” (Mülk, 67/5) buyuruluyor. Yüce Allah, dünya göğünü kandillerle süslediğini bildiriyor ki bu kandillerden maksat, yıldızlardır. Âyetin açık delâletinden, görülebilen yıldızların ve sistemlerin dünya göğü (en yakın gök) olduğu, onun ötesinde altı gök daha olduğu anlaşılıyor. Bu, üzerinde durulmaya değer bir husustur.[15] Bunun gerçekliği düşünülürse, bu evrenin, insan muhayyilesine sığmayacak kadar geniş olduğu ortaya çıkar.
Talâk Sûresi’nde şöyle buyrulur:
“O Allah ki, yedi göğü ve yerden de onların bir benzerini yarattı. O’nun emri bunlar arasına iner de iner. Bu da, Allah’ın kudretinin her şeye yettiğini ve Allah’ın gerçekten her şeyi ilmiyle kapsayıp kuşattığını bilmeniz içindir.” (Talâk, 65/12) Bu âyetin belirttiğine göre gök, yedi tabaka olduğu gibi yer de yedi tabakadır. Bu yedi tabaka şunlardır:
- Atmosfer (havaküre),
- Hidrosfer (suküre),
- Litosfer (taşküre),
- Sial, Prosfer (ateşküre),
- Nifsima,
- Barisfer (ağırküre),
- Yerin çekirdeği. Gök tabakalarıyla yerküre tabakaları arasındaki benzerlik, sadece sayıya ve yuvarların birer daire halinde birinin diğerini kuşattığına yönelik olabilir.[16]
Mü’min sûresinde Yüce Allah, yeri insanlar için durak, göğü de binâ ettiğini haber veriyor:
“Allah, yeri sizin için bir mesken, göğü de kubbemsi bir yapı gibi binâ eden, size şekil verip de şeklinizi güzel yapan ve sizi temiz besinlerle rızıklandırandır. İşte o Allah, Rabbinizdir. Âlemlerin Rabbi olan Allah, yücelerden yücedir.” (Mü’min, 40/64)
Allah’ın uyumlu, dengeli, düzenli yedi gök yaratması, varlığının, birliğinin, kudretinin belgelerindendir. Bizim çok az bilgi sahibi olduğumuz sadece güneş sistemidir. Güneş sisteminin üstünde ve ötesinde daha nice sistemler, galaksiler mevcuttur, şimdilik bu hususta insanoğlunun bir bilgisi yoktur.
GALAKSİLER
Gökteki yıldız kümelerine “galaksi (gökada)” adı verilir. Evreni büyük bir orduya benzetebiliriz. Bu ordu, bildiğimiz ordular gibi kolordulara, tümenlere, tugaylara, alaylara, taburlara, bölüklere, takımlara ve mangalara ayrılmıştır.
Gökyüzündeki hiç bir cismin kendi başına hareketi söz konusu değildir. İki yıldızlı gruplardan yüz bin yıldızlı gruplara kadar çeşitli kümeler oluşmakta ve bu kümeler, milyarlarca yıldızı ihtiva eden galaksilere yerleştirilmekte, galaksiler ise galaksi salkımlarına irtibatlandırılmaktadır. Nasıl dünyamızın ay gibi, güneşimizin de gezegenler gibi uyduları varsa, bazı galaksilerin de küçük galaksilerden meydana gelen uyduları bulunmakta ve bu uydular, bağlı bulundukları büyük galaksiler etrafında düzenli hareketlerine devam etmektedirler. Evren ordusu, fevkalâde düzenli ve intizamlıdır. Hiç bir aksama olmaz.
Dünyanın en güçlü optik teleskopu olan Mount Palomar (ABD) Rasathanesindeki 200 inçlik Hale teleskopunun gözlem sahası içine 800 milyon galaksi girmektedir. Bütün evrende belki yüz milyar, belki de daha fazla galaksi vardır. Çünkü evrenin gözlenebilen kısmının bütün evren içinde ne kadar yer işgal ettiği bilinmemektedir. Çoğunluğu 100 milyar civarında yıldız ihtiva eden bu sayısız galaksiler içinde, bir trilyondan fazla yıldızı bulunanlar da vardır. Bu yıldızlardan bir çoğu ise güneşimizden binlerce misli büyüklüktedir.[17]
GÖĞÜN GENİŞLETİLMESİ
Yüce Allah Zâriyât sûresinde şöyle buyurur:
“Göğü kendi ellerimizle (kudretimizle) Biz kurduk ve Biz onu genişleticiyiz. Yeryüzünü Biz yayıp döşedik. Ne güzel döşeyiciyiz. Her şeyden çift çift yarattık ki, düşünüp öğüt alasınız.” (Zâriyât, 51/47-49) Âyetin açık delâletinden kâinatın genişlediği anlaşılmaktadır. Fezadaki sayısız yıldızlar ve yıldız sistemleri, galaksiler çok mükemmel bir plânda yaratılıp her biri için ayrı bir yörünge takdir edilmiştir. Astronomi bilginleri gözlem âletleriyle yaptıkları gözlemlerde nebülözlerin düzenli bir harekete sahip olduklarını görmüşler, bundan nebülözlerin güneş sisteminden ve birbirlerinden uzaklaştıkları sonucunu çıkarmışlardır.
Buna göre evren hareketsiz değil, sabun köpüğü veya balonun genişlemesi gibi bir genişleme durumundadır. Fakat maddî cisimler, hacimlerini korumaktadırlar. Fizikçi Edwin Hubble, çok uzaklarda bulunan yıldızlar sisteminin dünyaya yaklaşmayıp uzaklaştığını belirtiyor.[18] Albert Einstein (1879-1955), evrenin devamlı genişlediğini söyler.[19] Fizikçi Hubble’nin nebülözlerin bizim galaksimizden uzaklaştıklarını keşfetmesi, Belçikalı Evrenbilimci Abbé Lemaitre’nin bu keşiften, evrenin genişlemesi teorisini çıkarması, Kur’ân’ın bu konudaki açıklamalarının bilimle tam olarak uyuştuğunu göstermektedir.[20]
Gökkubbe, bize göre bir tavan görünümündedir. Kur’ân buna “sakf-i mahfûz” diyor. Sakf-i mahfûz, her türlü dengesizlikten, düzensizlikten, başıboşluk ve aksaklıktan korunmuş tavan demektir. Uzay o kadar geniştir ki bunu bizim kilometrelerle anlatmamız mümkün değildir. Uzayın genişliği, astronomide “ışık hızı”yla anlatılır. Işık hızı, bir sâniyede 300000 km’dir. Bazı yıldızların dünyaya uzaklığı bir kaç sâniyelik, bazıları bir kaç dakikalık, bazıları bir kaç saatlik, bazıları bir kaç günlük, bazıları bir kaç aylık, bazıları bir kaç yıllık, bazıları bir kaç asırlık bir uzaklığa sahiptir. Artık evrenin büyüklüğünü düşünmek gerekir.
Bize göre çok geniş ve büyük olan gök, Allah’a göre çok küçüktür. Bu kadar yıldızı ve sistemi akıl almaz uzaklıklarla gökte belli bir plâna göre serpiştiren sonsuz kudret sahibi Yüce Allah, onlar arasında çok ince hesaplara dayalı denge sağlamış ve mükemmel bir düzen kurmuştur.[21]
GÖKLERİN VE YERİN AYRILMASI
Yüce Allah göklerin ve yerin önce bitişik olduğunu, sonra bunları ayırdığını bildiriyor. Enbiyâ sûresinde şöyle buyuruyor:
“İnkâr edenler, gökler ve yer yapışıkken, onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan yarattığımızı bilmezler mi? İnanmıyorlar mı? Yeryüzüne, insanlar sarsılmasın diye sâbit dağlar yerleştirdik; rahat gidebilsinler diye aralarında geniş yollar var ettik. Gökyüzünü (bozulup dengesizliğe düşmekten) korunmuş bir tavan (gibi) yaptık. Oysa onlar bundaki delillerden (belgelerden) yüz çeviriyorlar. Geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yürür.” (Enbiyâ, 21/30-33)
Bazı ilim adamlarına göre uzaydaki cisimler, vaktiyle bir gaz kütlesi halinde idi. Zamanla, bu gaz kütlesinden küreler halinde parçalar kopmuştur. Dünyamız da bir gaz kütlesi olan güneşten kopmuş ve zamanla soğuyarak kabuk bağlamıştır. Dünyamızdan yükselen gazlar ve buharlar, yoğunlaşarak yağmur şeklinde tekrar dünyaya dökülmüş, böylece denizler ve okyanuslar meydana gelmiştir.
Gökten düşen meteorlar ve ay üzerindeki incelemeler, yerküreyle diğer gezegenler ve yıldızlarda aynı elementlerin bulunduğunu, bu açıdan bakılınca hepsinin aynı bütünün bölünmüş parçaları olduğunu gösteriyor. Bu âyetlerde gezegenlerin güneşten kopma parçalar olduğu açıklanıyor.[22]
Güneş sistemi denilen bir sistemle güneş, dünya ve diğer gezegenler sanki görünmez bağlarla bağlı gibidirler. Gök cisimleri kendi yörüngelerinde belli bir hızla dönerler, aynı zamanda Güneşin etrafında da dönerler. Herkes kendi yörüngesinde şaşmadan döner. Yâsîn Sûresi’nde şöyle buyrulur:
“Güneş, kendine mahsus yörüngesinde akıp gitmektedir. İşte bu, azîz ve alîm olan Allah’ın takdiridir. Ay için de bir takım menziller (yörüngeler) tayin ettik. Nihâyet o, eğri hurma dalı gibi (hilâl) olur da geri döner. Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Bunlardan her biri belli bir yörüngede yüzmeğe (akıp gitmeğe) devam ederler.” (Yâsîn, 36/38-40)
Gezegenlerin hızlı dönüşleri onlara, santrifüj kuvveti denilen bir kuvvet vermektedir. Böylece uydular gezegenlerine çekim kanunuyla bağlanırlar, ama
santrifüj kuvvetiyle onlardan uzaklaşırlar. Bu iki kuvvet birbirine eşit olduğu için uydular, gezegenlerinin üzerine düşmediği gibi, onlardan uzaklaşıp uzayda kaybolma tehlikesiyle de karşılaşmazlar. Sadece yörüngelerinde dönerler. Kâinatı bir bütün olarak incelediğimizde, zincirleme olarak sistemlerinde birbirlerine çekim kanunuyla bağlı olduklarını, bunun Arş’a kadar uzandığını, Arş’ın ise bütün gök sistemlerini hâkimiyeti altına alan çok büyük bir çekim kuvvetine sahip olduğunu söyleyebiliriz.[23]
ÇEKİM KANUNU
Allah Teâlâ gökleri direksiz yarattığını bildirir. Lokmân sûresinde şöyle buyurur:
“Allah, gökleri -gördüğünüz gibi- direksiz yaratmış, sizi sarsmasın diye yeryüzüne sâbit dağlar koymuş; orada her türlü canlıyı yaymıştır. Gökten su indirip orada her hoş çiftten yetiştirmişizdir. İşte bu, Allah’ın yaratışıdır. O’ndan başkasının ne yarattığını Bana gösterin. Hayır; gösteremezler, zâlimler apaçık sapıklık içindedir.” (Lokmân, 31/10-11)
Bu âyette Yüce Allah, gökteki cisimlerin her birinin kendine mahsus bir yörüngesinin bulunduğunu; yer çekimi ve merkezkaç kanunlarıyla denge ve düzen sağladığını belirtiyor. Cisimler arasında görünürde bir bağlantı olmadığını, boşlukta durabilmeleri için altlarına bir direk ve destek konulmadığını bildiriyor. Bu, bizim anlayışımıza göre bir anlatımdır. Göklerin görülür bir direği olmaksızın yaratılmasından ve gökleri tutup gök cisimlerinin birbirlerine çarpmasını önleyen mânevî bir direğin bulunmasından maksad, “çekim kanunu”dur. Böylece milyarlarca yıldızın tam bir uyum ve düzen içinde durduğu bildiriliyor. Şüphesiz yıldızlar ve gezegenler arasında çekim kuvvetiyle bir bütünlük meydana getiren, kâinata bu kanunları koyan, Yüce Allah’tır. Isaac Newton (1642-1727) tarafından çekim kanununun keşfedilmesiyle bu âyetlerin anlamı daha iyi anlaşılır olmuştur. Yüce Allah Rad Sûresi’nde şöyle buyurur:
“Allah, görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş üzerine istivâ eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdirendir. (Bunların) her biri muayyen bir vakte kadar akıp gitmektedir. O, Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için (mahlûkât ile ilgili) işi düzenleyip âyetleri açıklayandır.” (Ra’d, 13/2)
Bizim anlayışımıza göre bir cisim boşlukta duramaz, mutlaka bir yere dayanması, bağlanması gerekir. Yüce Allah, bizim bu anlayışımıza göre gökleri direksiz yükselttiğini bildirerek kudretini açıklıyor. Kur’ân, bu ifâde ile yerçekimi kanununu hatırlatıyor. Nasıl Allah’ın dünyaya koyduğu yerçekimi kanunu sayesinde cisimler düşmeden yerde durabiliyorsa, güneşin çekim kanunu sayesinde de gökteki cisimler (güneş sistemindeki dünya, ay ve yıldızlar) düşmeden yörüngelerinde durabiliyorlar. Uzaya serpilen milyarlarca yıldız, Allah’ın koyduğu çekim kanunu sayesinde boşlukta durabilmektedir. İşte gök cisimlerinin direksiz durmasının anlamı budur. Şüphesiz ki kâinattaki düzeni ve dengeyi sağlayan bu kanunlar, bunların yaratıcısı Allah’ın varlığını, birliğini, kudretinin büyüklüğünü isbât etmektedir.[24]
Ama Allah’ın güneşi ve ayı belli kanunlara bağlayıp emire baş eğdirmesi belirli bir süreye kadardır. O belli süre ise, Kıyâmettir. Kıyâmetin kopmasıyla kâinattaki bu düzen bozulacak, güneş yörüngesinden çıkacak, dünya savrulacak, her şey alt üst olacak; toplu bir yok oluştan sonra tekrar yeni bir düzen kurulacaktır.
Kur’ân’da bir çok âyette Allah Teâlâ, gökleri ve yeri gerçek olarak yarattığını bildirir.[25] En’âm Sûresi’nde şöyle buyurur:
“O (Allah) gökleri ve yeri hak ile (gerçek olarak) yarattı, “Ol” dediği gün oluverir..” (En’âm, 6/73) Yüce Allah, yarattığı her şeyi belli bir plân ve programa göre yaratmıştır. Pek mükemmel bir yapının, eserin kendiliğinden, tesâdüfen meydana geldiğini söylemek mümkün değildir. Bir yapının, eserin mükemmelliği, onu yapanın akıl, bilgi, beceri, ustalık ve gücüne delâlet eder. Göklerin ve yerin yaratılması da, onu yaratan Yüce Yaratıcı’nın bilgisinin, kudretinin sonsuzluğunu göstermektedir. Her şeyin belli ölçü ve kanunlara göre yaratılması, Yaratıcı Kudretin büyüklüğüne delildir. Bunlar, hak ile yaratılmıştır. Hak; ölçü, hesap, plân, program, denge ve düzendir.
Gökleri ve yeri yaratan Allah, aynı zamanda bunları yıkılmaktan ve düşmekten de korur. Bu hususta Fâtır Sûresi’nde şöyle buyrulur:
“Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri, nizâmları bozulmasın diye tutuyor. And olsun ki onların nizâmı eğer bir bozulursa, kendisinden sonra hiç kimse onları tutamaz. Şüphesiz O, halîmdir, çok bağışlayıcıdır.” (Fâtır, 35/41)
Hacc Sûresi’nde de şöyle buyurur:
“Görmedin mi, Allah, yerdeki eşyayı ve emri (kanunu) uyarınca denizde yüzen gemileri sizin hizmetinize verdi. Göğü de, kendi izni olmadıkça yer üzerine düşmekten korur. Çünkü Allah, insanlara çok şefkatli ve çok merhametlidir.” (Hacc, 22/65) Yüce Allah, bu âyetlerde, insanların akıl ve vicdanlarına hitap ederek onları çok mühim bir husus üzerinde düşünmeye sevk ediyor. Gökleri ve yeri yaratan ve onlara yerçekimi ve merkezkaç kanunlarını koyarak uzay boşluğunda düşmeden durma özelliği veren, Allahtır. Uzayda konuldukları yörüngeden sapmadan hareket eden gök cisimlerine uygulanan bu çekim kanunları kaldırılırsa kim onları tutabilir? İşte bu gerçeği anlayan insan, Yüce Yaratıcı’nın varlığını ve kudretini kavrayarak O’na kulluk vazifesini yapar.
Böyle sonsuz bir güç ve irâdenin sahibi Yüce Yaratıcı’yı bir tarafa bırakıp da hiç bir güce sahip olmayan âciz, zayıf, zavallı yaratıkları ilâh yerine koymak kadar büyük bir gaflet ve dalâlet olabilir mi?
Yüce Allah gökleri ve yeri çok mükemmel bir şekilde yarattığını, bunlara koyduğu kanunların hiç değişmediğini insanlara haber veriyor. Kâf Sûresi’nde şöyle buyuruyor:
“Üstlerindeki göğe bakmazlar mı ki, onu nasıl binâ ettik ve süsledik? Onda hiç bir yarık (çatlak) da yoktur. Yeryüzünü de döşedik ve ona sâbit dağlar koyduk. Orada gönül açan her türden (bitkiler) yetiştirdik.” (Kâf, 50/6-7)
Gökyüzündeki yıldızlar sağlam fiziksel kanunlarla düzenlenmiş ve kesin ölçülere göre dengelenmiştir. Bir yıldız bir diğerinin sınırına, yörüngesine geçmez. Her yıldız kendine ait yörüngede yürür. Yüce Allah gökyüzünü yaratışının mükemmelliğine dikkat çekerek gökte bir yarığın, çatlağın, dengesizliğin, uyumsuzluğun, düzensizliğin, başıbozukluğun olmadığını bildiriyor.
Aynı husus Mülk Sûresi’nde, çok daha çarpıcı şekilde şöyle ifâde ediliyor:
“Üstlerindeki göğe bakmazlar mı ki, onu nasıl binâ ettik ve süsledik? Onda hiç bir yarık (çatlak) da yoktur. Yeryüzünü de döşedik ve ona sâbit dağlar koyduk. Orada gönül açan her türden (bitkiler) yetiştirdik.” (Kâf, 50/6-7)
Bu âyetlerdeki ifâdeler gerçekten çok dikkat çekicidir. Yüce Allah, göklerde bir uyumsuzluk, çatlaklık, düzensizlik olmadığını bildirirken insanın tekrar tekrar gözünü göğe çevirip bakmasını istiyor. Ama tekrar tekrar bakıldığı hâlde hiç bir eksikliğin, bozukluğun, düzensizliğin, çatlağın, yarığın olmadığının görüleceği bildiriliyor. Böylece Yüce Allah, yaratıcılığının mükemmelliğini kullarına hatırlatıyor. İlim adamlarına da göklerle ilgili çalışmalarını derinleştirmelerini bildiriyor.
Bu bakış sadece çıplak gözle bakmaktan ibaret değildir. Bu, “zamanın elverdiği her türlü gözlem âletleriyle gökyüzünü inceleyin, eğer gökyüzüne gitme imkânınız varsa gidin, görün, inceleyin, araştırın, ama gökte bir çatlak, bir yarık, bir bozukluk, bir düzensizlik, bir dengesizlik… bulamazsınız, bulamayacaksınız” demektir. Allah Teâlâ, bütün gökleri öyle mükemmel bir düzenle yaratmıştır ki göklerin incelenmesi onlardaki mükemmelliği görmeye ve bunun yaratıcısının ilminin, irâdesinin, gücünün büyüklüğünü anlamaya yarar. Gökyüzündeki âhenk, uyum, düzen insafla bakan ve inceleyenleri mutlaka Yüce Yaratıcı’nın varlığına inanmaya götürür. İnsanların gökyüzünü tekrar tekrar incelemeleri sonucunda bir kusur, eksiklik, uyumsuzluk görememeleri Yaratıcı’nın ilim ve kudretine delildir.
Göklerin yaratılışının mükemmelliği karşısında, akıl ve vicdan sahibi âlimlerin hayranlıklarını ifâde edeceklerini Kur’ân şöyle açıklıyor:
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahiplerine şüphesiz deliller vardır. Onlar ayakta, otururken, yan yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: “Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın! Sen münezzehsin. Bizi ateşin azâbından koru!” derler.” (Âl-i İmrân, 3/190-191).
GÜNEŞ
Yüce Allah, Nûr sûresinde şöyle buyurur:
“Allah, göklerin ve yeri nûrudur..” (Nûr, 24/35) Allah, gökleri ve yeri cismânî ve rûhânî nurlarla nurlandıran, aydınlatandır. Her şeyin zuhûru O’nun izhârıyladır. Allah’ın nûru her şey ile beraber bulunur da fark olunmaz. Gerçek nûr, Allah’ın nûrudur. Allah’ın nûrunun anlamı; Allah’ın, bütün âlemin ve âlemdeki her şeyin yaratıcısı olmasıdır. İnsandaki görme özelliğini yaratan da Alah’tır.[26] Yüce Allah, göklerdeki ve yeryüzündeki varlıkları yani ehil olanları kendi nûruyla doğru yola iletendir. O bakımdan doğru yola erişen herkes, O’nun hidâyet nûruyla desteklenmiştir. Allah, gökleri meleklerle, güneşle; yeryüzünü Peygamberlerle ve sâlih kişilerle nurlandırmıştır.[27] “Allah’ın nûru” denilince bizim aklımıza daha çok güneş gelmektedir. Çünkü bizim için en mühim ısı ve ışık kaynağı, güneştir. Güneşi yaratan ve ona aydınlatma ve ısıtma özelliği veren, Yüce Allah’tır.
Güneş, kendi bünyesindeki yanmaların sonucu şiddetli bir ısı ve ışık yayan bir yıldızdır. Kur’ân bunu şöyle açıklar:
“Gökte burçlar var eden ve onların içinde bir kandil (güneş) ve nurlu bir ay yaratan Allah, yüceler yücesidir.” (Furkân, 25/61) Yine şöyle buyurur:
“Allah’ın yedi göğü birbiriyle âhenkli olarak nasıl yarattığını görmez misiniz? Onların içinde aya aydınlık vermiş ve güneşin ışık saçmasını sağlamıştır.” (Nûh, 71/15-16) Yine şöyle buyurur:
“Üstünüze yedi kat sağlam gök binâ ettik; parlak ışık veren güneşi var ettik.” (Nebe’, 78/12-13) Bu âyetlerde güneş ışık veren bir kandile benzetilmiş ve böylece güneşin ışık veren bir cisim olduğu açıkça belirtilmiştir. Ayın ise bir nûr olduğu yani aydınlık veren bir cisim olduğu açıklanmıştır. Bu açıklamalar ilmin verilerine tamamen uygundur. Nitekim Kur’ân’ın bu açıklamalarından yararlanarak ilk defa astro-fizik alanına giren “ışık” hakkında eser yazmış olan İbnü’l-Heysem (v. 443/1051), ayın, ışığını güneşten aldığını söylemiş, ay tutulmasını da dünyanın güneş ile ay arasına girmesi dolayısıyla ayın, güneşten ışık alamaması şeklinde açıklamıştır.[28]
Rahmân Sûresi’nde şöyle buyrulur:
“Güneş ve ay bir hesaba göre hareket eder.” (Rahmân, 55/5) Güneş ve ay, yörünge ve burçları içinde belirli bir hesaba göre hareket ederler. Kâinâtın işleri bu harekete göre düzenlenir, mevsimler ve yıllar bu son derece düzenli, şaşmaz hesapla bilinir.[29] İnsanlar henüz güneş ve ay hakkında ciddî hiç bir bilgiye sahip değilken Kur’ân, güneş ve ayın hareketlerinin belli bir hesaba dayandığını açıklayarak ilim adamlarına bir takım ön bilgiler vermiştir. “Husbân” kelimesi, “hesap” anlamına geldiği gibi, “yörünge” anlamına da gelir. Buna göre âyetin anlamı; “Güneş ve ay, yörüngelerinde, yörüngeleri sayesinde döner ve hareket ederler” demektir. Bu takdirde Yâsîn sûresindeki “Her biri bir yörüngede yürürler” (Yâsîn, 36/40) âyetiyle aynı anlamı ifâde eder.[30]
Rahmân sûresinde;
“Göğü Allah yükseltti ve mîzânı O koydu” (Rahmân, 55/7) buyrulur. Mîzân, ölçü, tartı âleti anlamında kullanılır. Terâzî anlamına gelen mîzândan şu anlamı çıkarmak da mümkündür. Terâzî, iki kefede denkliği sağlar. Göğü yaratan ve onu yükselten Yüce Yaratıcı aynı zamanda göğe ve yere bir mîzân yani muvâzene, denklik sağlamış, göklerin bir nizam ve intizam içinde durabilmesi için çekim ve merkezkaç kanunlarını koymuştur. Bu kanunlar sayesinde bütün gök cisimleri tam bir düzen ve intizam içinde yerlerinde duruyor, yani yörüngelerinde seyrediyor, hiç birisi diğerinin sınırını geçmiyor. Gökte böylece pek mükemmel bir düzen devam ediyor.[31]
“O, geceyi, gündüzü, güneşi, ayı yaratandır. Her biri bir yörüngede yüzmektedirler.” (Enbiyâ, 21/33) Güneş, ay ve hatta bütün gök cisimleri Allah’ın kendileri için yarattığı belli bir yörüngede, hiç şaşmadan ve başkasının sınırını çiğnemeden seyirlerine devam ediyorlar. Allah Teâlâ’nın, güneş, ay ve yıldızların hepsinin kendi yörüngelerinde “yüzer” olduğunu bildirmesi de ilginçtir. Demek ki gök cisimleri gökyüzünde adeta yüzer gibi seyirlerine devam ediyorlar.
Bugün güneş hakkında çok şey biliniyor. Bilinen en basit ve çarpıcı husus, güneşin kararlı ve güvenilir bir ısı ve ışık kaynağı olmasına rağmen yapı bakımından aslında durgun, sade ve düzgün bir gaz yuvarlağı olmayışıdır. Güneş süreli bir hareket ve kargaşa ortamının ta kendisidir. Güneş; korkunç bir alev topu, çalkalanıp duran bir gaz okyanusu, dipten yukarı doğru yükselen dev hortumlar, yöresel patlamalar, kırmızı gaz bulutlarından meydana gelen derin bir kuyu, fokur fokur kaynayan, yüzeyden çok uzaklara fışkıran alev alev girdaplar, sonuçta çok çok sıcak bir fırındır.
Zamanımızdan yaklaşık beş milyar yıl önce, Samanyolunun dış bölgelerine yakın bir kısımda kozmik toz ve gazlardan oluşan bir bulut kümesi ortaya çıktı. İşte bu, bizim güneşimizdi. Bu süper bulut, sıkışıp büzüşerek toparlanmaya başladı. Bu arada hareketi hızlandı. Sıkışma arttıkça sıcaklık da artıyordu. Hidrojen atomları birbiriyle çarpışarak birleşmeye başladılar. Böylece güneşin termonükleer fırını ortaya çıktı. Zaman zaman gelişme gösteren güneş, sonuçta bugünkü şekline kavuştu.[32]
Güneş akıl almayacak kadar güçlüdür. Bir saniye içinde, insanoğlunun, medeniyetin başlangıcından beri kullandığından daha fazla enerji üretir. Dünya, güneşten gelen enerjinin sadece milyarda birini alır. Bu enerjiyi sadece 15 dakika depolayabilseydik, bütün dünya nüfusunun bir yıl boyunca ihtiyaç duyacakları her çeşit enerji karşılanabilirdi.
Güneşin yüzey sıcaklığı 6000, merkez sıcaklığı ise, 15-20 milyon derecedir. Güneşin merkez katmanlarında her saniyede 564 milyon ton hidrojen, 560 milyon ton helyuma dönüşmekte, geri kalan 4 milyon ton ise, ısı ve ışık enerjisi halinde uzaya yayılmaktadır. Güneş, dünyanın 1300000 katı büyüklüktedir.
Güneşin sathında bazan öyle şiddetli patlamalar olur ki, bunların gücü, her biri bir megatonluk, on milyon hidrojen bombasının patlamasına eşittir. Güneşten çıkan bu radyasyonların ancak iki milyarda birini dünya almaktadır. Güneş ışınları, üst atmosferde 1 cm²lik bir alanda, bir dakika içinde, 2 gr kalorilik bir ısı meydana getirirler. Bu değere “güneş sâbitesi” denir.
Bütün bu göstergeler, güneşin ne kadar sıcak ve ne kadar güçlü olduğunun belirtisidir. Ama şaşılacak bir şeydir ki güneş, insan vücûdundan daha az sıcaktır. Güneşin ürettiği enerji, kilogram başına bir kaloridir. Buna karşılık insan vücûdu kilogram başına 5 kalorilik bir ısı üretir.[33]
Güneşin dış yüzeyindeki sıcaklık 6000 derecedir. Dünyanın güneşten uzaklığı o şekildedir ki güneş ışınları bize gerekli olan ısıyı vermektedir. Bu uzaklık şaşılacak derecede değişmez bir şekildedir. Uzaklığın değişikliği ancak milyonlarca yılda çok küçük bir miktarda olduğundan bugünkü hayatın devam etmesi mümkün olmuştur. Eğer güneş yüzeyindeki bu sıcaklık yılda 50 derecelik bir artış gösterseydi, kısa zamanda dünya üzerindeki canlılar yanar ölürdü. Eğer bu sıcaklık yılda 50 derecelik bir azalma gösterseydi, kısa zamanda bütün canlılar donar ölürdü.
Dünya, güneş etrafında saniyede 18 mil oranında bir hızla dönmektedir. Eğer dünya, meselâ, saniyede 6 veya 40 mil hızla dönseydi, hayatın devamını imkânsız kılacak bir hâlde güneşe yakın veya uzak olurduk.[34]
Güneş, saniyede 4 milyon ton, dakikada 250 milyon ton kadar madde kaybeder. Eğer güneş, dünyanın var olduğu tarihten beri (4-5 milyar yıl) bu hızla radyasyon veriyorsa, bu müddet zarfında kaybettiği kütle, 400 kentrilyon ton olacaktır ki bu miktar güneşin toplam kütlesinin 5000’de biri kadardır.
Güneşin hidrojeni zamanla azala azala bitecek, bu arada reaksiyonlar, güneş yüzeyine doğru, yani iç tabakalardan dışa doğru kayacaktır. Reaksiyon alanı yüzeye yaklaştıkça çekirdekteki dev nükleer ısı da dışa doğru hareket ederek güneşi genişlemeye zorlayacaktır. O zaman devamlı korkunç patlamalar olacak, yakın uzay güneşten alev alev fışkıran gazlarla dolup taşacaktır. Sıcaklık her saniye yükselirken güneş, artmış cüssesi ile yakıcı ışınlarını bütün şiddeti ile gezegenlere püskürtecektir. Önce Merkür, sonra Venüs, eriyip ufalanacaktır. Sonra sıra Dünyaya gelecektir. Yeryüzünde önce kutuplardaki buzlar eriyecek, bütün okyanuslar buharlaşacak, toprak kor haline gelecektir. Böylece dünya eriyip gidecektir. İşte Kıyâmet!
Güneş bütün hidrojenini yakıp tükettikten sonra yavaş yavaş soğumaya başlayacaktır. İlim adamları bu duruma “beyaz cüce” derler. Her santimetre karesi bir kaç ton gelen, ağır, hacimli, yüklü, fakat kof bir madde mezarlığı olacaktır. Enerjisi ve sıcaklığı olmayan bir yıldız haline dönüşecektir.
Güneş, akıllara durgunluk veren bir şekilde, saniyede 20 km bir hızla Hercules ve Lyra takım yıldızları arasında yer alan Vega yıldızına yönelik bir yörünge boyunca yol almaktadır. Astronomi dilinde güneşin saniyede 20 km hızla yol aldığı bu yörüngeye “Solar apex” adı verilir. Bu, saatte 72000 km’lik bir hızdır. Hareket eden sadece güneş değildir. Güneş sistemi içindeki bütün gezegenler, kuyruklu yıldızlar, meteorlar, ay ve dünyamız da bu harekete dahildir. Bütün sistem büyük bir hızla uzayda seyretmektedir.
Güneş, ay, dünya, yıldızlar vs. hepsi, kendi yörüngelerinde durmadan dönmektedir. Bu dönüş, son derece ince hesaplı ve şaşırmayan bir dönüştür. Her biri kendi yörüngesinde, diğerine çarpmadan belli bir zamana kadar yollarına devam ederler. Ne ay dünyayı, ne dünya güneşi geçebilir.[35] Bu husus Yâsîn sûresinde şöyle açıklanır:
“Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Bunlardan her biri belli bir yörüngede yüzmeğe (akıp gitmeğe) devam ederler.” (Yâsîn, 36/40).
Yâsîn Sûresi 38. âyetinde şöyle buyrulur:
“Güneş, kendisi için belirlenen yerde akar (döner). İşte bu, azîz ve alîm olan Allah’ın takdiridir.” (Yâsîn, 36/38)
Güneş, hem kendi etrafında dönüyor ve hem de Allah’ın belirlediği ve bir gün duracağı bir yere doğru hareket ediyor.[36] Güneş, hesapsız, serseri , kör bir tesâdüfle değil, kendisi için takdir ve tayin edilmiş bir karar ve kanun ile akıp gider. Sonunda bir sükûna erip durmak için akar gider. Kendisi için bir istikrar noktasına, diğer bir merkeze doğru hareket etmektedir.[37] Bu açıklamaların ilmî verilere uygun olduğu açık bir şekilde görülüyor. O hâlde bütün mesele, Kur’ân’ı doğru anlamaktır. Zamanın ilmî verileri ışığında Kur’ân’a bakabilmektir. O zaman Kur’ân’ın ilimle asla çatışmadığı, aksine tam bir uyum içinde olduğu görülecektir.
Bilginler güneş maddesini spektroskopik incelemeler sonunda ortaya çıkarmışlardır. Bu bulgulara göre, güneşte en fazla bulunan madde helyum gazı ile hidrojen gazıdır. Bunun dışında karbon, bakır, çinko, alüminyum, altın gibi madenler de gaz halinde bulunurlar.
Güneşteki en ilgi çekici görüntü “güneş lekeleri”dir. Normal büyüklükteki bir lekenin dünya büyüklüğünde olduğu anlaşılmaktadır. Güneş lekelerinin gözenekler şeklinde başladığı, sonradan irileşip büyüdüğü ve sonunda da kaybolduğu biliniyor. Fakat bu lekeler hakkında şimdilik fazla bilgiye sahip değiliz.
Güneşin de bir gün sonu gelecektir. Evrendeki milyarlarca yıldızdan biri olan güneş, deposundaki hidrojenini helyuma çevirip yakıtını bitirdikten sonra beyaz bir cüce olarak hayatını kaybedecektir.[38]
Her şeyin bir sonu, ömrü olduğu gibi güneşin de bir ömrü, sonu vardır. Uzmanların ifâdesine göre güneşin 5 milyar yıllık bir ömrü vardır.[39]
Güneşten çıkan ışınlar, yer yuvarlağını çepe çevre saran atmosferin üst sınırlarına ulaştıklarında burada garip bir olay görülür. Belki binlerce kimyevî reaksiyonun çok kısa zamanda meydana geldiğini açıklayan uzmanlar, bu konuya “atmosfer kimyası” adını verirler. Güneşten gelen çok kısa dalga boylu ışınlar, X ışınları, gama ışınları, ültraviyole ışınları buralarda iyice süzgeçten geçerler. Çünkü bu ışınların canlılar için zararlı etkileri vardır. Yere kadar ulaşan güneş ışınları, atmosferin üst katlarından itibaren süzüle süzüle artık temizlenmiş, saf ve arıtılmış hale gelmiştir.
Bu ışınlar, toprağın derinliklerine, deniz diplerine kadar geçerek, buradaki hayatı düzenlerler. Bu ışınlar yardımıyla yemyeşil yapraklar, fotosentez olayı ile, dünyanın hiç bir fabrikasında görülmeyen bir metodla, kendileri için şeker üretirler. Yemyeşil yaprakları yiyen koyunlar, inekler dünyanın hiç bir fabrikasında görülmeyen bir teknikle süt üretirler.
Toprak bu ışınlarla ısınır. Isınan toprak, üstündeki havayı ısıtır. Isınan hava, yükselerek masmavi gökyüzünde bembeyaz bulutları meydana getirir. Beyaz bulutlar birleşip yoğunlaşarak yağmur bulutlarını oluştururlar. Bulutlardan her saniyede 17 milyon ton su yeryüzüne düşer. Canlılar bu suyla hayatlarını devam ettirirler.[40]
AY
Yâsîn sûresinde şöyle buyrulur:
“Ay için sonunda kuru bir hurma dalına döneceği konaklar tayin ettik.” (Yâsîn, 36/39) Ay’ın hareketleri güneşinkinden farklıdır. Yüce Allah, ay için bir takım konaklar belirlediğini bildiriyor. Bundan anlaşılıyor ki ay, hem dünyanın çevresinde, hem de dünya ile birlikte güneşin etrafında dönmektedir. Ay’ın bu hareketleri rastgele değil, belli bir hesaba, düzenlemeye göredir. Nitekim bu hususta şöyle buyrulur:
“Güneş ve Ayın hareketleri bir hesaba göredir.” (Rahmân, 55/5) Güneş ve ay, yörünge ve burçları içinde belirli hesaba göre hareket ederler. Evrenin işleri bu hesaba göre düzenlenir; mevsimler ve zamanlar buna göre değişir. Aylar ve yıllar bu harekete göre hesaplanır. Ay yılı, üç yüz elli dört gün; güneş yılı, üç yüz altmış beş gündür. Ayrıca çeyrek gün veya biraz daha az bir fazlalık vardır.
“Ay’a erişmek Güneşe düşmez. Gece de gündüzü geçemez. Her biri bir yörüngede yürürler.” (Yâsîn, 36/40) Güneş ile ay birbirinden ayrı yörüngede hareketlerini sürdürmektedirler. Birinin diğerinin sınırını geçmesi ve kesişip çarpışması söz konusu değildir. Çünkü ay, dünyanın uydusudur ve ona yakındır. Güneşten çok uzaktır ve kendine has yörüngesi vardır. Ay’ın ve güneşin seyri ayrı ayrıdır. Belirli bir hesaba göre, kendilerine çizilen bir yörüngede, şaşmaksızın yürüdükleri için esasen bir yetişme ve geçme söz konusu değildir.
Burada anlatılan husus her birinin seyridir. Ay, daha hızlı seyreder ve yörüngesinde dönerek yirmi sekiz konağını bir ayda kateder. Güneş ise, ay’dan daha yavaş seyreder ve yörüngesinde dönerek on iki burca ayrılan konakları ancak bir yılda geçer. Dolayısıyla seyri esnasında ay’a erişemez. Zira Allah Teâlâ, güneşin seyrini ay’ın seyrinden daha yavaş kılmıştır.
Güneşin seyri öyle ince bir hesaba göredir ki güneş mevcut seyrinden daha yavaş hareket etse kavurucu sıcaklığıyla her şeyi yakıp kavurur. Hızlı hareket etse, bu sefer de bir bölgede, yerden bitki bitecek, ağaçların meyvalarını, hububâtın tohumlarını olgunlaştıracak kadar kalmamış olur. Şayet güneş seyir esnasında ay’a yetişmiş olsa, bir ay içinde hem yaz, hem de kış olur ve bu yüzden dört mevsimin oluşmasına imkân kalmaz. Âyette olumsuzluk edâtı, fiilin değil, ismin (güneşin) başına konmuştur. Bu, güneşin kendi başına hareket edemediğine, Allah’ın emrine boyun eğdiğine delâlet eder.[41]
“O, geceyi, gündüzü, güneşi, ayı… yaratandır. Her biri bir yörüngede yüzmektedirler” (Enbiyâ,21/33) âyeti de güneş ve ayın yörüngelerinde yüzdüklerini belirtir. Burada güneş ve ayın yörüngelerindeki hareketleri balığın suda yüzmesine benzetilmiştir. Öyle anlaşılıyor ki yörüngeler duruyor, yıldızlar ise, yörüngelerinde yüzer gibi hareket ediyorlar.
14 asır önce ay hakkında ciddî hiç bir bilgi yokken Kur’ân’ın gelişen ilme ışık tutan, ana fikir veren açıklaması, onun bütünüyle ilâhî kitap olduğunun delilidir. Bu âyetler aynı zamanda Allah’ın varlığını, birliğini, kudretinin sınırsızlığını ve Hz. Muhammed’in hak Peygamber olduğunu da isbât etmektedir.
Dünyanın doğal uydusu olan ay, dünyadan ortalama 384000 km uzaklıkta, yaklaşık 3700 km/s hızla dolanır. Ortalama çapı 3476 km dolayındadır. Kütlesi dünyanın 1/81’i kadar, yoğunluğu 3,34’tür. Dünya çevresindeki dolanımını yıldızlara göre 27 gün 7 s 43 dk 11,5 sn’de tamamlar. Ama güneşe göre dünya çevresindeki eski konumuna gelebilmesi için ortalama 29 gün 12 s 44 dk 2,8 sn gerekir.
Ayın yüzeyinde bazalt kayalardan oluşan ve genellikle dağlarla sınırlı koyu renkli, düz geniş alanlar görülür. Bunlar deniz görünümünde olduğu için başlangıçta ayı gözleyen bilginler bunları deniz veya okyanus sandıkları için bunlara deniz denilmiştir. Ama sonradan bunların deniz olmadığı kesin olarak anlaşılmıştır. Çünkü ayda su bulunmamaktadır. Yine kraterlerle dolu, açık renkli dağlık bölgeler görülür. En yüksek tepesi (Leibnitz) 8200 m’yi bulur. Bir de göktaşlarının açtığı değirmi veya çok köşeli çukurlar vardır ki bunlar “sirk” denilen kraterlerdir. En büyüğünün çapı 270 km, derinliği 7 250 m’dir.[42]
Ayın ne zaman ve nasıl meydana geldiği hususu ihtilaflıdır. Bu hususta üç hipotez vardır. l) Ay, bir zamanlar tıpkı dünya gibi bir gaz topu halinde meydana gelmiş ve zamanla soğuyarak şimdiki halini almıştır. 2) Ay, dünyadan bölünerek kopmuş ve sonunda doğal bir uydu olarak kalmıştır. 3) Ay, öteki gezegenler gibi şekil bulmuş ve sonradan dünya tarafından çekilerek onun etrafında dönen bir gök cismi haline gelmiştir.
Ay, şimdi bile dünyadan her yıl 2,5 m kadar uzaklaşmaktadır. Bu da çok uzun yıllar önce ay ve dünyanın bitişik olabileceği tezini güçlendiriyor. Pasifik Okyanusundaki derin çukur, ayın buradan ayrılmış olabileceğini akla getiriyor. Aydan dünyaya getirilen taşlar, aynen yeryüzündeki elementleri ihtiva etmektedir. Dünya ve ayın hemen hemen benzer maden ve elementlerden meydana gelmesi, ay ve dünyanın yaşı arasındaki ilgi çekici benzerlik, ayın dünyadan ayrılmış bir uydu olduğu tezini güçlendiriyor. Dünyanın ve ayın yaşı yaklaşık 4-4,5 milyar yıl olarak tahmin edilmektedir.[43]
Ay, kütlece dünyadan 81 defa daha küçüktür. Güneş sistemindeki en büyük uydu, aydır. Ayın parlaklığı, güneşten gelir. Ay, güneşten gelen ışınları dünyaya yansıtan dev bir yansıtıcı görünümündedir. Ay, güneşten gelen ışınları ancak %7 oranında dünyaya yansıtır.
Ayda bir hava veya atmosfer tabakası yoktur. Ay, havasız, atmosfersiz, ölü bir gök cismidir. Ayda bulut, su, yağmur, rüzgâr, fırtına gibi şeyler bulunmaz, dolayısıyla ses yayılmaz, ateş yanmaz. Bu bakımdan ay, bir canlının yaşamasına elverişli bir yer değildir. Esasen evrende canlıların yaşamasına elverişli yegâne yıldız, dünyadır. Dünyanın dışında hiç bir gök cisminde hayat olmadığı tahmin edilmektedir.
Ayda hava olmayışının en mühim sonuçlarından biri, gece ile gündüz arasındaki aşırı sıcaklık farkıdır. Güneşin tam tepede olduğu zaman yüzey sıcaklığı +135 C dereceye erişirken, gece güneş görmeyen tarafın sıcaklığı ise – 170 dereceye kadar düşer.
Ayı koruyan bir atmosfer tabakası olmadığı için zaman zaman irili ufaklı göktaşları (meteorlar) ayın çekim gücünün tesiriyle yüzeye hızla çarparlar. Bunlardan iri olanları ay kabuğunun içine metrelerce girerek derin çukurlar meydana getirirler. Çukurların meydana gelişi sırasında, meteor taşı, ay kabuğu içinde karşılaştığı nisbeten sert maddeleri de ezerek, kısa bir müddet içinde yüksek derecede bir ısının ortaya çıkmasına sebep olur. Isı tesiriyle eriyen maddeler önce sıvı, sonra gaz haline dönüşür. Bu gaz, hızla derinlere doğru ilerleyen göktaşının önünde bir cins cep veya zarf meydana getirir. Meydana gelen gazın basıncı meteoru durdurur. İşte ay üzerinde kraterleri ve erimiş maddeyi meydana getiren bu olaydır. Bu hızlı bombalama sonunda, ayın içinden kopan sivri kayalar ve çeşitli madde yığınları roket gibi yukarı doğru hızla fırlar. Kalın, kurşunî lavlar 20-25 km yukarıya fışkırarak tekrar ay yüzeyine yağar. Ay yüzeyindeki kraterlerin oluşum teorileri böyledir.
Ayla dünya arasındaki uzaklık, dünya çapının yaklaşık 30 katı kadar, yani 384000 km’dir. Ayın ışığı dünyaya yaklaşık bir saniyede gelir. Güneş ile dünyanın uzaklığı ise 150 milyon km’dir. Güneş ışınları dünyaya 8 dakikada gelir. Dünyaya en yakın sâbit bir yıldızın ışığı dünyaya yaklaşık 4 yılda gelir.[44]
Ay, dünya çevresinde elips şeklinde bir yörünge çizer. Ay bu yörünge üzerinde saniyede bir kilometre kadar hızla ilerler.
Ay yüzeyi devamlı olarak göktaşları ile dövüldüğünden kalın bir toz tabakası ile kaplıdır.
İnsan, aya ilk defa Temmuz 1969’da ayak bastı. Ondan sonra ay yolculukları sık sık devam etmektedir. Aydan getirilen kaya parçalarının analizinden dünya ile ayın aynı unsurları ihtiva ettiği ve 4,6 milyar yıl önce yaratıldığı tahmin edilmektedir.
Ayda oksijen çok miktarda vardır. Fakat bu oksijenin tamamı, mineral bileşiklere bağlı bir hâlde bulunmaktadır. Yeryüzünde olduğu gibi serbest moleküller halinde oksijen yoktur. Ayda su ve atmosfer olmadığı için hayat da yoktur.
Dipnotlar:
[1] Bu konudaki bazı âyetler için bkz. Bakara, 2/73, 76, 219, 242, 266; Âl-i İmrân, 3/118; En’âm, 6/50, 80; Enbiyâ’, 21/10, 67; Mü’minûn, 23/80; Nûr, 24/61; Şuarâ’, 26/28; Secde, 32/4; Mü’min, 40/58; Hadîd, 57/17. [2] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’ân Tefsiri, IX,4701. [3] Bk. A’râf, 7/54; Yûnus, 10/3; Hûd, 11/7; Furkân, 25/59; Secde, 32/4; Kâf, 50/38; Hadîd, 57/4. [4] Celal Yıldırım, g.e., IV,2134. [5] Bu konudaki bazı âyetler için Bakara, 2/117; Âl-i İmrân, 3/47, 59; Nahl, 16/40; Meryem, 19/35; Mü’min, 40/68. [6] İsmail Hakkı Bursevî, Muhtasar Rûhu’l-Beyân Tefsiri, İhtisâr Eden: Muhammed Ali Sâbûnî, III, 176. [7] Râzî, Tefsîr, IV, 321 (Trc. X,400-401). [8] Secde, 32/5. [9] Meâric, 70/4. [10] Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, III, 2172-2176. [11] Taşkın Tuna, Uzay ve Dünya, 21-22. [12] Pars Tuğlacı, Okyanus Ansiklopedik Sözlük, VI,2946. [13] Taşkın Tuna, g.e., s. 26-27. [14] Gökyüzünün yedi kat olarak yaratıldığını bildiren diğer bazı âyetler için Mü’minûn, 23/17, 86; Fussılet, 41/12; Talâk, 65/12; Mülk, 67/3; Nûh, 71/15. [15] Celal Yıldırım, g.e., I, 135-136. [16] Celal Yıldırım, g.e., XII, 6255. [17] Hüseyin Demirkan, Yıldızların Esrarı, 48-50. [18] Afif Abdülfettâh Tabbâra, İlmin Işığında İslâmiyet, 68. [19] Albert Einstein, İzâfiyet Teorisi, Trc. Nihat Fındıklı, s. 105 vd.; Lincoln Barnett, Evren ve Einstein, Trc. Nail Bezel, s. 115. [20] Celal Kırca, Kur’ân-ı Kerîm ve Modern İlimler, 144. [21] Celal Yıldırım, g.e., XIII, 6755. [22] Afif Abdülfettâh Tabbâra, İlmin Işığında İslâmiyet, Çev. Mustafa Öz, s. [23] Celal Yıldırım, g.e., VIII, 3908. [24] Celal Yıldırım, a.g.e., VI,3024. [25] Bk. En’âm, 6/73; İbrâhîm, 14/19; Hıcr, 15/85; Nahl, 16/3; Ankebût, 29/44; Rûm, 30/8; Sâd, 39/5; Câsiye, 45/22; Ahkâf, 46/3; Teğâbün, 64/3. [26] Elmalılı M. Hamdi Yazır, a.g.e., V,3515-3521. [27] Celal Yıldırım, a.g.e., VIII,4222. [28] Nesefî, Medârik, IV,207; İsmail Hakkı Bursevî, g.e., VIII,394. [29] Râzî, Mefâtîh, VIII,7 (Trc. XXI,70). [30] Elmalılı M. Hamdi Yazır, a.g.e., VII,4665-4666. [31] Ümit Şimşek, Big Bang Kâinatın Doğuşu, 4. [32] Taşkın Tuna, Güneş Sistemi, 44 –47; Hayat Kaynağımız Güneş, s. 25. [33] Cressy Morrisson, İlim Îmân Etmeyi Gerektirir, Çev. Nureddin Boyacılar, s. 6-7. [34] Taşkın Tuna, g.e., s. 61-64. [35] Elmalılı M. Hamdi Yazır, a.g.e., VI,4030. [36] Hasan Basri Çantay, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, II,785. [37] Taşkın Tuna, g.e., s. 52-53. [38] Taşkın Tuna, Hayat Kaynağımız Güneş, 22. [39] Taşkın Tuna, g.e., s. 8-9. [40] İsmail Hakkı Bursevî, g.e., VII,62. [41] Memo Larousse, I,10. [42] Taşkın Tuna, Güneş Sistemi, 25-28. [42] Taşkın Tuna, Güneş Sistemi, 25-28. [43] Taşkın Tuna, g.e., s. 31-33. [44] Taşkın Tuna, g.e., s. 35-36.
Kaynak: Prof. Dr. Mehmet Bulut, Delilleriyle İslam Akaidi, Erkam Yayınları