Gönüllere Girebilmenin En Güzel Yolu

Sohbet eden kişinin sözü, yumuşak ve gönül alıcı olmalıdır. Zira hiç kimse sert sözlerden ve kabalıktan hoşlanmaz. Gönüllere girebilmenin en güzel yolu, tatlı dil, yumuşaklık ve tevâzûdur.

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“…Sesini alçalt! (Bağırıp çağırarak konuşma!) Unutma ki, seslerin en çirkini, hiç şüphesiz merkeplerin sesidir.” (Lokman, 19)

Bir mü’min, kaba ve çirkin hitaplardan kat’î olarak kaçınmalıdır. Cenâb-ı Hakk’ın merkeplerin sesini bu şekilde halketmesinin insanlara bir irşad olduğunu tefekkür etmelidir. Zira akıl ve iz’an sahibi her mü’min şunu idrak etmelidir ki, kâinattaki her şey ilâhî bir tâlimattır. Bunların bir kısmı sessiz ve rumuzlu ifâdelerdir. Dolayısıyla bir mü’min, bütün bunlardan ibret alarak insanlık haysiyetini korumalı, kulak tırmalayan sert ve kaba hitaplardan kaçınmalıdır.

USULÜNCE EN GÜZEL SÖZLE KONUŞMAK

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Kim emr bi’l-mârûfla meşgul oluyorsa, bu vazifeyi mârûf üzere, yani en güzel şekilde ve usûlünce yapsın!” (Kudâî, Şihâbü’l-Ahbâr, no: 325)

Sohbetçi, cümlelerini açık, net ve tane tane söylemeli ve gücü nisbetinde gönüllere hikmet ve muhabbet aşılamaya gayret etmelidir. Anlaşılması zor veya mühim yerleri Sünnet-i Seniyye’ye uyarak üç defa tekrar etmesi de iyi olur.[1]

Yine sohbetçi, tâlim, îkaz ve nasihatlerini sükûnetle yapmalı, muhâtaplarını kırıp rencide edecek tavırların kendisi için büyük bir şahsiyet zaafı olduğunu unutmamalıdır.

Cenâb-ı Hak, Hazret-i Mûsâ ve Hazret-i Hârûn’u küfrün ve zulmün son raddesindeki Firavun’a gönderirken bile şöyle buyurmuştur:

“Ona (suyun akışı gibi, ferahlık veren) yu­mu­şak söz söy­le­yin! Bel­ki o, na­sîhat din­ler ve­ya Allah’tan kor­kar.” (Tâ­-hâ, 44)

YUMUŞAK ÜSLUPLA GÖNÜLLERE GİRMEK

Görüldüğü üzere Cenâb-ı Hak, en zâlim bir kuluna bile ilâhî hakîkatlerin yumuşak bir üslûpla ve sükûnetle söylenmesini istiyor. Bir mü’minin bir din kardeşine yapacağı telkinlerin nasıl bir üslûpla olması gerektiğini kıyaslamak için bu misal kâfîdir.

Yine Rabbimiz, yüce dînimizin hikmet ve hakîkatlerini insanlara telkin ederken âdeta onların gönlüne girecek bir damar bulmamızı emrederek; قَوْلًا بَل۪يغًا: İnsanların kalplerini tatmin eden, huzur veren, belîğ ve tesirli bir lisan kullan!” buyuruyor.[2]

Diğer bir âyet-i kerîmede de, Uhud Gazvesi’nde Peygamber Efendimiz’in emrini ihmâl ederek pek çok müslümanın şehîd edilmesine sebep olan sahâbîler hakkında şöyle buyrulur:

“Allah tarafından lûtfedilen bir rahmet sâyesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları affet, onlar için Allah’tan mağfiret dile ve (hakkında vahiy inmeyen) işler husûsunda kendileriyle istişâre et! Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allâh’a tevekkül et! Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” (Âl-i İmrân, 159)

HZ. İBRAHİM'İN BABASINI TATLI DİLLE İRŞAD ETMESİ

Yine âyet-i kerîmelerde haber verildiği üzere Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm- da babasını yumuşak ve tatlı bir dille irşâd etmişti:

“–Babacığım! İşitemeyen, göremeyen ve sana hiçbir faydası olmayan şeylere ni­çin tapıyorsun? Babacığım! Bana, sana verilmeyen bir ilim verildi. Bana tâbî ol ki seni sırât-ı müstakîme ulaştırayım. Babacığım, şeytana tapma! Çünkü şeytan, Rahmân’a isyân etmiştir. Ey babacığım! Doğrusu ben sana Rahmân’dan bir azap dokunup da şeytana dost olmandan korkuyorum!” (Meryem, 42-45)

Âzer ise kızarak:

“«–Ey İbrahim! Sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer (onlara dil uzatmaktan) vazgeçmezsen, andolsun ki seni taşlarım. Uzun süreliğine benden ayrıl git!» dedi.” (Meryem, 46)

Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-, Âzer’e yine yumuşak bir üslûpla mukâbele etti:

“«Sana selâm olsun! Rabbimden senin için mağfiret dileyeceğim. Çünkü O, bana karşı çok lütufkârdır.» dedi.” (Meryem, 47)

NE GÜZEL İFADE

Asr-ı saâdetten şu misal de, insanlara tatlı dille hitâb etmenin ne kadar bereketli semere verdiğini ne güzel ifâde etmektedir:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hazret-i Mus’ab -radýyallâhu anh-’ı Medîne’ye muallim ve tebliğci olarak göndermişti. Bu mübârek sahâbî, neredeyse oradaki bütün gönülleri fethetmiş ve orayı Efendimiz’in teşrîfine hazırlamıştı. Onun muvaffak olmasını sağlayan en mühim vasıflardan biri ise, tatlı dilli ve yumuşak huylu olmasıydı.

Hak dostlarından Zünnûn-ı Mısrî Hazretleri şöyle buyurur:

“İnsanlar, her ne kadar nefsâniyetleri sebebiyle câhillik edip nasihat ve irşâdı hoş görmeseler de, onları yumuşak bir lisan ve mütebessim bir çehre ile irşâda çalışmak, îmânın alâmetlerindendir.”

[1] Bkz. Buhârî, İlim, 30.

[2] en-Nisâ, 63.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Sohbet ve Adabı, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.