Gönül Kapılarını Çalanlar
Hak ve hakikat davetçileri olan Peygamberler, Rabbânî âlimler ve mürşidler, insanların kendilerine gelmelerinden çok, onların yanına giderek gönül kapılarını çalmışlar ve onları kazanmaya gayret etmişlerdir.
İmam Eş’arî (rahmetullâhi aleyh), kendi döneminde Mutezile mezhebine yakın olanları, içinde bulundukları yanlış ve batıl fikirlerden alıkoymak için gayret gösteriyordu. Bu gâyeyle zaman zaman onların toplantılarına giderek, ileri gelenleri ile buluşur ve kendilerini ikna etmeye ve hakkı anlatıp kabul ettirmeye çalışıyordu. Bu manzaraya şahit olanlardan birisi ona dedi ki:
“Bid’at ehli ile niye görüşüyorsunuz? Neden bizzat siz onların ayağına gidiyor- sunuz? Hâlbuki onlarla ilişkiyi kesmeyi bildiren hüküm vardır.” deyince, İmam şöyle cevap verdi:
“Ne yapayım, onlar büyük makam ve mevkideler. Onların kimi şehrin vâlisi, kimi baş hâkimi (kadısı)dir. Onlar mevkilerinden, debdebelerinden dolayı benim yanıma gelemiyorlar. Ben de eğer onların yanına gitmeyecek olursam, hak ve gerçek nasıl belli olacak? Ehl-i sünnetin de bir destekçisi, delillerle onun doğruluğunu isbat eden bir yardımcısı olduğunu nasıl anlayacaklar?”[1]
MANEVİ MESULİYET
Her ne kadar ilim ve irfanın bulunduğu kapıya müracaat etmek esas ise de, özellikle istek söz konusu olmadığı durumlarda, istek uyandırmak ve istidatları harekete geçirmek için âlim ve âriflerin kûşe-i uzletlerinde oturmak yerine Allah’ın kullarının yanlarına gittiklerini görüyoruz. Hatta böyle bir durumda gidilmeyecek olursa mânevî bir mesûliyetin altına girileceği de şüphesizdir. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“İsrailoğullarından inkâr edenler, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânetlendi. Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü. İşledikleri herhangi bir kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yapmakta oldukları ne kötüydü!” (Mâide 5/78-79)
“Hani onlardan bir topluluk demişti ki: “Siz, Allah’ın helâk edeceği veya şiddetli bir azaba uğratacağı bir kavme ne diye (boş yere) öğüt veriyorsunuz?” Onlar da, “Rabbinize bir mazeret beyan etmek için, bir de belki Allah’a karşı gelmekten sakınırlar diye (öğüt veriyoruz)” demişlerdi.” (A’râf 7/164)
[1] Ebu’l-Hasan Ali en-Nedevi, İslâm Önderleri Tarihi, I, 159-160.
Kaynak: Dr. Adem Ergül, 365 Lider Davranış, Erkam Yayınları