Günümüzün En Büyük Sorunu!
Müʼmin, bu dünyanın bir imtihan mekânı, esas hayatın da âhiret hayatı olduğunu unutmamalıdır. Bunun için helâl-haram gözetmeden, yaptığının dünyasına ve âhiretine fayda mı zarar mı getireceğini düşünmeden, keyfince iş yapmamalıdır.
MÂNEVİ DURUMUMUZU NASIL TEŞHİS EDERİZ?
Helâl-haram hassâsiyeti, mü’minin mânevî durumunu teşhiste en hâyatî ölçüdür. Helâl kazancına haram karıştırmamanın ehemmiyet ve bereketini, merhum Mûsâ efendi -kuddise sirruh- şu hâdise ile anlatırdı:
HELÂL-HARAM HASSASİYETİNE DAİR MUHTEŞEM BİR ÖRNEK
Gayr-i müslim bir komşumuz vardı. Sonradan müslüman olmuştu. Birgün kendisine hidâyete eriş sebebini sorduğumda şunları söyledi:
-Acıbadem’de tarla komşum Rebî Molla’nın ticaretteki güzel ahlâkı vesilesiyle müslüman oldum. Molla Rebî süt satarak geçimini temin eden bir zâttı. Bir akşam vakti bize geldi ve:
“ - Buyurun, bu süt sizin!” dedi. Şaşırdım:
“Nasıl olur? Ben sizden süt istemedim ki!” dedim. O hassas ve zarif insan:
“-Ben farkında olmadan hayvanlarımdan birinin sizin bahçeye girip otladığını gördüm. Onun için bu süt sizindir. Ayrıca o hayvanın tahavvülât devresi (yediği otların vücüdunda tamamen izâlesi) bitinceye kadar sütünü size getireceğim...” dedi. Ben:
“- Lafı mı olur komşu? Yediği ot değil mi? Helâl olsun!..” dediysem de Molla Rebî :
“ - Yok yok, öyle olmaz! Onun sütü sizin hakkınız!..” deyip hayvanın tahavvülât devresi bitene kadar sütünü bize getirdi. İşte o mübârek insanın bu davranışı beni ziyâdesiyle etkiledi. Neticede gözümden gaflet perdeleri kalktı ve hidâyet güneşi içime doğdu. Kendi kendime:
“ - Böyle yüce ahlâklı birinin dîni, muhakkak ki en yüce bir dîndir. Böylesine zarîf, hakşinâs, mükemmel ve tertemiz insanlar yetiştiren dinin doğruluğundan şüphe edilemez!” dedim ve kelime-i şehâdet getirip müslüman oldum.
Lokman Hakîm’e;
“‒Hikmeti kimden öğrendiniz?” diye sormuşlar. O da şu cevabı vermiş:
“‒Hikmeti körlerden öğrendim. Çünkü onlar değnekleriyle bir yeri yoklamadan adım atmazlar.”
HELÂL-HARAM DEMEDEN DÜNYA İHTİRASLARINA MAĞLUP OLANLAR!..
Bu hikmetli kıssalar, helâl kazanç ve haram meselesi hususunda ne kadar titiz ve ihtiyatlı olmamız gerektiğini de pek
bâriz bir şekilde ortaya koymaktadır. Zîrâ helâl kazanç, takvânın temel esaslarındandır.
Ancak helâl-haram demeden dünya ihtirâsına mağlup olanlar, bu âlemde saltanat sürer gibi görünseler de, sonsuz âlemin ebedî birer sefîli ve yoksulu olmaktan kendilerini kurtaramazlar. Rasûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur:
“Öyle bir zaman gelir ki, kişi malını helâlden mi haramdan mı kazandığına hiç aldırış etmez.” (Buharî, Büyû, 7, 23)
GÜNÜMÜZÜN EN BÜYÜK MESELESİ: HELÂLE RİAYET EDEBİLMEK
Hâsılı, hadis-i şerifte işâret edilen gafletlerin fazlaca zuhur ettiği ve gönüller haramları terk etmeye çalışsa da, onların gönülleri bırakmadığı günümüzde, helâle riâyet edebilmek, en mühim mesele ve en büyük ibâdettir.
Bu büyük ibâdeti ifâ ederek Allah’ın emrine itaat, teslîmiyet ve rızâ hâlinde bulunabilen kalpler, dikenlerin arasından sıyrılıp renk renk açmaya mazhar olan güller misâli, birer hayır ve feyiz menbaı olurlar.
Bunun aksine, haram ve şüpheli şeylere dalmış kalpler de, güllerin aksi olan dikenlerin arasına katılıp binbir kötülük kaynağı ve hattâ ahlâksızlık yuvası hâline gelirler.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, 40 Soru 40 Cevap, Genç Kitaplığı
YORUMLAR