Gönül Zenginliği Nedir?

İstiğna başka bir idade ile gönül zenginliği nedir? İlgili hadisler ve örnekler....

Herkesin yükünü çekebilecek bir gönül zenginliğine sahip olmakla beraber, kimseye yük olmama hassasiyetini sinesinde taşıyan kimse, “Şahsiyet dili”ne vakar aşısı yapan ve muhataplar nezdinde saygınlığı artan, etkin bir kişilik sahibidir. Böyle bir duruş sergileyen kimsenin bu hâli, kültürümüzde “istiğnâ” kavramıyla ifade edilmiştir.

İSTİĞNA (GÖNÜL ZENGİNLİĞİ ) NEDİR?

Rabbin ihsan ve ikramıyla iktifâ edip, mevcûda kanaat etme, tezellülde bulunmama, hiç kimsenin hiçbir şeyinde gözü olmama gibi manalara gelen istiğnâyı, dilimizde en güzel karşılayan ifade “göz ve gönül tokluğu ya da gönül zenginliği”dir. Buna “tokgözlülük’” de denilebilir.

Avf bin Mâlik anlatıyor:

“Biz yedi sekiz kişilik bir grup Resûlullâh’ın yanında oturuyorduk. Bize:

«–Allâh’ın Resûlü’ne bîat etmeyecek misiniz?» buyurdu. Oysa biz, yeni bîat etmiştik. Bu sebeple:

«– Ey Allâh’ın Resûlü! Biz sana bîat ettik ya!» dedik. Sonra tekrar:

«– Allâh’ın Resûlü’ne bîat etmeyecek misiniz?» buyurdu. Biz yine:

«– Ey Allâh’ın Resûlü! Biz sana bîat ettik ya!», dedik. Efendimiz tekrar:

«– Allâh’ın elçisine bîat etmeyecek misiniz?» buyurdu. Bu defa bîat için ellerimizi uzatarak:

«–Ey Allâh’ın Resûlü! Biz sana daha önce bîat etmiştik. Şimdi ne üzere bîat edeceğiz?» dedik. Sevgili Pey- gamberimiz:

«–Allâh’a kulluk edip O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak, beş vakit namazı kılmak, itaat etmek ve -sesini alçaltarak- kimseden bir şey istememek üzere bîat edeceksiniz!» buyurdu. Yemin ederim ki, bu gruptan bazılarını görürdüm; (at üzerindeyken) kamçısı yere düşerdi de onu kimseden kendisine vermesini istemezdi.”

KİMSEDEN BİR ŞEY İSTEME

Kimseye yük olmama ve muhataptan kendi nefsi hesabına hiçbir beklenti içinde bulunmama hassasiyeti ile söylenen bir sözün ya da gösterilen bir ilginin etkisi, çok yüksek olacaktır. İşte bu sebepledir ki, tarih boyunca tüm peygamberlerin ve Hak dostlarının  tebliğ ve irşad üslûbunda “kimseden bir şey istememek” esası, en önemli prensiplerden biri olagelmiştir. Bugün de etkin bir lider ve eğitimci olmanın en temel esaslarından biri, kendi nefsi adına kimseden bir şey istememektir.

Göz ve gönül tokluğu, muhatapta, takdir, sevgi ve gıpta oluşturur. İnsanların sevgisini nasıl elde edebileceğini soran bir sahabesine, Hz. Peygamberin “İnsanların elinde bulunanlara alıcı gözle ilgi duymaması” tavsiyesinde bulunması oldukça mânidardır.

İstiğnâ, sahibine izzet ve şeref verirken, bir beklenti içinde hareket etmek, zillete kapı açar. Hakk’ın gayrından bir talepte bulunmak, çoğu zaman şahsiyette bir zaaf oluşturur. Bu bakımdan, kullarının izzetini murâd eden Yüce Rabbimiz, ancak kendisinden istekte bulunulmasını istemiştir. O, kullarının kendinden başkasına/başkalarına el açmalarına, ağyar kapısında dilencilikte bulunmalarına asla râzı olmamıştır.

Para-pul, makam ve mansıp uğruna, başkalarının eşiğini aşındıranlar, sonuçta arzularına kavuşsalar da şeref ve haysiyetlerini iki paralık ettiklerinden, şahsiyet dilleri pörsümüş ve etkisini kaybetmiştir. Böyleleri, emretme makamında olsalar da emir almaya devam ederler. Onlar giydikleri elbiseye ya da oturdukları masaya güç ve şeref katmak şöyle dursun, onlardan güç ve itibar almaya çalışırlar. Böylelerinin üzerinde mal, mülk ve hükümranlık eğreti durur.

“İSTEYECEKSEN HAK'TAN İSTE!”

İsteyen ve sürekli başkalarından gelecek bir menfaat beklentisiyle hareket eden bir insan, iradesi çözülmüş ve özgüveni kaybolmuş bir kişilik sahibidir. Böyleleri büyük dâvâların adamı olamazlar. Bu nevi şahsiyet zaafına yakalanmış kimselerin, başkaları nazarında itibarı şöyle dursun, ailesinin ve çocuklarının gözünde ve hatta kendi gözünde bile saygınlığı kalmamıştır. Bu bakımdan şahsiyetin bu dinamiğini elde etmek uğruna her türlü fedakârlık göze alınabilmelidir. “İsteyeceksen Hak’tan iste!” tavsiyesinde bulunan Allah'ın Resülü de bu yolu göstermiş ve:

“Herhangi birinizin iplerini alıp dağa gitmesi ve sırtına bir bağ odun yüklenip onu satması ve Allâh’ın bu sebeple onun  şerefini koruması, verseler de vermeseler de insanlardan bir şeyler dilenmesinden daha hayırlıdır.” buyurmuştur.

Mevlânâ da der ki:

“Ayran kâsem önümde oldukça, vallahi kimsenin balını düşünmem bile. Azıksızlık, ölümle kulağımı bursa bile, hürriyeti kulluğa satmam ben.”

“BORÇ ALAN, EMİR DE ALIR”

Fert planında gözü ve gönlü tok olmak, şeref ve haysiyete ciddi bir katkı olduğu gibi toplum ve devlet planında da durum aynıdır. “Borç alan, emir de alır” tespiti, devletlerin onurunda istiğnânın yerini gösteren  önemli bir tespittir.

Hak ve hakikat adına bir hizmeti omuzlamış kimselere göz ve gönül tokluğu, başkalarından daha çok yakışır. Fânilerden bir beklenti hissiyle hizmet, iradede zaafiyet, gönülde bulanıklık sebebidir. Beklenti ölçüsünde şahsiyette aşınma, aşınma nispetinde de müessiriyette azalma olur. Söz ve hâl dilinin ruhsuzlaşması, enerjisini kaybetmesi, çoğu zaman bu vakur duruştan nasipsizliğin bir neticesidir. Özgül ağırlığı olmayan kişilerin söz ve davranışlarında kalite ve değer aramak, boşuna bir gayrettir.

İstemek, kul ve köle olmaktır. Kulluğu yalnız Hakk’a tahsis edenler, tüm varlık karşısında izzet, şeref ve haysiyet sahibidirler. Eğilip bükülmezler. Bu sırrı iyi çözemeyenler ise bu âlemde köle olarak yaşarlar da bazen farkında bile olamazlar. Bunun için etkin insan olmanın en önemli yolu, yalnız Allah’a güvenip dayanmaktan ve yalnız O’ndan istemekten geçer. Öyleyse şerefli bir hayat için yalnız O’ndan istemeli, kulları eliyle geleni de yine O’ndan bilmelidir. İşte gerçek izzet budur. Vakar da böyle bir imânın meyvesidir.

Halka karşı istiğnâ, büyük bir şeref olmakla birlikte, Hakk’a karşı istiğnâ, en büyük cürümlerden biridir. Biri zirveleştirir, diğeri ise aşağıların aşağısına düşürür. Çünkü mü’min, Allah’a karşı son derece fakr/ihtiyaç duygusu içinde bir kulluğun gereğine inanan kimsedir. Fâniler karşısında gösterilen istiğnâ, vakar sebebiyken, Rab karşısında müstağni bir tavır, büyük bir küstahlıktır. Kendi birikim ve kabiliyetlerine güvenerek dua ve niyaza ihtiyaç hissetmemek, hakikate karşı âmâ olmak demektir.

İKİ BÜYÜK SERVET

Ebû Hâzim’e; “Servetin nedir?” diye sorduklarında; “İki şeydir; biri Allâh Teâlâ’dan râzı olmak, diğeri de insanlardan müstağnî olmak.” demiştir.

Şahsiyet dili”mizi istiğnâ iksiriyle canlı ve dinamik tutmak için gerekli fedakârlığı göze almak, kişiliğimizi geliştirecek en önemli katkılardan biri olacaktır.

Kaynak: Dr. Adem Ergül, Şahsiyet Dili ve Geliştiren Liderlik, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.