Hâce Abdullah Dehlevî Hazretleri’nin Sohbeti
Abdullah Dehlevî (k.s.) nasıl sohbet ederdi? Hâce Abdullah Dehlevî Hazretleri’nin sohbetini istifadenize sunuyoruz.
Hâce Abdullah Dehlevî -rahmetullâhi aleyh- şöyle sohbet etmiştir:
GÜL DERMEK İÇİN GELDİK, DİKEN HAMALLIĞI YAPIYORUZ
Hem dine sarılmak, hem de dünyaya düşkün olmak, bir insanda birlikte bulunamaz. Dünyalık ele geçirmek için dinini vermek, aklı olanın yapacağı şey değildir. Buhâra şehrinin âlimleri, şeyhleri tevekkül sahibi idiler. Dünyaya düşkün değildiler. Ziyafetler vermek, dünyaya düşkün olanları toplamak, kalbi karartır. O büyükler böyle şeylerden kaçınırlardı. Onlar, selef-i sâlihînin doğru olan itikâdına, Rasûlullah’ın sünnetine sarılmışlardı. Her işlerinde azimet yolunu tutmuşlardı. Bid’atlardan sakınırlardı. Haram ve mekruh yollardan gelen şeylerden kaçınırlardı. Harama sebep olan mubahlar da haram olur. Zikr-i hafî, yani sessiz zikretmek, zikr-i cehrîden, yani sesle zikretmekten daha faziletlidir; onlar böyle zikrederlerdi. Hadîs-i şerifte bildirilen ihsan mertebesinde idiler. Kalpleri hep feyz kaynağına dönük idi.
Böyle olan bir tasavvuf büyüğünün teveccühüne kavuşan sâdık, hâlis bir kimsenin kalbi, hatta bütün latifeleri hemen zikretmeye başlar. Huzura, yani Allah’tan başka hiçbir şeyin kalpte bulunmamasına ki, buna müşâhede de denir, cezbelere, vâridat denilen feyzlere, yani zâhirini ve bâtınını nurların kaplaması gibi nimetlere kavuşur. Mürşidinin kalbinden feyz alanın kalbine Allah’tan başka hiçbir şeyin düşüncesi gelmez. Bütün âzâsı sünnete uygun ve azîmet ile hareket eder. Bu nimetler ne büyük saâdettir.
Yâ Rabbi! Sevgili Peygamberin Muhammed Mustafâ hürmetine ve O yüce Peygamberin yolunda bulunan meşâyıh-ı kiram hürmetine, bu çok kıymetli nimet ile bizleri rızıklandır.
Talebe, sâdık olan talip demektir. Allâh’ın sevgisi ile ve O’nun sevgisine kavuşmak arzusu ile yanmaktadır. Bilmediği, anlayamadığı bir aşk ile şaşkın hâldedir. Uykusu kaçar, gözyaşları dinmez. Geçmişteki günahlarından utanarak başını kaldıramaz. Her işinde Allah’tan korkar, titrer; Allâh’ın sevgisine kavuşturacak işleri yapmak için çırpınır. Her işinde sabreder. Her geçimsizlikte, sıkıntıda kusuru kendisinde görür. Her nefeste Allâh’ını düşünür. Gaflet ile yaşamaz. Kimseyle münakaşa etmez. Bir kalbi incitmekten korkar. Kalpleri Allah Teâlâ’nın evi bilir.
Ashâb-ı Kirâm hakkında hayır konuşur ve isimleri anıldığında “radıyallâhu anhum” der. Hepsinin iyi olduğunu söyler. Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem Ashâb-ı Kirâm arasında olan şeyleri konuşmamağı emir buyurdu. Sâlih Müslüman, bunları konuşmaz, yazmaz ve okumaz. Böylece, o büyüklere karşı bir edepsizlikte bulunmaktan kendini korur. O büyükleri sevmek, Allâh’ın Rasûlünü sevmenin nişânıdır, alâmetidir. Kendi bilgisi, kendi görüşü ile evliyâ-ı kirâmı, birbirinden aşağı ve yukarı diye ayırmaz. Birinin, daha yüksek, daha üstün olduğu ancak âyet-i kerîme, hadîs-i şerîf ve Sahâbe-i Kirâm’ın sözbirliği ile anlaşılır. Muhabbet sarhoşluğu elbet başkadır. Aşk sâhibi mâzûrdur.
İnsan dâimâ Allâh’a yönelmelidir. Her an ve zamanda, her ibâdet ve işte kendisine gelen feyz ve nurları düşünmeli, nasıl bir berekete kavuştuğunu anlamalıdır. Meselâ; namaza durduğunda gelen nurlar ve bereketlerin nasıl olduğunu, kıraat ile beraber bu feyz ve bereketlerin ne hâle döndüğünü, Allah Teâlâ’ya hamd ü senâdaki feyzi, dil ve Kelime-i Tevhîd söylemekteki bereketi, hadîs-i şerîfleri okurken ihsân buyurulan sırları incelemelidir. Bu suretle günahlardan hâsıl olan manevî zararları gözleyip, anlamalıdır. Meselâ; haram ve şüpheli lokmadan kalbe nasıl bir zulmet geliyor ve gıybet etmek insanın bâtınına nasıl zarar veriyor, yalan söylemek kalpte nasıl bir leke bırakıyor, anlaşılır. Böylece, bütün haram, mekrûh ve günahların zehir, zarar ve ziyân olduğu vicdânen bizzat fark edilir. Yani kişi her hâlinde, her iş ve sözünü inceleyip, İslamiyet’e uygun olup olmadığını dikkat ile takip etmelidir. Eğer işi ve sözü İslamiyet’e uygun ise, bunun şükrünü yerine getirmelidir. Eğer, Allah Teâlâ muhâfaza buyursun, buna aykırı ve uymuyor ise hemen tövbe etmeli, istiğfarda bulunmalıdır. Âşikâre işlenen günahın tövbesi âşikâre yapılmalı, gizli günahınki de gizli yapılmalıdır. Tövbeyi geciktirmemelidir. Çünkü Kirâmen Kâtibîn melekleri, işlenen günahı hemen yazmazlar, mü’minin tövbe etmesini beklerler. Tövbe edince bu günahı hiç yazmazlar.
Ehlullah, hangi işi yaparlarsa yapsınlar, ezanı işittiklerinde hemen onu bırakıp namaza koşarlar. Namazın kıyâmında, rükû’unda, kavmesinde, celsesinde, secdelerinde ve oturulduğunda ayrı ayrı, başka başka keyfiyetler, hâller hâsıl olur. Bütün ibâdetler namaz içinde toplanmıştır. Kur’ân-ı Kerîm okumak, tesbihat, Rasûlullah’a salavat, günahlara istiğfar ve ihtiyaçları yalnız Allah’tan isteyerek duâ etmek namaz içinde toplanmıştır. Ağaçlar, otlar, namazda durur gibi dik duruyorlar. Hayvanlar, rükû hâlinde, cansızlar da namazda oturur gibi yere serilmişlerdir. Namaz kılan, bunların ibâdetlerinin hepsini yapmaktadır.
Hakîki Müslümanlık, takvâ ile şirkten ve haramlardan sakınmakla olur. Kalpte hâllerin hâsıl olması ve bazı şeylerin keşf olunması, görülmesi ve fen bilgilerinin dışında akılları şaşırtacak işlerin yapılması, kâfirlerde de hâsıl olur. Riyazete girmek, belli şeyleri ibâdet olarak yapmak, muska yazmayı, hastaları, büyülenmiş olanları okumayı, üflemeyi sanat hâline getirmek din işleri değildir. Câhilleri, ahmakları toplamak ve dünyalık ele geçirmek için yapılmaktadır. İslâmiyet’te bunların kıymeti ve ehemmiyeti yoktur. İslâmiyet’te kıymeti ve ehemmiyeti olan ve insanı Allâh’a yaklaştıran şey, ancak, O’nun Rasûlü sallallahü aleyhi ve sellem’e uymak, O yüce Peygamberin izinde bulunmaktır. Ashâb-ı Kirâm’ın ve Ehl-i Beyt-i ‘Izâm radıyallahü anhüm’ün yolu budur. Kur’ân-ı Kerîm bu yolu göstermek için gönderilmiştir.
Bu ihtiyarın ömrü hep günahlarla geçti. Bilhassa şikâyet, gıybet, insanlara dil uzatmak, onları kötülemek, büyükleri tanıyamamak, onların hâllerine îtirazda bulunmak, huşû ve huzûrdan mahrum kılınan bunca namaz, tecvide riâyet etmeden yapılan bunca kıraat, boş ve lüzumsuz şeyler karıştırarak tutulan oruçlar, mânâsı düşünülmeden yapılan tilâvetler, Allah Teâlâ’yı hatırlamadan geçen zamanlar, haşyet hissinden uzak geçen vakitler ve gafletle alınıp verilen nefesler, amel defterimizi kararttı.
Yazıklar olsun, binlerle yazıklar olsun! Cihan bağına gül toplamak için geldik, ama diken hamallığı yapıyoruz. Yazıklar olsun, binlerce yazıklar olsun ki, sıhhat, âfiyet, rahatlık ve birçok imkânlar verildiği hâlde, hepsinin şükründe kusur ettik. Eyvahlar, binlerce eyvahlar olsun ki, bize Kur’ân-ı Kerîm ve Rasûlullah Efendimiz gibi iki muazzam nimet lütfedildiği hâlde onlara da lâyıkıyla şükredemedik. Hâlbuki şükre şâyan en büyük nimetler bunlardı.
Allah korusun! Şaşkın vaziyetteyiz! Zîra yarın kıyâmette hangi yüzle Allah ve Rasûlü’nün huzurunda kabul göreceğiz? Bu ne biçim anlayışsızlıktır? Bu kadar liyâkatsiz bir hâl ile şefaat ve mağfirete nail olmak, Allah Teâlâ’nın rahmeti yetişmezse imkânsızdır. Allah Teâlâ, kaçırdığımız fırsatları ancak lütf u keremi ile tekrar ihsan edebilir, yoksa hiçbir özrümüz yok!
İşe Yarayan Hangi Ameli İşledik?
İnnâ lillâh. (Biz ancak Allâh’a âidiz.) Ölüm başucumuzda, kıyâmet ise çok yakın! İşe yarayan hangi ameli işledik? Sâlih kullar cennete gidip, nimetler içinde ve Allah Teâlâ’nın cemâlini seyrederek mütelezziz olurken, biz gâfiller, elli bin senelik olan o günde hesap için tutuluruz. Vah hâlimize! Keşke dünyaya hiç gelmeseydim. Bugün bunları düşünmek zorundayız ki, yarın üzülmeyelim!
Amel-i sâlihlere sarılalım! Seher vakti kalkıp, gözlerden hasret yaşları akıtalım. Bizden önce yaşayan Hak dostlarının ne mücâhedeler yaptıklarını ve ne büyük fedâkârlıklarda bulunduklarını işitiyoruz. Allah Teâlâ bizlere gayret ve utanma versin.
Hizmet görmek isteyen, hocasına hizmet etsin! İnsanı, aşağı mertebelerden en yüksek makamlara ulaştıran, hizmettir. İnsanı toprak derekesinden göklerin yüksek derecelerine çıkaran da edeptir. Müridin riyazetle olan terakkisi, hizmet sebebiyle olan terakkisinin yüzde biri bile olamaz. Bu kadar senelik iş, hizmetle bir anda müyesser olur. Hizmet, mü’mini ilâhî lütuflara nail eyler. Önceki büyükler, talebelerine hizmet verirlerdi. Zîra hizmet, gönül âleminin terakkisine ve ahiret sevabına vesile olur.
Biz muhabbet şerbetini içenlerdeniz. Bizim muhabbetimizin artmasına sebep olan, kalplerimize çeşit çeşit lezzetler bahşeden hadîs-i şerîfler ve salevât-ı şerîfelerdir. Sübhânallah! Rasûlullah Efendimiz’in hadîs-i şerîflerini okuyunca, şaşılacak feyizler ve bereketler zuhûr ediyor. İnsan eğilerek oturunca “محمد : Muhammed” lâfzının şekli gibi bir şekil alıyor. Bu oturuş tarzıyla baş “mim” harfi şeklinde, iki omuz “ha”, bel ikinci “mim” harfinin halkası gibi, iki bacak da “dal” harfi gibi oluyor. Bu şekilde oturup O büyük Peygamber’in mübarek isminin murakabesi yapılırsa bundan pek çok feyz gelir.
“Bizim Yolumuzda Dört Şey Zarurîdir”
Faydasız sözler konuşmak ve gıybet etmek, orucun sevâbını giderir. Gıybet, ibâdetlerin sevabını yok eder. Gıybetten sakınmak vâciptir. Zahmet çekerek, sıkıntılara katlanarak ibâdet yapıp da bunun sevabını yok etmek, büyük bir akılsızlıktır. Ameller Allah Teâlâ’ya arz olunur. Gıybeti ve faydasız sözleri Rabbimizin huzuruna göndermemiz, edepten çok uzak bir davranıştır. Bizim yolumuzda dört şey zarurîdir;
- eli haramdan çekmek,
- ayağı haramdan alıkoymak,
- dine tam sarılmak ve
- tam yakîn sahibi olmak.
Tasavvuf; Allah Teâlâ ile olmak, güzel ahlâk ile ahlâklanmak ve şerîate uymaktır. Allah Teâlâ’dan uzaklaştıran her şeyi kalpten çıkarıp, bütün uzuvların Muhammed Mustafâ Efendimiz’e uymakla ziynetlenmesidir. Allah katında makbûl bir kul olabilmenin miyârı, Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem’e tâbî olmaktır. Bir yolda bulunan insanların îtikâdında, ahlâkında, amellerinde ve hâllerinde Habîbullah Efendimiz’e tam bir itaat ve bağlılık bulunmazsa, o tarîkat revaç bulup devam etmez. Rasûlullah Efendimiz’den sonra ümmet içinde zuhûr eden kemâl, kimden zuhûr ederse etsin, Rasûlullah Efendimiz’in kemâlidir. Asr-ı Saâdet’e uygun olmayan bir şeyin kıymeti yoktur. Hangi yol ve hangi amel olursa olsun, eğer Efendimiz’in ashâbının yoluna benzemiyorsa, tehlikelidir.
Tarîkat işlerinde, kalp hâllerinde ve bedenle yapılacak amellerde şerîatin emirlerine uygun olanı yapmak, bu yolda farzdır. Gaflet ehlinden uzak durmak, vakti sâlih amellere hasretmek, hep kalbe ve kalple de Allah Teâlâ’ya yönelmek, zikretmek, teheccüde kalkmak, seher vaktini gaflet uykusuyla geçirmemek, gözden muhabbet pınarları akıtmak, az konuşmak, az uyumak, az yemek, gâfil insanlar arasında oturmamak ve her zaman sabır, kanaat, tevekkül, teslîmiyet ve rızâ hâlinde bulunmak gerekir. Allah Teâlâ’yı isteyenlerin hâlleri böyle olur.
Çok zikretmek gerekir. Zîra çok zikretmeden kalp açılmaz. Zikirsiz, teveccühsüz ve Allah Teâlâ’ya muhtaç olduğunu düşünmeden bir an bile geçirilmemelidir. İnsanlar arasında ve onlarla görüşürken de kalben zikirde ve Rabbine karşı uyanık bulunmak îcâb eder. Hakk’ın feyzi nâgâh (ansızın) gelir, lâkin âgâh (uyanık) kalbe gelir. Tevhid sırlarının zuhûru, zikrin çokluğuna bağlıdır. Zikirle çok meşgûl olmak, aynı zamanda muhabbetin artmasına sebep olur. (Cenâb-ı Hakk’a gerçekten) iştiyak duyan kişi, vehim ve hayâle (fânî zevklere) râzı değildir. Ömrünün sonu geldiği hâlde, olması gereken kıvâma gelemeyen kişiye yazıklar olsun! Zamanını boş, lüzumsuz şeylerle geçiren kimselere yazıklar olsun! Nefsinin arzularına tâbî olan kişi, nasıl Allâh’a kul olabilir ki?
Benlik; ilâhlık taslamak demektir. Benliğin kökünü kazımadıkça Allâh’a vâsıl olamazsın! Teslimiyet makamına ermeden kulluk tam olmaz. Teslimiyet ve rızâ, seyr u sülûk makamlarının en son mertebesidir. İnsanlar dört kısımdır: Nâmerdler, merdler, civanmerdler, ferdler; dünyayı isteyen nâmerd, ahireti isteyen merd, ahiretle birlikte Hak Teâlâ’yı isteyen civanmerd, yalnız Hak Teâlâ’yı isteyen ferddir.
Hâce Abdullah Dehlevî Hazretleri’nin Vasiyeti
Vefat hastalığında İmam Tirmizî’nin hadis kitabını sadrı üzerinde tutarak okurdu. Hastalığı artınca şu vasiyeti yazdırdı:
“Dâimâ Allâh’ı zikrediniz! Hak dostlarına bağlılığınızı muhâfaza ediniz. Güzel ahlâklı olup insanlarla iyi geçininiz. Kazâ ve kader hususunda «Nasıl?» ve «Niçin?» vesvesesinden vazgeçiniz. Din kardeşlerinizle birlik olmayı lüzumlu görünüz. Tevâzû, kanaat, rızâ, teslîmiyet, tevekkül ve ferâgat üzere olunuz. Benim cenâzemi, Âsâr-ı Nebeviyye’nin (Peygamber Efendimiz’e âit mukaddes emânetlerin) bulunduğu Büyük Câmi’ye götürünüz ve Allah Resûlü Efendimiz’den benim için şefâat isteyiniz.”
Tam bir gönül kırıklığıyla ve kulluk içinde devamlı zikretmek ve Allah Teâlâ’ya yönelmek, Cenâb-ı Hak katında kabûl görmenin ve makbûl olmanın en mühim sebeplerindendir. Bunlardan gâfil kalınmasın!
Muhabbet yolunun nice koşan yolcuları vardır ki dostun muhabbetiyle alevlenip tutuşarak can vermişlerdir. İki cihandan ellerini çekmişler, Mahbûb’un müşâhedesine dalmışlardır. Allâh’ım! Beni Sen’in muhabbetinle dirilt! Muhabbetinle rûhumu al! Muhabbetinle beni haşreyle!
Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Marifet Meclisleri, Erkam Yayınları
YORUMLAR