Hacca Şahitlik Eden Kartpostallar
Koleksiyoner Murat Kargılı'nın son çalışması "Kutsal Yolculuk Hac" kitabı bugüne kadar biriktirdiği ve aralarından seçerek hikayelerini yazdığı Hacc yolculuğunu anlatan kartpostallardan oluşuyor.
Hac, İslam dininin, üzerine inşa edildiği beş temel esastan biri. Sağlık ve servet yönünden imkânı olan Müslümanlara ömürde bir defa haccetmek farz kabul ediliyor. Ömürde bir defa yapılması yeterli olmasının yanı sıra haccı günlük hayat içerisinde yapılan diğer ibadetlerden ayıran en büyük özellik, bir yolculukla gerçekleşebiliyor olması. Haccın sözlük manası ise “gitmek, büyük bir işe yönelmek” veya “kastetmek, ziyaret etmek”. Dünyanın her köşesinden milyonlarca Müslüman, İslam dininin doğum yeri olan Mekke’de, Allah’ın Evi Kâbe’yi ziyaret etmek, belirli bir tarihte diğer hacı adaylarıyla Arafat’ta toplanmak ve Medine’de Hz. Muhammed (sas)’in mübarek kabrini ziyaret etmek için her sene yakınlarını, evlerini ve işlerini geride bırakıp yolculuk eder. Görünüşte bedenî gerçekte ise manevî bir yolculuk olan hac, asla sıradan, turistik bir gezi değil. Her ibadet gibi kişinin manen arınmasına, nefsen olgunlaşmasına vesile olan hac, sadece Yaratan’la olan ilişkisini değil, diğer yaratılanlarla olan ilişkilerini de belirler. Kâbe-i Muazzama, diğer adıyla Beytullah (Allah’ın Evi), bir sembol olup, esas yolculuk Ev’in Sahibi’ne, yani Allah Teâlâ’yadır.
GELENEKSEL HAC
Haccın Müslümanlar için büyük bir önem arz etmesinden dolayı hem Müslümanlara hizmet ederek sevap kazanma, hem de siyasî otoritelerini sağlamlaştırma gayesiyle İslam hükümdarları ve halifeleri, hac yollarına ve kervanlarına özel bir ilgi göstermişler. Yollara su kaynakları ve kaleler kurmuşlar, kervanları urban (çöl Arapları, bedevîler) saldırılarına karşı askerî kuvvetlerle desteklemişler. Kervan görevlilerinin içinde imam, müezzin, kadı, cellât, nalbant, hekim, fırıncı, çadırcılar, meşaleciler, baytarlar, yakacaktan ve sudan sorumlular, taşıma ve yük hayvanlarından sorumlular, kervanın duruş ve kalkışını haber veren müzisyenler ve havaî fişekçiler bulunurdu. İstanbul, Şam, Kahire, Bağdat gibi şehirlerden hareket eden ve tarihi önceden kararlaştırılmış büyük hac kervanlarına katılmak için hacılar, aylar öncesinden küçük gruplar halinde memleketlerinden ayrılırlardı. Bu büyük kervanlar, hedefleri olan Mekke’ye doğru ilerledikçe birleşirler, sayıları artar ama her biri kendi sancağı ve ‘Emîrü’l-Hac’cı altında idare olunurlardı. On binlerce kişinin, tarihi sabit bir gün olan Arafat vakfesini kaçırabilme, dolayısıyla da o sene hacı olamama ihtimali olduğundan, planlamada en ufak bir hata olmamasına azamî ihtimam gösterilirdi.
Hava ve yol şartları, çıkış noktası gibi faktörlere bağlı olarak en az altı ay süren, dağlar, denizler, çöller aşılarak yapılan bu yolculuk, içinde hastalıklar, ölümler, açlık, susuzluk, aşırı sıcak, aşırı soğuk, urban saldırıları gibi birçok tehlike barındırırdı. ‘Geleneksel hac’ olarak adlandırılan bu tarz hac, zahmetli, çileli ve önemli bir bölümü yolda geçen bir ibadetti. Hatta bu zorluk, bir deyimle eskilerin günlük yaşamlarına bile taşınmıştı. Biri birinden bir şey istediğinde ve o da yapmadığında, istekte bulunan kişi, “Senden ne istedim ki, yerime hac yapmanı mı?” diyerek serzenişte bulunurdu.
Hicaz Demiryolu’nda Zerka’daki büyük yarma
40 GÜNDEN 4 GÜNE İNEN HAC YOLCULUĞU
19. yüzyılın sonlarına doğru, Batı’daki Sanayi Devrimi’yle ortaya çıkan teknolojik gelişmelerin seyahat araçlarını da etkilemesiyle, demiryolları ve buharlı gemiler yavaş yavaş kervanlara alternatif olmaya başladı. Süveyş Kanalı’nın da açılmasıyla Akdeniz’e kıyısı olan Müslüman ülkelerin hacıları için Mekke daha yakın hale geldi. Orta Asya, Hindistan, İran ve Kafkaslar’dan gelen Müslümanlar da hem kervanları, hem demiryolunu, hem de denizyolunu kullanarak Mekke’ye daha kısa sürede ulaşır oldular. Kervanlarla 40 gün gibi bir sürede kat edilen Şam-Medine arasındaki mesafe, Hicaz Demiryolu’yla artık dört güne, yelkenli gemilerle 30-40 gün arasında alınabilen Süveyş - Cidde arası da buharlı gemilerle üç güne inmişti. İki dünya savaşı arasına gelindiğinde ise eski hac kervanları yerlerini çoktan motorlu araçlara bırakmışlardı.
Haccı yakından ilgilendiren bu gelişmelere paralel bir gelişme de II. Dünya Savaşı sonrası petrol gelirlerinin hac hizmetleri dışında bir ekonomik kaynağı olmayan Suudi Arabistan’ı bir anda dünyanın en zengin ülkeleri arasına sokmasıydı. Petrol gelirlerinden doğan fazlalık, doğal olarak Mekke, Medine ve onların iki Haremi, Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebî’nin imarları da dâhil, ülkenin gelişip büyümesine yatırıldı. Eşzamanlı olarak Libya, Irak, İran, Cezayir ve Körfez ülkeleri gibi milli gelirlerinde petrole dayalı artışlar yaşayan bazı diğer İslam ülkeleri vatandaşlarının hac yapabilme imkânları da arttı.
MESCİD-İ HARAM’DA YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER
1950’lerden itibaren yaşanan hacı sayısındaki artışa, Suudi Arabistan ‘Hâdimü’l-Haremeyn-i Şerifeyn’ olarak kayıtsız kalamazdı. 1950’lerin başından itibaren Haremeyn içinde ve çevresinde peyderpey alan oluşturma ve genişletme çalışmalarına başlandı. İlk olarak Mescid-i Haram’da artan hacı sayısına tavaf alanı açmak için önce mezhep makamları, sonra minber ve Benî Şeybe Kapısı kaldırıldı. Zemzem binası da kaldırılarak kuyu, tavaf alanının altına alındı. Makam-ı İbrahim binası kaldırılıp yerine çok daha küçük, altınla kaplı cam bir kubbe konuldu. Çevresindeki binalar yıkılarak Mescid-i Haram genişletildi. Sa’y alanı, üzeri kapatılarak iki katlı hâle getirilip Mescid-i Haram’a dâhil edildi. Aynı şekilde Medine’de de Mescid-i Nebî’nin Sultan Abdülmecid dönemi onarım ve genişletilmesinden kalan yapının ufak bir bölümü korunarak etrafına doğru genişletmeler yapıldı.
Mümkün olduğunca çok Müslüman’a hac yapabilme fırsatı sağlamak gibi mübarek bir amaç gütse de, genelde Batılı teknoloji, tavır ve tavsiyelerle yapılan bu değişikliklerin, var olan tarihî, kültürel doku ve karakteri modernleşmeye kurban ettiği çok açıktır. O yıllarda başlayan bu gelişme rüzgârıyla günümüze gelindiğinde, mübarek mekânlar ile tarih arasındaki ilişkinin artık tamamen yok olduğunu görmekteyiz.
Bugün hacıların yüzde 90’dan fazlası hacca uçakla geliyor. Aylarca işten ve aileden uzak kalmanın maliyeti göz önüne alındığında uçak yolculuğu, haccı geçmişe göre çok daha ekonomik ve ulaşılabilir kılmıştır. Eskiden insanlar ömürlerinde bir kez hac yapabilme hayaliyle yaşarlarken artık günümüzde birçok kereler yapabilmeyi planlayabilmektedirler. Ayrıca geleneksel hac yolculuğunun zorlukları ve riskleri yüzünden eskiden çok az olan kadın ve çocukların sayısında da uçaklar sayesinde ciddi bir artış yaşanmıştır.
On üç asırdan fazladır savaşlara, âfetlere ve salgın hastalıklara direnen hac, insanlık tarihinin kesintisiz süregelen tek ibadettir. Dinî içeriğinde en ufak bir değişim olmamasına rağmen, geçtiğimiz asırda fizikî yapısında meydana gelen değişiklikler, 13 asrın toplamında yaşananlardan daha fazladır. Günümüz hacıları birkaç saatlik bir uçuşla, gündelik yaşamın içinden bir anda kopup, hiçbir tarihî geçmişi olmamış gibi duran mübarek şehirlerde, kendilerini yoğun bir manevî havanın içerisinde buluveriyorlar. Yüzyıllar önce Kâbe’yi ilk gördüğünde bir hacının hissettikleriyle bugünkü arasında en ufak bir fark olmamasına rağmen, yıllar süren biriktirme, aylar süren yolculuk ve bir dolu çileyle elde edilen “hacı” unvanının günümüzde artık çok daha kolay elde edilebilir olduğu bir gerçek. İşte bu kitap, bütün bu değişimler yaşanmadan evvelki haccı, kartpostallar aracılığıyla gözlerde canlandırabilmeyi amaçlıyor.
NEDEN KARTPOSTAL?
Kartpostal, 1870’lerde bir haberleşme aracı olarak ortaya çıkmış. Arkasına düşülen kısa ve özlü notlarla yakınları selâmlamak, yapılan seyahatten ve bulunulan yerden haberdar etmek için kullanılan bu ufak, dikdörtgen, ön yüzü resimli karton, uzman koleksiyonerler sayesinde günümüzde tarih, sosyoloji, antropoloji, mimarlık, şehircilik, etnografya, topografya gibi birçok alanda referans aracı olarak kullanılmakta. Kartpostalların ön yüzlerinde kullanılan şehirler, kasabalar, coğrafî panoramalar, yapılar, anıtlar, meşhur ve sıradan insan portreleri, yerel gelenekler ve uygulamaları, tarihî olaylar, resmî, askerî ve dinî merasimler gibi imgesel temalar, araştırmacılar için paha biçilmez değerde belge kaynağıdır. Bu özellikleriyle kartpostallar 19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçişte, insanlık yakın tarihi ve kültürünün adeta görsel hafızası.
Kartpostallardaki imgeler, genelde döneminin fotoğraflarından üretilmiş. İlk dönemlerinde pahalı bir malzeme olan fotoğraf, sadece saray mensupları, diplomatlar gibi varlıklı çevrelerce edinilebilirken; kartpostal, geniş kitlelerin bir imgeye ulaşabilmesinin en kolay ve ucuz yollarından biri olagelmişti.
Üzerinde yazılı mesaj, taşıdığı damgalar ve pullar, kat ettiği yollar, yıllarca bir köşede saklanmış olması gibi özellikler, her kartpostalı kendine ait hikâyesi ve tarihi olan bir materyale dönüştürür. Fotoğrafla karşılaştırıldığında, bütün bunlar malzeme olarak kartpostalı daha canlı ve ilginç kılan unsurlar. Bu kitapta kartpostalların kullanılması, gerek geniş kitlelerin haccı algılamasında oynadığı rol, gerekse kartpostalın, fotoğrafa göre daha canlı ve hikâyesi olan bir malzeme olmasından dolayı, haccın yakın tarihine samimi ve eksiksiz bir tanıklık yaptığına şahit oluyoruz.
KİTAP 8 BÖLÜMDEN OLUŞUYOR
Geleneksel hacda yolculuk, ibadetin en önemli bölümünü oluşturuyor. Dolayısıyla kitabın birinci ve altıncı bölümlerini, hacıların yola çıkışları, uğurlanışları, yoldaki halleri, geri dönüşleri ve karşılanışları ile ilgili kartpostallara ayırılmış. Böylece kartpostallar, bizlere geçmişte hac yolculuğu biçimlerinin yanı sıra, haccın her sene ne kadar geniş bir coğrafyayı ve çeşitli halkları etkilediğini de gösteriyor.
[caption id="attachment_7333" align="aligncenter" width="700"]
Dönüş yolunda: Süveyş'te Mısır kervanı ve mahmili[/caption]
Müslüman toplumlar, öteden beri hacca ve hacıya pek önem vermişler, büyük saygı göstermişler ve buna bağlı olarak bazı usûl, âdet ve merasimler geliştirmişler. Hacı uğurlama ve karşılama, Surre ve Mahmil Alayı
törenleri, geleneksel hac ile modern hac farkı ortaya koyması bakımından da mühim. Mahmil-i Şerif merasimleri de şüphesiz ki hacca dair düzenlenen en ihtişamlı, halk nezdinde büyük bir coşku ve duygusallıkla yaşanan olaylardı. Bu nedenle kitabın ikinci bölümüne İstanbul, Şam ve Mısır’daki bu törenlere ait kartpostalların yerleştirilmiş. Mısır’da son Mahmil töreni 1952 yılında yapılmış. Diğerlerine göre daha uzun ömürlü olduğundan ve daha çok belgelendiğinden Mısır Mahmili’ne biraz daha fazla yer ayırılmış.
Üçüncü bölümü, tarihleri haccın tarihiyle sıkı sıkıya bağlı olan Hicaz’ın iki liman şehri Cidde ve Yanbu’ya ayrılmış. Bu kartpostallarda, geçmişte Hicaz’daki gündelik yaşamdan, hacıların konaklama ve seyahat biçimlerine kadar pek çok ipucu yakalanabilir.
Kitabın dördüncü ve beşinci bölümleri, kutsal şehirler Mekke ve Medine’nin kartpostallarından oluşuyor. Bunların arasında kutsal şehirlerden manzaralar, Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebî’nin görüntüleri, haccın gerçekleştirildiği mekânlar, ziyaret yerleri ile ilgili pek çok kartpostal bulunuyor. Bütün bu kartpostallar, kutsal şehirlerin hem mimarî hem de şehircilik anlamında bugün geldikleri noktayı yakın geçmiştekiyle karşılaştırma imkânı sunuyor.
Osmanlı’nın 20. yüzyılın başında, Sanayi Devrimi sonrasında hac yolculuğuna dair geliştirdiği en büyük proje olan ve on binlerce hacının rahat ve emniyetli bir şekilde yolculuk yapmasını amaçlayan büyük projesi Hamidiye Hicaz Demiryolu ile ilgili kartpostallara ise yedinci bölümde rastlıyoruz.
Kitabın son bölümü ise çizim kartpostallardan oluşuyor. Geçmişte geniş kitlelerin hacca ve mekânlarına dair, zihinlerinde canlandırdıklarını resmeden bu hayal ürünü kartpostallar olmadan kitabın eksik olacağı da bir gerçek.
Hac, insanlığın yeryüzündeki, farklı dilden, ırktan milyonların kaynaşıp yerellikten evrenselliğe yaptıkları en büyük yolculuk toplantısıdır. Ulaşım, barınma, güvenlik, sağlık, temizlik gibi birçok ekonomik faktör, haccın gerçekleşmesinde rol oynar. Hacca ev sahipliği yapan devlet adamlarının isimlerinin önüne Hâdimü’l-Haremeyn-i Şerifeyn unvanını koymalarının uluslararası arenadaki siyasî etkisi tartışılmaz. Bütün bunlar bize haccın sadece dinî değil, aynı zamanda ekonomik, toplumsal ve siyasî boyutları da olan bir ibadet olduğunu gösteriyor. Bir Müslüman içinse hac, manevî hayatın zirvesi, birlik ve eşitliğin en güçlü ifadesi, günahlardan temizlenme ve Cennet garantisiyle yeniden doğuşun kapısıdır. İşte “Kutsal Yolculuk Hac” kitabında bu kadar kutsal, yüce ve çok yönlü bir ibadet olan haccın geçmiş zamanlardaki hâllerine kartpostalların eşliğinde şahit olacaksınız.
KUTSAL YOLCULUK: HAC
Kartpostallarla Hac Yolu
Murat Kargılı
Denizler Kitabevi
306 sayfa, 2014
YORUMLAR
Çalışmalarınızı tebrik ederim ancak fiyat Türkiye şartlarına göre çok aşırı fazladır eğer 60 liraya gönderirseniz almak isterim saygılarımla