Gönül Nedir? Nasıl Yapılır?
“Gönül Çalab’ın tahtı, Çalap gönüle baktı. İki cihan bed-bahtı, Kim gönül yıkar ise..” Yûnus Emre
Diyânet İşleri Başkanlığı’nın Ramazan teması olarak seçtiği: “Gelin gönüller yapalım” çağrısını Ramazan’a has bırakmamak gönül kavramı üzerinde düşünmek yeniden düşünelim istedik.
GÖNÜL NE DEMEK?
Farsça “dil”, Arapça “kalp” kavramları ile karşılanan gönül; insanın ma’nevî varlığı, moral gücü, sevgi, nefret, inanç, iyi-kötü, bütün duygularını ifâde eden bir terim olarak tanımlanır. Gönül kelimesi Türkçe olup, üzerinde en fazla durulan ve kendisinden terim üretilen kelimelerden biridir.
Ehl-i kalb, ehl-i dil ile erbâb-ı gönül, gönül yıkmak, gönül yapmak ve gönüllere girmek gibi kavramlar bunun açık ifâdesidir. Batı dillerinde tam karşılığı olmayan ve doğuya ait bir kavram olan gönül; daha çok akıl ile mukâyese edilerek anlatılır. Batı kültürü, aklı ön plana çıkarırken doğu kültürü gönüle endeksli bir görünüm sergiler. Doğu kültüründe gönül, yere ve göğe sığmayan ilâhî tecellî ve tezâhürlerin barındığı ve sığdığı yer olarak bilindiği için bütün değerlerin üstündedir. “Din ve dindarlık şekil işi değil gönül işidir.” Derken bu kastedilir.
Tasavvufta gönül ya da kalp, “hem bütün duygu, düşünce, şuur, sezgi ve idrâkin; hem hayır ve şerrin en önemli merkezi, hem de benliğin şekillenmesi ve geliştirilmesinde en önemli etken.” şeklinde tarîf edilir. İnsanı Allah’a ulaştırmada, hâli yakalama ve kemâli kavramada en kestirme yollardan biri kabûl edilir.
Tasavvuf yolunu “gönül yolu” olarak kabul etmek ve insanı “gönül”den ibâret saymak hiç te şaşırtıcı değildir. Çünkü gönül rehberliğinde ancak, gerçeğe ulaşılabilir. Akıl duygularla elde edilen bilgilerin; gönülse ma’rifet ve irfanla kazanılan bilgilerin kaynağıdır.
Sufiler; “Rahmân” isminin insanda tecellî-gâhı olarak gördükleri gönlü eğitmek ve istenilen kıvama getirmek için rikkat-i kalb ve gönül zenginliği üzerinde durulması gerektiğine işâret ederler.
Hz. Mevlânâ: “Arş’a ve Ka’be”ye benzetilen gönül, insan-ı kâmilin gönlüdür. Gönül Hakk”a varıp küll’ü bulunca Allah’a makbûl olur. Gönlünü, mâsivâdan temizlemeyen kimselerde gönülden eser yoktur. Sen bende gönül var diyorsun ama gönül arşın üstünde olur. Halbuki sen aşağılardasın. Kara balçıkta su bulunduğunu herkes bilir. Fakat o su ile abdest alınmaz. Balçığın içinde su vardır ama o balçığa mağlûptur, balçığın içinde kaybolmuştur. Sen de gönlüne “Bu da gönüldür” diyemezsin; çünkü senin gönlün kirli emellere, şehvete, hiddete, hırsına, dünyâ isteklerine mağlûp olmuş; onların arasında kaybolup gitmiştir. Göklerden de üstün olan gönül, abdalların, velîlerin, insân-ı kâmillerin yahut peygamberlerin gönülleridir. Onların gönülleri çamurdan, yani kirli isteklerden ve günahlardan arınmış, temizlenerek saf bir hal almıştır. Ma’nevî neş’eleri arttıkça artmış ve coşmuştur.” Derken işin önemine işâret etmiştir.
Bu yüzden erbâb-ı dil olan Allah dostları birbirine “Bizi gönülden çıkarmayınız.” niyâzında bulunurlar. Bu yüzden Fecr suresindeki “Gir kullarımın içine.” âyet-i kerîmesi, “Onların gönüllerine gir ve teveccühlerini kazan.” şeklinde yorumlanmıştır.
“Yûnus der ki ey hoca! İstersen var bin hacca!
BİR GÖNÜLE GİRMEK
Hepisinden iyice, Bir gönüle girmektir.” Diyen Hz. Yûnus sanki bu âyete tercüman olmuştur.
Mevlânâ’ya göre gönül, insana aşkı öğreten mürşidin gönlüdür. Bu gönlün en önemli özelliği oraya gireni değiştirip dönüştürmesidir. Bu yüzden bir mürşidin gönlüne giren kimse, su ve toprak kaydından kurtulup can ve gönül sohbetine erer. Hz. Mevlânâ; ma’rifet, ahlâk ve fazîlet gibi tecrübeye dayalı konuların ve kelimelerle ifâde edilemeyen hal ve zevklerin ancak kâmil bir mürşid ma’rifetiyle öğrenilebileceğine dikkat çeker ve “gönül fırını” diye tanımladığı mürşidlerin gönüllerini, oraya girenleri pişirerek olgunlaştıran bir ocağa benzetir. Hal eğitiminin “ehl-i hâl ile hem-hâl olunarak” kazanılabileceği gerçeği dikkatten uzak tutulmamalıdır. İmam Gazzâlî’nin; “sâdece hastalıklar ve mikropların bulaşıcı olmadığı, hallerin ve huyların da bulaşıcı olduğunu.” ifâde etmesi, hâl eğitimi metodolojisini göstermesi bakımından ne kadar önemlidir.
GÖNÜL KAPISINI AÇMANIN 3 YOLU
Gönül kapısının açılmasının birinci yolu tahliye ve nefs tezkiyesi denilen riyâzat ve mücâhede ile ağyârın ve ayrık otlarının gönülden sökülüp atılmasıdır. Hevâ ve hevesin aklı esir alan elleri bağlanınca, akıl bunlara mahkûm olmaktan kurtulur ve hâkim hâle gelir. Çünkü akıl, şehvetin zıddıdır. Şehvete esîr olan akla, akıl denmez. Hz. Mevlânâ: “Nefsinin ve isteklerinin emîri olan efendi, esîri olansa köledir.” Derken bu gerçeğe dikkat çeker. İnsan gönlü, ilâhî menşeli olduğundan gıdası da ilahîdir ve ilâhî olmalıdır. Ona hayvanî gıdalar ve toprak lâyık değildir. Ancak gönül, sâfiyetini kaybedince bu gıdalara yönelmiş, gece gündüz aslı su ve toprak olan şeylerle beslenir olmuştur. İnsanoğlu bedene yağlı ballı şeyler vermekle beslendiğini sanır. Oysa insanın hakîkati ve cevheri bunlarla gelişmez. İnsan, tenini besledikçe yabancılık perdesi olan bedenini geliştirir ve aslından uzaklığını artırır; gam ve elemini ziyâdeleştirir. Mevlana’ya göre süt ve bal düşünen gönle, gönül demek doğru değildir. Çünkü sütün ve balın güzelliği, gönlün onlara aksiyle olur. Her güzellik gönülden gelir. Gönül güzelliği âdetâ bir hayat iksîri gibi her şeyi kuşatır.
Hırs ve tamah, insanın dilini tutuk, gönlünü karanlık hâle getirir. Gönül gözüyle bakan, nakşı da görür Nakkâş’ı da. Gönül aynası saf olunca insan çirkini güzelden ayırt etme gücüne sâhip olur. Aynanın üzeri buğulu ise kime neyi gösterecektir? Erzurumlu İbrahim Hakkı: “Kalbin gözü vardır, onunla görülmeyen âlemleri görür. Kulağı vardır, ğayb âlemini duyar. Burnu vardır, ğaybî kokuları alır. Dili vardır onunla imânın halâvetini, irfan ve gönül lezzetini tadar.” Derken bu inceliğe işâret eder.
Gönül kapısının açılmasını beklemenin ikinci yolu kalb tasfiyesi denilen taât ve ibâdetlerle gönlün bezenmesi ve güzel ahlâkın kalbe yerleştirilmesidir. Gönül tasfiyesinin nihâî gâyesi, kalbin ihsan şuûruna ermesi ve sürekli Allah ile berâber olma bilincini yakalamasıdır. Gönül tasfiye edilince “Eli kârda gönlü Yâr’da” anlayışı ile hareket edecek bir yetenek kazanır.
Gönül kapısını aralamanın üçüncü yolu aşk ve cezbedir. Aşk sönmeyen, ölmeyen, sürekli tazelenip yenilenen, yeniden yeniye, güzelden güzele giden ve ömür boyu süren, bir hayattır. Gönlün hamlık ve kabalıktan kurtulması için aşk ateşinde yanması gerekir. “Aşk ateşiyle yanan gönül, kil yerine gül, kavga yerine sevdâ dağıtır.”
Akıl, aşkın zıddıdır. Akıl ile aşk bir arada bulunmaz. Biri gelince öbürü gider. Akıl ile aşk su ile ateş gibidir. Aşk hasbîdir, sevgi ve sevgili uğruna her şeyden vazgeçmeyi gerektirir, akıl ise hesâbidir, her şeyde çıkar hesâbı yapar.
“Başının üstünde bir sepet dolusu ekmek var, sen hâlâ şuraya, buraya koşup duruyor ekmek arıyorsun. Şaşkın mısın ne? Kendi başına uzan. Neden her kapıyı dövüp duruyorsun. Yürü gönül kapısını döv. Dizine kadar dereye girmişsin de kendinden gâfilsin. Şundan bundan su isteyip duruyorsun.”
GÖNLÜ OLGUNLAŞTIRMANIN YOLLARI
Gönlü olgunlaştırmanın yollarından biri de diğer gönüllere değer vermektir. Onları hor görmek ve yıkmak en büyük günah; yapmak ise en büyük sevaptır. Saygı göstermeyen insanın saygı beklemeye hakkı yoktur. Saygın olmanın yolu başkasına saygıdan geçer. Mevlânâ der ki: “Senin bir saman çöpü kadar değer vermediğin yıkık gönül, arştan da üstündür, kürsüden de, levhden de, kalemden de. Yıkık gönül Allah’ın baktığı bir varlıktır. Onu yapan can ne kutludur. Kırılmış, iki yüz parça olmuş gönlü yapmak Allah katında hacdan da, umreden de değerlidir. Sen her kılında iki yüz dil olsa da söylesen gönül gene anlamaz.” Hz. Yunus:
“Bir kez gönül yıktın ise, Bu kıldığın namaz değil.
Yetmiş iki millet dahi, Elin yüzün yumaz değil.” derken gönüllere girmek ve gönüller diriltmenin önemine işâret eder.
Hz.Mevlânâ da: “Bir gönül yapmak gelmiyorsa elinden, bâri bir gönül yıkılmasın dilinden..” diyerek bu hassâsiyete dikkat çeker.
Cenâb-ı Hakk, insanda gönle bakacağı ve gönle tecelli edeceği için bu mekânın temizliği, arılığı ve duruluğu her şeyden önemlidir.
“Sür çıkar ağyârı dilden, tâ tecellî ede Hakk!
Pâdişah konmaz saraya, hâne ma’mûr olmadan.” Beyti, sıradan evimize gelen bir misâfire gösterilmesi gereken titizliği ve duyarlığı, gönül misâfirimize göstermenin gereğini hatırlatır.
KİR VE PASLARDAN ARINMANIN YOLU
Bu kir ve paslardan arınmanın yolu, gönlü gözyaşı ve rahmet suyu ile yıkamaktan geçer. “Gökyüzünden yağan yağmur, her metrekareye aynı miktarda düşer. Dağların kibirli tepeleri ve kayaların gururlu zirveleri bu rahmetten nasîb alamaz. Onların hissesine düşen damlalar da süzülerek çukur ve mütevâzî toptakta birikir. Orman, bereket ve vaha orada oluşur. Sen de ilâhî rahmet ve feyz sağanağından nasîb almak istiyorsan, gözü yaşlı, gönlü kırık, boynu bükük ve alçak gönüllü bir insan ol ki rahmet gönlünde ve yüreğinde biriksin.” diyen Hz. Mevlânâ ne güzel söylemiş. Zihnimizi ve gönlümüzü ancak etrâfımızdaki insanlar ve olaylardan arındırdığımızda kendimizi daha iyi denetleyebiliriz. Olgun insan, gönlünü ve kalbini denetleyebilen, duygularını aklın ve imanın emrine verebilendir. Ahlâklı bir hayat, insanın elinden geldiğince başkalarına iyilik yapmasıyla mümkündür. Sevgi ancak bir sızıyı dindirmek, yaralı bir ruhu işitip ona şifa vermeye çalışmakla kemâl bulur. Acımasız insan acınası insandır.
Kaynak: İrfan Gündüz, Altınoluk Dergisi, Sayı: 365, Temmuz 2016
YORUMLAR