Gönüllülüğün Sırrı

Gönüllülük ne demektir? Gönüllülüğün sırrı nedir? Gönüllülük nasıl olur?

“Gönüllülük” Türkçemizde kullanılan güzel ifadelerden biridir. Hem içten gelen bir motivasyonla hareket edebilmeyi hem de dünyevî bir karşılık beklemeden bir hizmette bulunabilmeyi ifade eder. “Gönülsüz pişen aş ya karın ağrıtır ya baş” atasözümüzde de içinde gönül olmayan hiçbir söz ve işten nitelikli bir sonuç çıkmayacağına dikkat çekilir. Öyleyse gönüllülükte yorulmamış, pörsümemiş, hantallaşmamış ve dünyevî bir beklentiye odaklanmamış diri bir gönle ihtiyaç var demektir.

HER BİR İNSAN YA BİR GÖNÜLLÜDÜR YA DA BİR GÖNÜLLÜ ADAYIDIR

Sinesinde âhiret kaygısı taşıyan diri bir gönle sahip her bir insan ya bir gönüllüdür ya da bir gönüllü adayıdır. Bunun çoğu zaman yaşla ve imkanla da alâkası yoktur. Hizmet edecek zamanım ve imkânım yok diyenler, çoğu zaman niyeti olmayanlardır. Zira bir Allah adamının ifade ettiği gibi “Allah -celle celalüh- niyete göre zaman içinde zaman, imkânsızlık içinde nice imkanlar yaratır.”

GÖNÜLLÜLÜĞÜN SIRRI

İlerlemiş yaşına rağmen irşad ve davet uğruna il, ilçe ve köyleri dağ-bayır demeden büyük bir zevk ve şevkle ziyaret eden bir Hak dostuna:

“Efendim! Sizleri çok yoruyoruz; bizleri mazur görün. Kardeşlerimiz sizden daha çok istifade etsinler diye size zahmet veriyoruz” denilince bu büyük zatın şu cevabı ne kadar manidardır:

“Muhterem abimiz! Rabbim gönül yorgunluğu vermesin. Beden yorgunluğu nedir ki; birkaç saat istirahatle dinlenmiş oluyoruz elhamdülillah. Fakat gönül yorulursa onu hiçbir beden artık taşıyamaz.”

Evet, gönüllülüğün sırrı bu cümlede saklıdır, denilebilir. Kimi insan 80-90 yaşındadır ve fakat hâlâ hizmet sevdalısı gönlü, bedenini oradan oraya taşır da taşır. Kimi insan da henüz gençliğin baharında 25-30 yaşındadır ama onu yerinden kaldırmak ve bir hizmete sevketmek mümkün olmaz.

Kemal yaşına gelmiş bir vakıf insana: “Ağabeyimiz, çok yoruluyor ve kendinizi zorluyorsunuz; artık biraz yavaşlasanız, istirahat etseniz” denilince o gönlü diri büyüğümüz de: “Biz artık uzun yıllar hizmet görmüş ve yıpranmış eski model bir araba gibiyiz; durursak bir daha çalışmama ihtimalimiz var. Bu sebeple arabayı durdurmayalım da çalışabildiği kadar çalışsın bakalım” der.

Bir gün ömür merdivenini 100 yaşına dayamış, isminin verilmesinden rahatsız olacağını bildiğimiz ehl-i Kur’an ve ehl-i irfan bir büyüğümüzle bir mecliste oturuyorduk. Kendisine “Hocam hiç olmazsa bazı gün ve geceleri evde istirahat etseniz” denilmişti de buyurmuşlardı ki:

“Bakın kardeşler! Şayet bir yerde bu fakirin faydalı olacağına inanır da zahmet vermeyelim diye haber verip davet etmezseniz, Allah şahit sizde hakkım kalır. Bu can bu tende oldukça ne olur bu fakiri hizmetten mahrum bırakmayın!”

HİZMETTEN GERİ KALINCA ÜZÜLENLER

İşte böyle… Gönlü imanla mamur olanlar, âhirete yakinen iman edenler, hizmetten geri kalınca üzülür ve içten âh eder ve hep hizmeti özlerler. Böylesi bir kaygısı olmayanlar da hep ten rahatı ve nefs arzusu peşinde olurlar. İşi kendisine ait, zamanı, imkânı, sıhhati ve istidadı olduğu halde ve yine genç yaşta emekli olmuş ve gücü-kudreti yerinde olmasına rağmen evinde ya da yaylasında oturup kalmış kimseler, çoğu zaman gönül yorgunu ya da ruh felci yaşayan veya ömür sermayesinin kıymetini gereği gibi takdir edemeyen kimselerdir. Böylelerine bir nefes vermek, teşvik edip yapabileceği hizmetlere vesile olmak onlar adına yapılabilecek en büyük kardeşlik yardımıdır.

İnsan bir kez oturdu mu ve bir de bu oturma uzun sürdü mü ayak uyuşur, derman kesilir ve bu kişiler çoğu zaman bir daha da kalkamaz olurlar. Ancak burada önemli bir husus vardır ki, o da bir hizmet müessesesinde muayyen bir konumda bulunup da şayet o konumun gereği olan hizmeti ilerlemiş yaşı, sıhhati ve birikimi yönüyle yerine getiremeyecek hale gelen kimselerin, o vazifeden hizmet adına izin istemeleri bir basiret ve fazilettir. Son nefese kadar hizmet edeceğim diyerek, hakkını veremeyeceği bir vazifede kalma ısrarı, kimi zaman hizmete zulme dönüşür ki -Allahu a’lem- büyük vebali vardır. Böylesi bir sebeple izin isteyenler, esasen hizmetten geri kalmış sayılmaz ve sanki hizmet ediyorlarmış gibidirler. Ecirleri de Rabbimizin lütfuyla devam eder. Böylesi bir feraset ve basiret ehli kimseler, bu hallerinde bile zaten yine yapabilecekleri hizmetleri yapmaya devam ederler ve son nefeslerini bedenen yatakta verseler bile ruh ve gönülleriyle ayakta vermiş sayılırlar.

GÖNÜLLÜLÜK NASIL OLUR?

Gönüllülük erdemi, sürekli mazeret üreten dilbazların ya da şikâyeti maharet bilen kimselerin semtinde kendine yer bulamaz. Hizmeti nefsinin gıdası kılanlar değil, Rabbinin rıza vesilesi bilenler yapabilir. Büyüklerin şu ifadesi hizmet gönüllülerine ne güzel bir kılavuzdur: “Dünyevî bir ıvaz (menfaat, ücret, vb.) karşılığı yapılan işe hizmet denilemez.”

Gönüllülük, sağlam bir irade, sıhhatli bir niyet ve istikrarı sağlayacak sabr u sebatla gerçekleşir. Gönüllülük keyfîlik değildir. Yani canı isteyince yapılan, istediği zaman da terk ediliveren bir iş değildir. Hizmeti ciddi bir vazife bilmek ve büyük bir itina ile yerine getirmek, hem bir vazife hem de hesabı olan bir sorumluluktur.

Hizmet kapılarının anahtarı, zannedildiği gibi hizmet dağıtıcılarının elinde değil, hizmet talibinin gönlündedir. İçinde güçlü irade ve sağlam bir niyet barındıran her bir gönül, nice hizmetlerin hazinesidir. Hizmet eri olmak için birilerinin görev vermesini beklemek, doğru bir yol değildir. Hizmete hazır olduğunu ifade etmek, dünyevî bir makam ya da menfaat talibi olmak değildir. Hizmet, bekleyerek oluşan bir fırsat değil, radar gibi bir gönülle aranıp bulunarak icra edilen bir faaliyettir.

Gönüllülük, mutlaka bir müessese bünyesinde olmasını da gerektirmez. Tek bir gönüllü, kimi zaman herhangi bir vakıf veya dernekten daha büyük bir hizmet de üretebilir. Böylesi gönüllere bir kapı kapansa da bin kapı açılır. Hizmet çeşitliliğine de bir sınır çizilemez. Yoldan eziyet veren bir şeyi kaldırmak hizmet olduğu gibi bir garibi sevindirmek, bir ihtiyacı görüp o açığı kapatıvermek, bir canlıyı doyuruvermek, yol bilmeyene bir yol göstermek de bir hizmettir. Hizmet, kimi zaman malla, kimi zaman makamla, kimi zaman el, dil ve gönülle ve kimi zaman da nice hayır ve güzelliklere vesile olmakla yapılır. Hülasa gönlü olana yapabileceği bir hizmet kapısı mutlaka vardır.

Kaynak: Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, Sayı: 460

İslam ve İhsan

HASBÎ/GÖNÜLLÜ HİZMETLERE GÜZEL ÖRNEKLER

Hasbî/Gönüllü Hizmetlere Güzel Örnekler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.