Hac ve Umre Nedir, Nasıl Yapılır?
İbadetlerin asıl amacı nedir? Hac ve umre nedir, nasıl yapılır? Hac ve umrenin önemi nedir? Hacca giderken dikkat edilecek hususlar nelerdir? Haccın hikmet ve faydaları nelerdir?
Hac ve umre ile ilgili hadisler ve hadislerin açıklaması...
1. Ebû Hüreyre (r.a.) der ki: Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in şöyle buyurduğunu işittim:
“Kötü söz söylemeden ve büyük günah işlemeden Allah için hacceden kimse, annesinden doğduğu gün gibi günahsız olarak döner.” (Buhârî, Hac, 4)
2. İbn-i Ömer’den (r.a) rivâyet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem şöyle buyurmuştur:
“Allah yolunda gazâya çıkan, hacca ve umreye giden kişiler Allah’ın elçileridir. Çünkü Allah, (bu ibadetleri yapmaları için) kullarını dâvet etti, onlar da icâbet ettiler. Buna mukâbil onlar da Allah’tan isterler, O da istediklerini verir.” (İbn-i Mâce, Menâsik, 5)
3. İbn-i Abbâs (r.a.) der ki: Nebî şöyle buyurdu:
“Hac yapmak isteyen acele etsin! Olur ki insan hastalanır, bineği kaybolur veya bir ihtiyaç zuhûr eder.” (Ahmed, I, 214; İbn-i Mâce, Menâsık, 1)
4. Hz. Ali (r.a) der ki: Resûlullah şöyle buyurdu:
“Kim, yol azığına ve kendisini Allah’ın evi (Kâ’be)’ye ulaştıracak bir bineğe sahip olduğu halde haccetmezse, ister yahûdi ister hıristiyan olarak ölsün hiç fark etmez! Bu, Allah Teâlâ’nın Kitâb’ında şöyle buyurmasından dolayıdır:
«Gitmeye gücü yetenlerin Beytullâh’ı haccetmesi (ziyârette bulunması), Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır.» (Âl-i İmrân 3/97)” (Tirmizî, Hac, 3/812)
5. Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:
“Umre ibadeti, önceki umre ile aralarında işlenen (küçük) günahlara keffâret olur. Mebrûr haccın karşılığı ise, ancak cennettir.” (Buhârî, Umre, 1)
Hadislerin Açıklaması
Hac; Kitap, Sünnet ve icmâ-i ümmetle sâbit olan en kuvvetli farzlardan biridir. Şartlarına sahip olan mü’minlerin ömürlerinde bir defâ haccetmeleri farzdır.[1] Adanmış olan haccın yerine getirilmesi ve başlanmışken bozulmuş nâfile haccın kazâsı ise vâciptir. Henüz kendisine farz olmamış kişi ile farz haccını edâ etmiş bulunan kimsenin yaptığı hac da, nâfile sayılır.
Hac, Hz. İbrâhim’in (a.s.), canı, malı, evlâdı ve her şeyiyle Rabbine gösterdiği tevekkül, teslîmiyet ve itaatin kıyâmete kadar devam edecek en güzel bir sembolüdür.
Hac, sâlihlerden teşekkül eden büyük bir kalabalığın, belli bir zaman ve mekânda toplanmasıdır.
HACCIN FAZİLETİ
Hac; ihram, telbiye, tavaf, sa’y, Arafat’ta vakfe, şeytan taşlama, kurban ve tıraş gibi birtakım sembol niteliğindeki tatbikatı ihtivâ eden, kullukta kemâl ve zirveyi gösteren geniş kapsamlı bir ibadettir. Bu sebeple İslâm’ın beş esâsı içinde, en son o farz kılınmıştır. Birinci hadisimizde, haccın faziletine dikkat çekilmiş ve şartlarına riâyetle edâ edilen haccın, insanı anasından doğduğu gün gibi günahlardan ve bir takım kötü vasıflardan arındıracağı müjdelenmiştir.
Resûlullah, Müslüman olurken, önceki günahlarının bağışlanmasını şart koşan Amr bin Âs’a (a.s.) da aynı şeyi hatırlatarak:
“Müslüman olmanın daha önceki günahları silip süpürdüğünü, hicret etmenin, daha önce işlenen günahları yok ettiğini, haccetmenin de daha önce yapılan günahları ortadan kaldırdığını bilmiyor musun?” buyurmuştur. (Müslim, Îmân, 192)
Peygamber Efendimiz’e:
“–Hangi amel daha faziletlidir?” diye sorulmuştu.
Resûlullah cevaben, Allah’a ve Resûlü’ne inanmak ile Allah yolunda cihadı saydıktan sonra, üçüncü sırada, Allah katında makbul olan haccı zikretti. (Buhârî, Îmân, 18; Hac, 4; Tevhîd, 47; Müslim, Îmân, 135)
AMELİN FAZİLETİ
Burada şunu hatırlatalım ki, bir amelin fazileti, İslâm’a sağladığı faydanın azlık veya çokluğu nisbetindedir. Bu yönden bakıldığında hac; İslâmî şuur, ibadet heyecânı, birlik ve beraberlik duygusu… gibi pek çok yönden büyük bir ehemmiyet arzetmektedir.
Diğer taraftan, amellerdeki üstünlük, değişik açılardan ele alındığında farklılık arzeder. Yukarıdaki rivâyette maksat, Allah’ın dinini yüceltmenin ve O’nun nişânelerine saygı göstermenin faziletini beyan etmektir. Bu da en güzel şekilde ancak iman, cihâd ve hac ile yapılabilir.
Resûlullah hac ve umreyi, “bütün zayıfların cihâdı”, “kadınlar için, çarpışması olmayan bir cihat” ifadeleriyle târif etmiştir. (İbn-i Mâce, Menâsık, 8; Heysemî, III, 206)
Bir gün Hz. Ayşe vâlidemiz:
“–Ey Allah’ın Resûlü! En üstün amel olarak cihâdı görüyoruz. Biz hanımlar cihat etmeyelim mi?” diye sormuştu.
Peygamber Efendimiz:
“–Fakat (sizin için) cihadın en üstünü, hacc-ı mebrûrdur” buyurdu. (Buhârî, Hac, 4; Sayd, 26; Cihâd, 1)
Hz. Ayşe:
“Bu sözü Resûlullah Efendimiz’den işittiğimden beri haccı hiç terketmedim!” buyurur. (Buhârî, Cezâü’s-Sayd, 26)
CİHAT KADAR FAZİLETLİ AMEL
Yani mebrûr bir hac, cihat kadar faziletli bir amel-i sâlihtir. Haccın “mebrûr” olabilmesi için de, günah ve isyan karıştırmadan, zulüm ve ihânetten uzak durmak sûretiyle, ihlâs ve samimiyetle, kısaca şartlarına riâyetle edâ edilmesi lâzımdır.
İkinci hadisimiz, cihâd erleriyle hac ve umreye giden Müslümanları, Allah’ın emrine itaat ve dâvetine icâbet ederek O’nu ziyârete giden ve ihtiyaçlarını arzeden heyetlere benzetmektedir. Cenâb-ı Hakk’ın, kendisine gelen bu seçkin insanlara değer verip dualarını kabûl edeceğinde ve pek çok kıymetli hediyelerle memleketlerine geri göndereceğinde hiç şüphe yoktur.
HAC YAPMAK İÇİN ACELE EDİN
O hâlde, şartları tahakkuk ettiğinde böyle faziletli bir ibadeti geciktirmemelidir. Zâten âlimlerimizin büyük çoğunluğu, imkânı varken haccı geciktiren kişilerin günahkâr olacağı, bu tehiri uzun yıllar sürdürdüğü takdirde ise şahitliğinin kabul edilmeyeceği görüşündedir. Çünkü bu davranış, Allah’ın emrine ehemmiyet vermeme mânâsı taşır. Diğer taraftan hastalık, imkânların kaybolması ve benzeri mânîler zuhûr ederek insanı bir farzın îfâsından mahrûm bırakabilir. Dolayısıyla üçüncü hadisimizde, hac yapmak isteyenlerin acele etmesi istenmiştir.
Nitekim, Akabe Bey’ati’ne katılan on iki temsilciden biri olan Berâ bin Ma’rûr (r.a), bir sonraki sene hac mevsiminde Mekke’ye geleceğine dâir Peygamber Efendimiz’e vaadde bulunmuştu. Ancak, hac mevsimi gelmeden ölüm döşeğine düştü. Bu durumda âilesine:
“–Allah’ın Resûlü’ne olan vaadim sebebiyle, beni Kâ’be’ye doğru çeviriniz! Çünkü ben O’na geleceğimi söylemiştim” dedi ve böylece hem hayattayken hem de öldükten sonra Kâ’be’ye yönelenlerin ilki oldu.
Nebiyy-i Ekrem Efendimiz Medîne’yi şereflendirdiğinde, Berâ’yı (r.a) sordu. Ashâb-ı kirâm:
“−O vefât etti ve malının üçte birini size vasiyet etti ey Allâh’ın Resûlü! Bir de vefatı iyice yaklaşınca yönünün kıbleye doğru çevrilmesini vasiyet etti.” dediler. Resûlullah:
“−Fıtrata uygun olan davranışı bulmuş. Bana vasiyet ettiği üçte biri de evlatlarına iâde ediyorum.” buyurdu.
Sonra ashâbıyla birlikte Berâ’nın (r.a) kabri başına gitti, saf bağlatıp cenâze namazını kıldırdı ve:
“Allah’ım onu affet! Ona rahmet et, ondan râzı ol ve onu Cennetine koy!” diye dua etti. (Bkz. Hâkim, I, 55/1305; İbn-i Abdilber, I, 153; İbn-i Sa’d, III, 619-620)
HACCA GİTMEYENLERE TEHDİT
Dördüncü hadisimiz, imkânı olduğu hâlde hacca gitmeyenler için ağır bir tehdîd ihtivâ etmektedir. Çünkü bu insanlar, güçleri yettiği hâlde ne Allah’ın hakkına riâyet etmiş, ne de sıhhat ve mallarının şükrünü yerine getirmişlerdir. Âdetâ gayr-i müslimlerle aynı tavır içine girmişlerdir. Yahûdi ve Hıristiyanlar gibi bir hayat yaşadıklarına göre, onlar gibi ölmeleri ihtimal dâhilindedir. Çünkü Allah Teâlâ, imkân lûtfettiği kimselerin hacca gitmesini, kendisinin bir hakkı olarak ilan etmiş ve bunu farz kılmıştır.
Diğer taraftan hadisimiz, çarpıcı bir üslup ile haccın ehemmiyetini ifade etmekte ve bu konuda ihmalkâr davrananların çok büyük bir günah işlediğini göstermektedir. Nitekim Allah Teâlâ, gücü yettiği hâlde hacca gitmeyenlerin, son derece çirkin bir iş yaptığını ifade etmek üzere, âyetin devamında “Kim haccetmezse” buyurmak yerine “Kim inkâr ederse/küfre düşerse” buyurmuştur. (Âl-i İmrân 3/97)
Yol, geceleme ve yiyecek masraflarını tedârik eden Müslümanların, gösteriş ve isrâfa kaçmadan mütevâzı bir şekilde yola koyulmaları güzel olur. Hz. Enes’in bildirdiğine göre Resûlullah, erzak ve eşyâsı aynı deve üzerinde olduğu hâlde, sâde bir şekilde hacca gitmiştir. (Buhârî, Hac, 3. Ayrıca bkz. İbn-i Mâce, Menâsik 4)
Bununla birlikte mü’minler, yeterli malları yokken hacca ve umreye giderek başkalarına yük olmaktan da sakınmalıdırlar. İlk zamanlar, Yemenliler hacca giderken yanlarına yol azığı almaz:
“–Biz tevekkül ehliyiz” derlerdi. Mekke’ye gelince de insanlara el açmak durumunda kalırlardı. Bunun üzerine:
“...Kendinize yol azığı hazırlayınız…”[2] âyet-i kerimesi nâzil oldu. (Buhârî, Hacc, 6; Vâhidî, s. 63)
HACCA GİDERKEN DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR
Hacca giderken dikkat edilecek hususların başında, helâl kazanç gelir. Haccı helâl mal ile yapmak gerekir.
Hacda, Mekke-i Mükerreme’ye varmadan evvel mîkâtlarda ihrâma girilir. Kâ’be’ye ulaşmış olmanın şükrünü îfâ anlamında, Kâ’be’nin etrafında yedi kere dönerek Kudûm Tavafı yapılır. İlk üç dönüşte kısa ve çabuk adımlarla biraz çalımlıca yürünür. Bu yürüyüşe “Remel” denir. Makâm-ı İbrahim’in yanında iki rekât tavaf namazı kılınır. Safâ ile Merve arasında dört gidiş ve üç gelişle sa’y yapılır, günü gelince Arafat’a çıkılır, sonra Müzdelife’ye, oradan Mina’ya gelinir, şeytan taşlanır, kurban kesilir, tıraş olunur ve Kâ’be tavaf edilir. Artık bir daha remel ve sa’y yapılmaz.
PEYGAMBERİMİZ NASIL HAC YAPARDI?
Enes (r.a.), Peygamber Efendimiz’in haccından bir bölümü anlatırken şöyle demiştir:
Resûlullah Mina’ya gelince, hemen cemreye gitti ve taşları attı. Sonra Mina’daki dinlenme yerine gitti ve kurbanını kesti. Bu işler bitince, berberi çağırdı ve ona önce başının sağ tarafını, sonra da sol tarafını gösterip:
“–Buralardan kes!” buyurdu.
Daha sonra kesilen saçlarını (büyük bir iştiyakla bekleyen) ashâbına dağıttı. (Buhârî, Vudû’, 33; Müslim, Hac, 323-325)
Mübarek topraklarda, İslâm’ın nişânelerinden olan Kâ’be-i Muazzama, Safâ ve Merve Tepeleri gibi kudsî mahallere hürmette kusur etmeyip bilhassa tâzim göstermek îcâb eder. Kâ’be’ye doğru ayak uzatarak oturmak veya yatmak, o mübârek mekânlarda boş ve mâlâyânî konuşmalarda bulunmak doğru değildir.
Cenâb-ı Hak, dinin nişânelerine gösterilecek hürmetin, kalplerin takvâsından ileri geldiğini beyan ederek şöyle buyurur:
“Kim de, Allah’ın şeâirine tâzim gösterirse, şüphesiz bu, kalplerin takvâsındandır.” (Hac 22/32)
Yolculukta ve mukaddes topraklarda, temizliğe, vakara, sükûnete, teennîye dikkat etmek ve acelecilikten uzak durmak gerekir.
Nitekim Allah Resûlü, Arefe günü (Arafat’tan Müzdelife’ye) dönüyordu. Arka tarafta bazı kimselerin develerini hızlı sürmek için bağırıp çağırdığını ve develere vurduğunu işitti. Bunun üzerine, onlara kamçısıyla işaret ederek şöyle buyurdu:
“–Ey insanlar, sükûnete riâyet ediniz! İyilik; acele ve hızlı yürümekle kazanılmaz.” (Buhârî, Hac, 94; Müslim, Hac, 268)
Aynı şekilde, fazileti bildirilen mekanlara ulaşmak için uygunsuz davranışlarda bulunmak, insanları itip kakarak Hacer-i Esved, Makâm-ı İbrâhîm, Ravza-i Mutahhara gibi yerlere varmaya çalışmak, doğru değildir. Zira Efendimiz bizleri, Allah’ın kullarına zarar vermekten sakındırmıştır.
Resûlullah, bir gün Hz. Ömer’e, Tavâf esnâsında nezâketle hareket etmesini tavsiye ederek şöyle buyurmuştur:
“Ey Ömer! Sen güçlü kuvvetli bir adamsın. Hacer-i Esved’e erişmek için insanları sıkıştırıp zayıflara eziyet etme! Ne rahatsız ol, ne de rahatsız et! Tenhâ bulursan Hacer-i Esved’i istilâm et ve öp, aksi takdirde uzaktan «el sürüp öpme» işareti yap, kelime-i tevhîd okuyarak ve tekbîr alarak geç!” (Ahmed, I, 28; Heysemî, III, 241)
HACCIN HİKMET VE FAYDALARI
Haccın pek çok fayda ve hikmetleri vardır. Allah Resûlü şöyle buyurur:
“Hacla umrenin arasını birleştirin! Zira bunlar, tıpkı körüğün demir, altın ve gümüşteki pası temizlediği gibi fakirliği ve günahları giderir.” (Tirmizî, Hac, 2/810; Nesâî, Menâsık, 6/2629; İbn-i Mâce, Menâsık, 3)
“Hacdaki harcamalara, Allah yolunda yapılan harcamalar gibi bire yediyüz misli (sevab) verilir.” (Ahmed, V, 354-355)
“Allah’ın, kullarını cehennemden en çok âzâd ettiği gün, Arefe günüdür. O gün Allah Teâlâ yaklaşır, kullarıyla meleklere karşı iftihâr eder ve şöyle buyurur:
«Onlar ne istiyorlar?!»” (Müslim, Hacc, 436; Nesâî, Menâsık, 194/3001; İbn-i Mâce, Menâsık, 56)
Yani Cenâb-ı Hak, o vakitte kullarının isteklerini yerine getirir ve dualarını kabûl eder.
Diğer bir hadis-i şerifte Resûlullah şu müjdeyi vermiştir:
“Vallâhi Allah Teâlâ, onu (Hacer-i Esved’i) kıyamet günü gören iki gözü ve konuşan bir dili olduğu hâlde diriltir, o da kendisini hakkıyla istilâm edenler/selamlayanlar için şahitlik yapar.” (Tirmizî, Hac, 113/961)
Yine hacca giden kimselerin, fakir ve muhtaç duruma düşmeyeceği söylenmiştir. (Abdurrazzak, Musannef, V, 10; Heysemî, III, 208)
Hacda insanlar büyük bir ibadet, dua ve zikir tâlimi görürler. Her hareketlerinde Allah’ı hatırlar ve O’nun muhabbetini gönüllerine yerleştirirler. Nitekim Resûlullah:
“(Şeytan) taşlamak ve Safâ ile Merve arasında sa’y yapmak, ancak Allah’ın zikrini ikâme etmek için emredilmiştir” buyurur. (Tirmizî, Hac, 64/902)
İBADETLER NİÇİN YAPILIR?
İbadetlerin asıl maksadı olan, Allah’ın emrini yerine getirmek ve O’nun dinini yüceltmek gayreti, hacda ümmet çapında gerçekleşmektedir. Çünkü hac, Müslümanların îtikâd ve amel birliğinin en güzel temsîlidir.
Hacılar, peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin ve sâlihlerin hâlini hatırlayarak tefekküre dalar, onların bulunduğu mukaddes zaman ve mekanlardan feyz alırlar. Büyük bir mânevî tesir altında kalarak ahlâkî kemâle doğru adım atarlar. Tevazû, hiçlik duygusu, sabır, teslîmiyet, yardımlaşma, ihlâs, zaman ve hareket disiplini, ölüme ve kıyamete hazırlık, hiçbir bitki ve canlıya zarar vermeme, kimse hakkında kötü düşünmeme gibi güzel vasıflar elde ederler. Çünkü, dış görünüşü itibariyle bir takım semboller ihtivâ eden hac, hakikatte muhtelif rûhî temrinler yaptıran farklı mekânlardaki farklı davranışlardan ibarettir. Dolayısıyla herkes onun bir veya birkaç yönünden mutlaka istifâde eder.
Hacca giden Müslümanlar, aynı zaman ve mekan içinde bir araya gelerek manevî bir ittifak içinde bulunurlar. Birbirlerinin dertlerini ve meselelerini dinler, uzaklardaki kardeşlerine mesajlarını iletirler. Nitekim Resûlullah, câhiliye dönemindeki hac mevsimlerinde bile, kurulan panayırlarda İslâm’ı tebliğ eder, insanlara ilâhî hakikatleri ulaştırırdı. Bu esnâda pek çok sıkıntı, meşakkat ve işkenceye de Allah için sabrederdi.
KÜÇÜK HAC NEDİR?
Umre de, hac gibi faziletli bir ibadettir. Haccın fayda ve hikmetlerinin bir kısmı onda da mevcuttur. Bu sebeple umreye; “Küçük Hac” denilmiştir. Nitekim beşinci hadisimizde, umrenin faziletinden bahsedilip günahlara keffâret olduğu haber verilmektedir. Dolayısıyla imkan bulabilenlerin umre ibadetinden istifâde etmeleri gerekir.
UMRE NASIL YAPILIR?
Umre için niyet edilerek mîkatta ihrama girilir, Kâ’be tavaf edilir, Safa ile Merve arasında sa’y yapılır, sonra da tıraş olarak veya saçları biraz kısaltarak ihramdan çıkılır.
İmam Ebû Hanîfe’ye göre umre sünnettir ve senenin her günü yapılabilir. Sadece, hacıların Arafat’ta vakfe yaptığı Arefe günü ile Kurban Bayramı’nın dört günü mekruhtur.
“Hac ve umreyi Allah için tamamlayınız!”[3] âyeti gereğince, başlanmış olan hac ve umrenin tamamlanması vâciptir.
Resûlullah şöyle buyurmuştur:
“Ramazan ayında yapılan umre, tam bir hac sayılır veya benimle birlikte yapılmış bir haccın yerini tutar.” (Buhârî, Umre, 4; Müslim, Hac, 221)
HAC VE UMRENİN ÖNEMİ
Hac ve umrenin ehemmiyetini beyan eden şu hadis-i kudsî ne kadar câlib-i dikkattir.
Resûlullah, Yüce Rabbinden şöyle nakleder:
“Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
Ben bir kuluma sıhhat ve âfiyet ihsân edip rızkını da bol verdiğim hâlde, o her beş senede (diğer rivâyete göre dört senede) bir bana gelmezse (yani hac veya umre ziyâretinde bulunmazsa), o kimse gerçekten mahrum biridir.” (İbn-i Hibbân, Sahîh, IX, 16/3703; Heysemî, III, 206)
Hac ve umre ziyâretleri esnâsında Medîne-i Münevvere’ye gidip Resûlullah Efendimiz’den feyz almak, onun nûrlu şehrinin lâhûtî havâsını teneffüs etmek ve oralardaki hatırâlardan ders almak da, hiçbir mü’minin müstağnî kalamayacağı çok yönlü ve ecri bol bir kazanç kapısıdır.
Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Vefatımdan sonra beni ziyâret eden kimse, sanki hayatımda ziyâret etmiş gibidir!” (Dârekutnî, Sünen, II, 278; Beyhakî, Şuab, VI, 46/3855)
“Vefatımdan sonra kim hacceder de kabrimi ziyâret ederse, sanki beni hayattayken ziyâret etmiş gibi olur.” (Dârekutnî, Sünen, II, 278; Beyhakî, Şuab, III, 489; Heysemî, IV, 2)
“Kabrimi ziyâret edene, şefaatim vâcip olur.” (Heysemî, IV, 2. Bkz. Beyhakî, Şuab, III, 488-490/3862)
“Şu mescidimde kılınan namaz, Mescid-i Haram hâriç diğer mescidlerde kılınan bin namazdan daha hayırlıdır.” (Buhârî, Fadlu’s-Salâti fî Mescidi Mekke ve’l-Medîne, 1; Müslim, Hac, 505-510)
MEDİNE-İ MÜNEVVERE’NİN FAZİLETİ
Yine Peygamber Efendimiz, ibadet maksadıyla ancak üç mescide yolculuk yapılabileceğini ifade ettikten sonra, Mescid-i Harâm, Mescid-i Resûl ve Mescid-i Aksâ’yı zikretmiştir. (Buhârî, Fadlu’s-Salâti fî Mescidi Mekke ve’l-Medîne, 1; Müslim, Hac, 511-513)
Her Müslüman, Medîne-i Münevvere’ye ayrı bir muhabbet besler. Çünkü orayı Allah Resûlü de severdi. Resûlullah bir seferden dönüp de Medine’nin duvarlarını gördüğünde, devesini hızlandırırdı. Eğer (at ve katır gibi) bir bineğin üzerinde ise, onu da hemen harekete geçirirdi. Efendimiz’in bu davranışı, Medine’ye muhabbetinden kaynaklanırdı. (Buhârî, Fedailu’l-Medine, 10; Umre, 17; Tirmizi, Deavat, 42/3441)
Medîne-i Münevvere’nin faziletine dâir daha pek çok rivâyet mevcuttur. Bunlar için Buhârî’nin Sahîh’indeki Fedâilu’l-Medîne kitabına bakılabilir.
Dipnotlar:
[1] Müslim, Hac, 412; Fedâil, 130-131; Nesâî, Menâsik 1/2617. [2] Bakara 2/197 [3] Bakara 2/196.
Kaynak: Dr. Murat Kaya, Efendimiz’den Hayat Ölçüleri, Erkam Yayınları