Güzel Ahlakın Zirvesi
Beşeriyet âleminde güzel ahlâkın; nezâket, letâfet ve zarâfetin zirvesi, Hazret-i Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’dir. Bütün fazîletler ve güzellikler, O’nun emsalsiz örnek şahsiyetinde mevcut ve meknuzdur. O’nun gönül âlemi, nâdide, ince, zarif çiçeklerden, mis kokulu güllerden yapılmış bir cennet bahçesi gibidir.
Peygamber vârisi Hak dostları da o cennet bahçesinden esen sabâ rüzgârı mesâbesindedirler. Bizler için mühim olan da, hayâtımızda o cennet bahçesine giden dosdoğru yolu bulabilmektir. Bunun için de Hak dostları gibi “Hz. Peygamber’i Kalben Tanımak” zarûrîdir. Zira O’nun gönül dünyasına vâkıf olunmadan sırf kronolojik bir siyer bilgisiyle O’nu tanımak imkânsızdır.
TEVÂZU SAHİBİ OLANI ALLAH YÜCELTİR
Bu âlemde îman zemininde neşv ü nemâ bulmuş olan bütün ahlâk güzellikleri, nebevî ahlâkın insanlığa tevziinden ibârettir. Bunun içindir ki, Hazret-i Peygamber r Efendimiz’in rûhânî dokusundan hisse alınmadan ve O’nu gönül gözüyle okumadan makbul bir kulluk hayâtı yaşamak mümkün değildir.
Bu cihan bir îman dershânesidir. Burada mânevî bir tahsil görmek için bulunuyoruz. Bütün mesele, mânevî olgunluğa ulaşarak Rabbimizin râzı olduğu bir ilâhî şehâdetnâme ile ömür defterimizi ikmâl edebilmektir.
Bu mânevî tahsilde ilk olarak öğrenilmesi gereken ders de “Tevâzû”dur ki, عِبَادُ الرَّحْمٰنِ yani Rahmân’ın rahmetinin tecellî ettiği bir kul olabilelim. Zira Hakk’a kulluğun özünü de teşkil eden bu gönül kıvâmına sahip olunmadan yapılan ameller, Hak katında kabûle şâyan olamaz. Kul, ancak tevâzûya büründüğü takdirde Cenâb-ı Hak onu rahmetiyle kuşatır ve yüceltir.
Dolayısıyla Hakk’ın dostluk iklîmine açılan kapıdan geçişin ilk şartı, kalplerdeki varlık ve benlik iddiâsını terk ederek tevâzûya bürünmektir. Zira maddî ve mânevî bütün nîmetler O’nun lutfundandır. Benlik ise, mânevî hayâtın bir nevî kanseri durumundadır.
Yine içinde bulunduğumuz îman dershânesinde, Hak yolcularının karşısına bir imtihan cilvesi olarak çıkan “Câhil ve Nâdanlara Sabır ve Tahammül” noktasında, gönüllerdeki sadâkat, teslîmiyet ve rızâ hâli, bir nevî dayanıklılık testine tâbî tutulmaktadır. Basîret sahibi ârif kullar, karşılaştıkları her türlü “Kötülüğe, İyilikle Mukâbele Etmek” sûretiyle mânevî tahsillerini muvaffakıyetle ikmâl ederler.
TEBESSÜM İSLÂM’IN GÜLER YÜZÜDÜR
Kâmil bir îmânın, Hakk’a giden yolda şikâyeti unutma sanatı olduğunun idrâki içinde, hiçbir zaman bezginlik ve yorgunluk emâresi göstermeden, aslâ yüzlerini ekşitmeden, bütün dert ve ıztıraplarını yüreklerine gömer ve her hâlükârda yüzlerinde tatlı bir “Tebessüm” ile İslâm’ın güler yüzünü sergilerler. Zira yüce dînimiz İslâm, baştan sona “Edep ve Nezâket” ölçülerinden ibârettir. Bir insan hem dindar olduğunu söyleyip hem de kaba, geçimsiz ve nezâketsiz olamaz.
Kâmil mü’minlerin oturuşundan kalkışına, yürüyüşünden gülüşüne kadar her hâl ve hareketini Kur’ân ve sünnet ölçüleri belirler. Bu ölçülere tâbî kılınması gereken beşerî davranışlarımızın belki de en başında, konuşma, yani sözlü ifâde gelir. Zira konuşma, kişinin aklî ve kalbî seviyesini, îmânî ve ahlâkî durumunu gösteren berrak bir ayna gibidir. Bu sebeple dilin âfetlerinden sakınıp rahmet lisânıyla konuşabilmek için “Kur’ân’ın Telkîn Ettiği Konuşma Üslûbu”nu bilmek zarûrîdir.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından 1, Erkam Yayınları
YORUMLAR