Günahlar Gözümüzde Nasıl Normalleşir?
İnsanın kalbinde îman hassasiyeti kaybolmaya başlayınca, günahlar insanın gözünde normalleşir. Günah işledikçe de insanın kalbine siyah bir leke konur. Bir müddet sonra bu lekeler artıkça, insanın kalbi katılaşır ve îmandan uzaklaşır.
Îman, bir kimsenin kalbiyle tasdik ettiği İslâm’a bağlılık ve inancını, diliyle de ikrar etmesidir. Her ne kadar îman, başlangıçta sadece kalbin ve dilin bir ameli olmuş olsa da, kişi:
“-Ben Allâh’ın var ve bir olduğuna inandım!” demekle, O’nun kendi üzerindeki hâkimiyet ve kararlarını da kabul etmiş ve O’na olan teslimiyetini îlan etmiş olur.
Yani özü itibariyle mü’min olan bir kişinin, bütün organları, duygu ve düşünceleri, inanç ve hareketleri hep îmanın rengiyle boyanır ve îmandan izler taşır. Kısacası, mü’minin her türlü tavır ve hareketi, onun îmanına işaret eder, etmelidir. Mü’minin özü sözü bir olmalıdır.
Kalbinde îman hassasiyeti kaybolmaya başlayınca, günahlar insanın gözünde normalleşir. Günah işledikçe de insanın kalbine siyah bir leke konur. Bir müddet sonra bu lekeler artıkça, insanın kalbi katılaşır ve îmandan uzaklaşır.
GAYRİ İSLAMİ HAYAT TARZI BİZİ ESİR ALIYOR
Toplumumuzda kültürel yozlaşmalar sebebiyle, hayatın en mühim safhalarında bile gayr-ı İslâmî bir hayat tarzı hâkim hâle geldi. Şeytan, duygularımızda, düşüncelerimizde yer almaya; sahip olduğumuz evlatlarımıza, mal ve mülkümüze ortak olmaya başladı.
Hakikaten nice müslümanlar, ev düzeninden yeme-içmeye; hatta düğün ve sünnetten cenâzeye kadar İslâm’a ait olan alanlarda bile mağlubiyeti kabul etti ve gayr-ı İslâmî hayat tarzıyla İslâmî olanı birbirine kattı.
Bir misal olmak üzere, insanın bir yuva kurarak hayata başladığı evlilikler, eskiden cami ve bahçelerde yapılır; mevlütler, Kur’ân-ı Kerimler ve duâlarla şenlendirilirdi. Zengin-fakir ayırt etmeden herkes dâvet edilir ve ev sahipleri israfa kaçmadan bütçe ve gönüllerine göre ikramda bulunurdu. Yeni bir hayat, duâların gölgesinde kurulur, Allah’ın rızasına kavuşturacak bir merâsim tertip edilmeye çalışılırdı.
Günümüzde ise, biraz imkânı olanlar, hatta bütçesini gereğinden fazla zorlayarak çok yıldızlı otellerde veya lüks restoranlarda avrupâî usûl bir eğlenceyle, sadece seçme, zengin bir dâvetli topluluğuna hitap eden düğünler, sünnet yapılır oldu. Bu ve benzeri hâllere şâhid olmak, insana mutluluktan ziyâde hüzün vermeye başlıyor. “Nereden nereye?” der gibi, aradan geçen yıllar, kaybettiğimiz mânevî değerleri hatırlatıyor.
İslâm’ın rûhundan uzak, besmelesiz, Kur’ân’sız, duâsız kurulan bu yuvalar da maalesef uzun sürmüyor ve birçoğu anlaşmazlık ve boşanmalarla nihayete eriyor. Bir taraftan geçimsizlikler, bir taraftan rûhî bunalımlar, kalbimizi ve toplumumuzu kemiriyor.
HAYRA ANAHTAR, ŞERRE KİLİT OLMALIYIZ
Özenti ve taklit ile rûhumuza uymayan, mânevî duygu ve düşüncelerimize ters düşen bu örf ve âdetler; bir müddet sonra, “Herkes yapıyor!”, “Biz yapmazsak ayıp olur!” diye toplumsal bir baskıya dönüşerek yaygınlaştırılıyor. Aslında herkes, birbirinden çekinerek istemeye istemeye bu yanlış örf ve âdetleri çoğaltmış oluyor. Özü itibariyle İslâm’dan kaynaklanmayan bu âdet ve gelenekler, bize mîllî-mânevî değerlerimizi, kendi kültür ve medeniyetimizi unutturuyor. Biz, lif lif kendi benliğimizden, şahsiyet ve inançlarımızdan kopup gidiyoruz.
O hâlde bu yanlış gidişâtı bir taraftan düzeltmeye çalışmamız lâzım! Önce îmanımızı ve ihlâsımızı kuvvetlendirmeli; her işimizi Allâh’ın rızâsına ulaşmak gâyesiyle yapmalıyız. Hata ve yanlışlarımızda ısrar etmemeli, en kısa zamanda pişman olup tevbeye sarılmalıyız. Kısacası hayra anahtar, şerre kilit olmalıyız. Rabbimiz, cümlemizi bu şuurda yaşayan, bu hissiyatla çevresine örnek olan mü’min kullarından eylesin. Âmin.
Kaynak: Zahide Topcu, Şebnem Dergisi, 146. Sayı
YORUMLAR