Bahtiyar Kul Nasıl Olunur?
Fetihlerin en muhteşemi, kalplerin fethidir. Ne mutlu kalbini bir rahmet dergâhı kılarak, kırık kalpleri gönül sarayında ihyâ edebilenlere…
İnsan, muhabbetle bağlandığı kimsenin iyiliğinden de pay alır, kötülüğünden de… Bundan dolayıdır ki, boğazımızdan geçen gıdânın helâl, muhabbet duyduğumuz kimselerin de sâlih veya sâliha insanlardan olmasına dikkat etmeliyiz.
Yukarıda zikrettiğimiz misâlde, tâcirin helâl lokmaya olan hassâsiyet ve dikkati, onun bedenine mânevî bir zehir girmesine mânî olmanın ötesinde, kıyâmete kadar uzanan bir sadaka-i câriye yolunun açılmasına da vesîle olmuştur. Gerçekten ihlâs ve takvâ dolu bir kalpten yerinde ve zamanında söylenen sözler, ve yine böyle bir gönülden akseden rûhâniyet dolu güzel ahlâk ve örnek davranışlar, muhâtapları üzerinde kalıcı tesirler bırakmaktadır.
HÂL DİLİ, KÂL DİLİNDEN EVLÂDIR
Nitekim Câfer-i Tayyâr -radıyallahu anh-’ın Habeşistan’a hicret ettiğinde sergilediği güzel ahlâk, tevzî ettiği mükemmel şahsiyet ve kullandığı yerinde üslûp, Habeş Necâşîsi (hükümdârı) Ashama’nın hidâyet bulmasına vesîle olmuştur.
Yine ecdâdımız Osmanlı’nın ince bir siyaset izleyerek, yeni fethedilen yerlere evvelâ, gönül ehli, sâlih ve velî zâtlar iskân etmesi de Mevlânâ Hazretleri’nin ifâde buyurduğu gibi:
“Hâl ile öğüt veren, kāl ile/söz ile öğüt verenden iyidir.” hikmetine binâendir.
Mânevî fetih ordusu olan velîler, gönül âlemlerinin rûhâniyet ve feyzini, yeni fethedilen ülkelerin her karış toprağına ve bölge halkının kalplerine nakşediyorlardı. Böylece yeni fethedilen topraklarda yaşayan yerli hristiyanlar, Osmanlı halkının nezih yaşayışına, ahlâkına, bilhassa merhamet ve şefkat duygularına hayran kalıyor ve bu keyfiyet de, onların İslâm’la şereflenmelerini kolaylaştırıyordu. Zira esas fetih, kalplerin fethidir. Kılıç ise, netice itibariyle bir demir parçasıdır. Ancak zulmü bertaraf etmek için kullanıldığı nisbette bir kıymeti vardır. Aksi hâlde başlı başına bir zulüm vâsıtası hâline gelebilir.
Geçen asrın önde gelen İslâm âlimlerinden Muhammed Hamidullâh’ın şöyle bir ifâdesi vardır:
“Hayretle görmekteyim ki batı toplumunda hristiyanları İslâm’ı kabûle sevk eden, fıkıh ve kelâm âlimlerinin görüşleri değil, İbn-i Arabî ve Mevlânâ gibi sûfîlerin hâlleridir.
Bugün de İslâm’ın nûrunu hidâyet mahrumlarına taşıyacak olan, ne kılıç, ne de akıldır; aksine kalp, yani tasavvuftur.”
GÖNÜLLERİ DERGÂH HÂLİNE GELMİŞ ALLAH DOSTLARI
Hasta ve yorgun gönülleri tedâvî edecek, muzdarip sîneleri huzura kavuşturacak ve herc ü merc olmuş zihinlere rehberlik edecek kimseler, Hak dostlarıdır. Ki onlar, Bahâuddin Nakşibend, Abdülkâdir Geylânî ve Mevlânâ Hazretleri gibi, gönüllerini dergâh hâline getirmiş, ruhlarındaki merhamet ve sevgiyi bütün mahlûkâta taşımış velîlerdir.
“Hem Peygamber Efendimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem- ve ashâbının, hem de büyük mutasavvıfların yolu, ne kelimeler üzerinde uğraşmak, ne de mânâsız şeylerle meşgûl olmaktır. Bilâkis insan ile Allah arasındaki en kısa yolda yürümek, yani şahsiyetin geliştirilmesi yolunu aramaktır.” [1]
Velhâsıl her müslüman, öncelikle kendini İslâm ile ihyâ etmelidir. Etrafına şahsiyet ve vakar tevzî etmelidir. Allâh’ın dînini en güzel bir sûrette temsil ederek O’nun varlığına ve birliğine canlı bir şâhit olmalıdır. Çünkü Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır:
“İşte böylece sizi (ifrat ve tefritten uzak) mûtedil bir ümmet yaptık ki, bütün insanlar üzerine şahitler olasınız, Rasûl (Hazret-i Muhammed -sallâllahu aleyhi ve sellem-) de sizin üzerinize şahit olsun…” (el-Bakara, 143)
Yâ Rabbi! Bizleri İslâm şahsiyet ve vakârını en güzel bir sûrette temsil ederek hâl ve davranışlarıyla hidâyetlere vesîle olan bahtiyar kullarından eyle! Âmîn…
[1] M. Aziz Lahbâbî, İslâm Şahsiyetçiliği, Terc. İ. Hakkı AKIN, s. 114-115, dipnot 8. İst. 1972.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlakından, Erkam Yayınları
YORUMLAR