Hablullah Ne Demek?
Hablullah ne demektir? Kısaca anlamı nedir? Ali İmran suresi 103. ayette geçen ifadenin İslami lugatteki anlamı nedir?
Tabirde geçen "habl", ip, ahit, and ve eman anlamlarına gelir. "Hablullâh", Allah'ın ipi demektir. Kur'ân'da bir âyette geçmiş ve "Topluca Allah'ın ipine sarılın ve ayrılmayın..." (Âl-i İmrân, 3/103) denilmiştir. Hablullah ile kasıt, hak din İslâm'dır. İslâm, Allah kelamı Kur'ân'a ve Kur'ân'ı sözlü ve uygulamalı olarak açıklayan Hz. Muhammed (a.s.)'in sünnetine dayandığı için hablullah kavramı; Kur'ân ve Sünneti, Allah ve Peygambere itaati ifade eder. Bir de Âl-i İmrân sûresinin 112. âyetinde "hablin minallah" (Allah'ın ipi) tabiri geçmiştir. Bu âyette "Allah'ın ipi", Allah'ın ahdi demektir. Allah'ın ahdi ile maksat da Allah'ın dini İslâm, kitabı Kur'ân'dır. Bakara sûresi 256. âyette tağutu inkâr edip Allah'a îman eden kimsenin "sağlam kulpa / ipe" (el-Urveti'l-Vüska) sarılmış olacağı bildirilmiştir. Bu âyetteki sağlam kulp / ip de İslâm Dini'dir. Dolayısıyla "Hablullah" ile "el-Urvetü'l-Vüskâ" aynı anlamı ifade eder. Sağlam bir ipe / kulpa yapışmak, bir tehlikeden kurtulmayı ve güvende olmayı temsil eder. İslâm dinini kabul etmek, zulmetten nura çıkmak, ilâhî azap, gazap, lanet ve hüsrandan, ilâhî mükâfat, rıza, rahmet ve felaha ermektir. Bu husus, Allah'ın ipine ve sağlam kulpa yapışmak ve sarılmak tâbiriyle ifade edilerek zihinde canlandırma imkânı sağlanmıştır.
Âl-i İmrân Sûresi(3) 103. Ayet
"Ey mü’minler! Hepiniz birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve ayrılığa düşmeyin. Allah’ın size olan şu nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşmandınız; derken Allah kalplerinizi kaynaştırdı da O’nun bu nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Ateşten bir çukurun tam kenarında idiniz, fakat Allah sizi oraya düşmekten kurtardı. Doğru yolu bulasınız diye, Allah size âyetlerini işte böyle açıklıyor."
Ayetin Tefsiri
“Allah’ın ipi”nden maksat, “Allah’a yaklaşmaya vesile olabilecek her türlü vasıta”dır. Bunun da başında şüphesiz “Kur’an ve İslâm” gelmektedir. Nitekim Allah Resûlü (s.a.s.):
“Kur’an, Allah’ın gökyüzünden yeryüzüne sarkıtılmış ipidir.” (Tirmizî, Menâkıb 31; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 14, 17)
“Fitnelerden kurtuluş yolunu gösteren elbette Allah’ın Kitabı’dır. Onda sizden öncekilerin kıssası, sizden sonrakilerin haberi ve aranızdaki meselelerin hükmü vardır... O, Allah’ın sağlam ipidir” (Tirmizî, Fezâilu’l-Kur’an 14) açıklamalarıyla Kur’ân-ı Kerîm’i “Allah’ın ipi” olarak söz eder.
Dolayısıyla âyet, hep birlikte Allah’ın, insanlığın kurtuluşu için gönderdiği Kur’ân-ı Kerîm’e ve onun üzerine binâ edilen İslâm nizamına bütün gücümüzle sımsıkı sarılmamızı; itikat, ibâdet, ahlâk ve muamelâtla ilgili tüm emir ve yasaklarını dikkate alarak yaşamamızı; onun etrafında birbiriyle kenetlenmiş sağlam bir İslâm toplumu oluşturarak asla ayrılığa düşmememizi emretmektedir. İslâm dini tevhid anlayışı üzere kurulmuştur. İslâm, inanç bakımından herkesi Allah’ın birliği düşüncesi etrafında toplamayı hedeflediği gibi, cemaatle namaz, Cuma ve bayram namazları ve hac gibi ibâdetlerle amel yönünden de birlik ve beraberliği gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Zira fiillerdeki birlik, kalplerin birliğine sebep olmaktadır. Allah’tan hakkiyle korkmak, İslâm’a uygun yaşamak ve müslüman olarak ölebilmek için böyle bir İslâm toplumuna ihtiyaç vardır. Ayrıca dünya hayatında fert ve toplum olarak ayakta durabilmek, düşmanların maddi ve mânevî baskılarına dayanabilmek ve İslâm toplumu olarak bizden beklenen sorumluluğu yerine getirebilmek için de böyle bir beraberlik zaruridir. Çünkü birlik ve beraberliği zayi olmuş toplumların, kısa zamanda dağıldıkları ve her şeylerini kaybettikleri tarihî bir gerçektir. Mehmet Akif bu gerçeğe şöyle işaret eder:
“Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez,
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.”
Esasen, Allah’ın insanlara olan nimetleri hem dünyevî hem de uhrevîdir. Daha önce birbirine düşman olan kişi, kabile ve toplumların İslâm nimeti ve imanın birleştirici vasfı sayesinde kalpleri birbirine ısınarak kardeş olmaları dünyevi bir nimettir. Nitekim Medine’de bulunan ve aynı soydan gelen Evs ve Hazreç kabileleri, İslâm gelmeden önce aralarına sokulan düşmanlık sebebiyle birbiriyle savaş halinde idiler. Hatta bu savaş bir asırdan fazla sürmüştür. Fakat İslâm’ın gelmesiyle düşmanlıklar son bulup, birbirine merhamet eden ve birbiri hakkın da iyi düşünen kardeşler haline gelmişlerdir. Bunun örnekleri, tarih boyunca çokça yaşanmıştır. “Ateşten bir çukurun kenarından kurtulmak” ise “cehenneme düşmeye sebep olan küfürden kurtulmak” mânasında olduğu için uhrevi bir nimettir. Burada cehennem, içinde ateşin bulunduğu çukura, küfürleri sebebiyle insanların cehenneme müstehak olmaları da, ateş çukurunun kenarına gelmelerine benzetilmiştir. Eğer onlar, küfür üzere ölselerdi mutlaka cehenneme düşeceklerdi. Fakat tam o çukura düşmek üzereyken İslâm sayesinde Allah onları hidâyete erdirmiş ve cehennemden kurtarmıştır. Bunlar, hidâyete ermek isteyen fert ve toplumlar için birer örnek ve ibrettir.
Ancak insanların irşadı ve hidâyeti kendiliğinden gerçekleşmeyecektir. Bu vazîfeyi yerine getirecek ehliyetli ve salâhiyetli mürşitlere; İslâm’ı hem ilimleriyle hem irfanlarıyla hem de ahlâkın zirvesindeki temsil kabiliyetleriyle tebliğ edecek, yürekleri aşk, vecd, ihlas ve samimiyet dolu seçkin davetçilere ihtiyaç vardır.
Kaynak: https://www.kuranvemeali.com
YORUMLAR