Gönül ve Hikmet Dili Nasıl Olur?
Hangi gönül, kendisine sivri diliyle oklar fırlatanların sözlerinde sükûn bulur da o sözleri benimser? Hangi gönül, kaba sözlerden, imalı laflardan hoşlanır? Zehir zemberek sözlerle, sivri söylemlerle, suçlayıcı tavırlarla bir insanın gönlüne girmek mümkün müdür? Hatasını anlamak olgun insanın kârıdır. Madem insanların çoğu hatalarını anlama olgunluğunda değilse, onlara yaklaşırken yanlışlarla dolu bir üslubu tercih etmenin kime ne faydası olacaktır?
İyiliği emretme ve kötülüklerden sakındırma görevi Müslümanlar için kaçınılmaz bir ahlaki sorumluluk olmakla birlikte, herkesin sorumluluğu toplumda ifa ettiği vazifesine, mesleğine, konumuna, tahsiline, bilgi birikimine ve diğer faktörlere göre farklı düzeylerdedir. Elbette ki en büyük sorumluluk âlimlerin ve yöneticilerin üzerindedir.
“İçinizde, hayra çağıran, marufu emreden ve münkeri nehyeden bir topluluk bulunsun. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran, 104) ayet-i kerimesindeki bir inceliğe dikkat çekilecek olursa, ayette bütün insanlara emr-i maruf ve nehy-i münker görevi yüklenmemiş, bu görevi ifa edebilecek bir gruptan bahsedilmiştir. Çünkü herkes bu hassas vazifeyi ifa edebilecek, bilgi, birikim ve beceri düzeyine sahip değildir.
İlimsiz ve yanlış yöntemlerle yapılan inzar, irşad ve tebliğ faaliyetleri başarısız olmakla birlikte muhatabın gönlünde derin yaralar açabilir. Kulaktan dolma bilgilerle usulsüz, üslupsuz ve usturuplu olmayan bir tarzda yapılan nasihatler yarardan çok zarar getirebilir. Bu hassas görevi üstlenen kimselerin ilimle birlikte rıfk, hilm ve sabır gibi faziletlere de sahip olmaları gerekir.
GÖNÜL VE HİKMET DİLİ NASIL OLUR?
Davet konulu kitaplarda çokça vurgulanan bir husus vardır ki bir davetin İslami ölçülere uygun bir davet olabilmesi için üslubunun da nebevi inceliklerle bezenmiş olması elzemdir. Yani iyiliği emreden kimsenin lisanında da bir "iyilik" vasfı bulunmalıdır. Bir çekim gücü oluşturacak kıvama henüz gelmeden, ham bir zihniyet ile yapılan davetler itici bir propagandadan öteye geçemez. Bunun içindir ki tasavvuf ehli her zaman gönül dilini esas almışlardır. Onlar en zor meseleleri bile insanlara tatlılıkla, yumuşak üslupla, sohbetle anlatmayı başarırlar.
İnsan fıtratı güzel söze meyyaldir. Hangi gönül, kendisine sivri diliyle oklar fırlatanların sözlerinde sükûn bulur da o sözleri benimser? Hangi gönül, kaba sözlerden, imalı laflardan hoşlanır? Zehir zemberek sözlerle, sivri söylemlerle, suçlayıcı tavırlarla bir insanın gönlüne girmek mümkün müdür? Hatasını anlamak olgun insanın kârıdır. Madem insanların çoğu hatalarını anlama olgunluğunda değilse, onlara yaklaşırken yanlışlarla dolu bir üslubu tercih etmenin kime ne faydası olacaktır?
Kötü üslup, kötü üslubu davet eder. Kabalık kabalığı çeker. Üslubunuz sivrildikçe karşınızdaki de daha fazla savunmaya geçer. Neticede iyi niyetle başlayan bir tebliğ girişimi beklenmedik tatsızlıklarla yol açabilir. Ya da muhatabınız ile iletişimin tamamen kopmasına sebebiyet verebilir. Onun için Cenab-ı Allah Peygamberine Firavun’a giderken bile ona yumuşak söz söylenmesini emretmiştir. (Bkz. Taha, 44)
Balasagunlu bilge Yusuf Has Hacib ne kadar güzel nasihat etmektedir: “Öfke ile yapılan işten her zaman pişmanlık doğar. Hiddetlenen insan işinde yanılır. Öfke ve gazap insana zarar verir, beden acı çeker. Öfke insanın aklını baştan alır. Hiddet bilgisini yitirtir. Kişiye sükûnet gerek, yumuşaklık gerek.” (Kutadgu Bilig, Yusuf Has Hacib, Hazırlayan Yaşar Çağbayır, TDV Yayınları, s.32)
Şu da bir gerçektir ki güzel sözler ancak güzel insanlardan sadır olurlar. Yüce Allah hikmetini onu hak edenlerin sinelerine bırakır. O neyi nereye bırakacağını en iyi bilendir. Hikmetli kimselerin sözleri, alıcıları açık olan kimselerin kalplerinde akis bulur. Güzel üslup ile söylenen hikmetli sözler insanlara fayda verir. Bunun için Peygamberler ve veliler hep güzel bir üslup kullanmışlardır.
Yaratılış kanunları gereği herkes kendi cinsinden olanı çeker. Gül bahçesine bülbüller konarken, lâşelerin üzerine ise akbabalar üşüşür. Kalbi berrak sular misali pak olan kişiler yine kendi gibileri çekerler. Solucanlar bataklıklardan hoşlanırlar. Yani bitli baklanın kör alıcısı olduğu gibi kötü sözün de kendine göre bir alıcısı vardır. Şu durumda kendi kalitemizi hangi sözün müşterisi olduğumuza bakarak anlayabiliriz.
SOSYAL MEDYANIN DİL ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
Sosyal medya ve video sitelerinin yaygınlaşması ile birlikte din anlatımındaki yanlış üsluplar da artık daha fazla göze çarpar olmuştur. Bir sohbet veya vaaz videosu yüz binlerce insana ulaşmakta ve geniş kitleleri etkileyebilmektedir. Dolayısıyla din hakkında konuşan kimselerin çok daha fazla dikkatli olmaları gerekir. İslam’ın ciddiyetine yakışmayan hafiflikler, sataşmalar, fazla tıklansın diye başvurulan sansasyonel söylemler dinin temsiliyetine zarar vereceği için büyük bir vebaldir.
Gerek sosyal hayatta gerekse sosyal medyada olsun, amacımız, derdimiz, insanlara dinimizi anlatmak ve Yüce Allah‘ın rızasını kazanmak ise eğer, işe önce üslubumuzu düzeltmekle başlamalıyız. Eğer maksadımız parlamak, gündem olmak, dikkat çekmek değil de bir hayır elde etmekse üslubumuzu Gönüller Sultanı Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem‘in nezih üslubuna benzetmeye çalışmalıyız.
Kaba saba ve ham tavırlar İslam davetçisinin tercihi olmamalıdır. Fakat burada celalli üslup ile ham ve kaba tavırları birbirine karıştırmamak gerekir. Bizler vaaz ve irşad faaliyetlerinde celalli meşrep üzere olan büyüklerimizi de her zaman hayırla yâd ediyoruz. Onlar zor zamanlarda söylenmesi zor mevzulara cesurca girdiler. Belli ölçülerde uyanışın sembol isimleri oldular. Allah Teâla hepsinden razı olsun.
HİKMETSİZ DİL
Günümüzde bilhassa sosyal medyada hikmetsiz bir dilin tercih edilmesi neticesinde dinin temsili anlamında ciddi sıkıntılarla karşılaşılmaktadır. Müslümanların her işi hikmetli olmak zorunda olduğu için, telefonları ve sosyal medyayı kullanırken insanları bıktıracak tarzda paylaşımlar yapmamak, hikmetsiz hal ve hareketlerden de kaçınmak gerekir.
Hikmetsiz sosyal medya kullanımı ne demektir, bunu biraz daha açacak olursak, mesela dini bilgisi olmayan kimselerin sosyal medyada ahkâm kesmeleri bu nevidendir. “Kendisi muhtac-ı himmet bir dede nerde kaldı gayrıya himmet ede” diye güzel bir söz vardır. Hikmetli olan tavır evvela bildiklerimizi nefsimizde tatbik etmeye çalışmak ve daha sonra da ihtiyacı olanlara ulaştırma gayreti içerisinde olmaktır.
Peki, yeteri kadar bilgisi olmayan veya kişisel iletişimde pek başarılı olmaya kimseler tebliğ sevabı kazanmak istiyorlarsa ne yapmalılar? Bilgisine ve ihlasına güvenilen Ehl-i Sünnet hassasiyeti taşıyan âlimlerimizin, hocaefendilerimizin, üstadlarımızın söz, yazı ve vaazlarını, günümüz imkânları ile sosyal medyada paylaşarak bir nevi hayrın yayılmasına aracılık edebilirler. Nereden geldiği, kimin söylediği belli olmayan, kaynağı belirtilmemiş sağlıksız bilgileri sosyal medyada yaymak hizmet değildir. Bunun yerine böyle bir yöntemi tercih etmek çok daha hayırlı olacaktır.
Kaynak: Aydın Başar, Altınoluk Dergisi, Sayı: 451