Hâce Musa Topbaş Hazretleri’nden Hikmetli Sözler ve Tavsiyeler
Hâce Musa Topbaş Hazretleri’nden hikmetli sözler ve tavsiyeler...
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurur: “Din, nasihattir.” (Müslim, Îmân, 95)
Cenâb-ı Hakk’ın insanlığa muhteşem ikrâmı, ebedî ve mükemmel mûcizesi olan Kur’ân-ı Kerim; baştan sona hikmettir, öğüttür, nasihattir, ibret dolu kıssa ve bin bir hissedir.
Başta sahâbî efendilerimiz olmak üzere, bütün Hak dostları Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in zamana yayılmış zirve mâhiyette, müstesnâ talebeleridir.
HÂCE MUSA TOPBAŞ HAZRETLERİ’NDEN HİKMETLİ SÖZLER VE TAVSİYELER
Kâinatta canlı-cansız, kürelerden zerrelere kadar, bütün mahlûkātı tefekkür ettiğimizde, her şeyin muntazam bir şekilde yaşadığını ve seyrettiğini müşâhede ederiz.
Bu saltanat-ı ilâhiyye karşısında eşref-i mahlûkat olan insanoğlu; dağınık, saatsiz, nizamsız olmayıp, her işini vaktinde, saatinde icrâ etmelidir.
(Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, II, 125)
İLLE RİYÂZAT
–Evlâdım,
- Mutlaka riyâzat hâlinde yaşayın ve Allâh’ın verdiklerini, yine Allah için infâk edin!
- Riyâzat hâliniz sadece üç aylara ve Ramazân’a mahsus olmasın! Onu, hayatınızın her safhasına yayın ve ihtiyaç fazlasını Allah yolunda infâk edin!
Şunu iyi bilin ki;
➢Dolmabahçe veya Topkapı Sarayı’nda bile yaşasanız, yine riyâzatla yaşamaya mecbursunuz. Onun için malı da mülkü de ancak kalbinizin dışında taşıyın.
Eğer ihtiyaç fazlasını Allah yolunda infâk etmezseniz, Allâh’ın verdiği nimetlere karşı nankörlük etmiş olursunuz.
Unutmayın ki,
İnfâk edilmeyen nimetler ziyân edilmiş demektir. Ziyân edilen nimetler de hesabı çok ağır birer âhiret vebâlidir.
[Cömertlik, ancak israfa düşülmezse değerlidir. Nasılsa bolca cömertlik yapıyorum diye kendi yaşayışında israfa düşen kimseler, şeytana aldanmış demektir. İdrâk eden için şu îkâz-ı ilâhî, ne kadar dehşetlidir:
“Allah israf edenleri sevmez!” (Bkz. el-En‘âm, 141; el-A‘râf, 31)
Bu hususta ölçüyü, bulunduğumuz toplumun gafletinden değil, ashâb-ı kirâmın fazîletli yaşayışından almalıdır. Çünkü Peygamber terbiyesini yansıtan en güzel ve gerçek ölçü, onlardadır.]
DOST’UN EMÂNETİ
Bir sohbet meclisinden sonra Bosna-Hersek’teki yaraların sarılması için yardım toplanmıştı. Herkesin kendi adına belli bir yardımda bulunduğu mecliste, Musa Efendi -rahmetullâhi aleyh-, büyük bir meblâğ uzatmış ve;
“–Bir dostun buraya verilmek üzere fakire emâneti!” diyerek takdim etmişti. Ehl-i basîret müstesnâ, orada bulunanlara bu ifade, verilen parayı meclise gelemeyen birinin gönderdiği intibâını uyandırmıştı. Ancak onun emânet dediği kendi malı, dost dediği de Cenâb-ı Hak idi...
Musa Efendi -rahmetullâhi aleyh-, birine herhangi bir ikramda bulunacağı zaman, o ikrâmın muhtaçtan önce Allâh’ın kudret eline geçeceği şuuruyla, büyük bir nezâket ve titizlik gösterirdi. Verilecek meblâğı bir zarfa koyar, üzerine de;
“Muhterem, filân efendi! Hediyemizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz...” şeklinde, son derece zarif ifadeler nakşederek takdim ederdi.
EVE GİREN KİŞİYE MUÂMELE
Muzaffer IŞIKVEREN Bey anlatır:
“Muhterem Üstâdımız Bursa’yı çok severler ve zaman zaman, bir hafta, on günlük sürelerle Uludağ yolu üzerinde bulunan devlethânelerinde ikamet ederlerdi. Tenha bir bölge olması ve o dönemde bazı anarşik hâdiseler yaşanması sebebiyle tedbir olsun diye, bazı kardeşlerle birlikte evin avlusunda geceleri nöbet tutuyorduk. Bir gece, saat üç sıralarında evin avlusuna duvardan bir kişi atladı. Kapıya yöneldi, açmaya zorladı; açamayınca pencereyi yokladı. Niyeti kötüydü. Hemen müdahale edip yakaladım ve yere yatırıp etkisiz hâle getirdim. Üstâdımız mûtâdı olduğu üzere o saatlerde teheccüd ve evrâd ü ezkârını îfâ için umûmiyetle ayakta olurdu. Durumu kendilerine bildirmek istedim. Zile bastım. Az sonra kapıda göründüler.
Yerde yatan kişiyi görünce durumu fark ettiler ve içeri geçip üzerlerine bir şeyler aldıktan sonra avluya teşrif ettiler. Yaz mevsimi olduğu için bahçedeki kameriyeye geçtiler ve yakaladığımız şahsı da yanlarına oturtarak, onun neden böyle meşrû olmayan bir işe tevessül ettiğini sordular. O kişi de işsiz olduğunu, çocuklarının maîşetini teminde zor duruma düştüğünü ifade ederek özür diledi. Muhterem Üstâdımız karşılaştığı bu manzara karşısında hayli üzüldüler. Sonra eve girip, elinde bir tepsi yiyecekle tekrar geldiler ve;
«−Sizin karnınız da açtır; önce karnımızı bir doyuralım.» buyurdular. Sonra tatlı tatlı kendilerine nasihat ettiler. Arkasından da bir zarf uzatarak hatırı sayılır bir miktar nakit yardımında bulundular ve;
«−Şimdilik bununla zarûrî ihtiyaçlarınızı giderirsiniz.
(Fakire işaret ederek) Bu arkadaşımız da en kısa zamanda sizi bir işe yerleştirirler inşâallah. Bir mânîniz olmazsa her hafta bu kardeşlerin göstereceği sohbetlere de düzenli olarak devam edersiniz!» diye yol gösterdiler. Bununla da kalmadılar, âdetâ ihsan, şefkat ve ikrâmını taçlandırırcasına;
−Buradan evinize kadar yürüyerek gitmeniz zor olur; kardeşimiz sizi arabayla eve kadar bırakıversin!» buyurdular. Bize de dönerek;
«−Kardeş! Bu arkadaşımızın durumunu ifşâ etmeyelim. Kıyâmete kadar aramızda sır olarak kalsın!» tembihâtında bulundular.
İsmi bizde kıyâmete kadar mahfuz kalacak bu arkadaşımız, daha sonra bir işe yerleştirildi, haftalık sohbetlere devam etti ve nihayet huzurlu bir aile hayatına kavuştu. Şimdi mânevî hâl sahibi, gözü yaşlı bir kardeşimiz olarak dostlarımız arasına katıldı elhamdülillâh!”
- Hak dostları herkesin ağırlığını yüklenmeyi kendilerine düstûr edinmişlerdir. (Allah Dostunun Dünyasından, s. 81)
MALZEME, MUHABBET...
–Cenâb-ı Hakk’ın verdiği en büyük mevhibe-i ilâhiyye, sevmektir.
- Cenâb-ı Hakk’ı sevmek,
- Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i sevmek,
- «Ehlullâh»ı sevmek,
- İhvânı sevmek,
- Mü’minleri sevmek,
- Hayvanâtı sevmek, sevmek, sevmek... Sevmek, böyle sıra ile birbirini takip ediyor. (...)
➢Sevgiye nâil olan, Allah Teâlâ’ya karşı bütün vazifelerini seve seve ve büyük bir rahatlıkla ve gönül huzuru içinde îfâ eder.
➢Bazı âbidlerin, gönüllerindeki sevgi noksanlığı sebebiyle, ibâdetlerinde tam bir zevk ve huzur hâli olmaz.
(Bkz. Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, V, 22, 80-81)
- İnsan mâneviyat yoluna girdikçe şevki, aşkı artar. Ona hiçbir şey ağır gelmez. İbâdet etmek, haramlardan kaçmak, hepsi zevk hâline gelir. Musîbetlere tahammül, kaza-kader bahsine icâbet kolay hâle gelir. İsteklisine ve gayretli olana mâneviyat yolunu engelleyecek hiçbir şey yoktur.
(Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, V, 45)
ATÂLET YOK!
- Sırf Allah Teâlâ’nın rızâsını kastederek, bedenî, fikrî ve mâlî hizmette bulanamayanlar, kâmil mü’min olamazlar.
- Mâlî vaziyetimiz müsait ise kesemizi açacağız. Eli sıkılık; bilhassa Hak yolunda olanlar için, makbul bir şey değildir.
- İlmimiz varsa, ehlini bulacağız ve münasip yerlerde onu neşredeceğiz.
Kişi isterse, Cenâb-ı Hak ona o fırsatı verir.
Hangi meslek erbâbı isek, kendi mesleğimizde ve her hususta topluma faydalı olacağız. Komşuyu ziyarete gideceğiz, hastalarımızı ziyaret edeceğiz. Cenâze teşyiinde bulunacağız. İnsan niyet ettikten sonra daha nice nice tatlı, güzel ameller işleyebilir...
(Bkz. Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, III, 117, 167, 220; V, 78-79)
HİZMETTE ÎSÂR ve HİÇLİK
- Hizmet ehli olan kişiler, hizmet yoluna devam ettikçe, îsâr (kendinden fedâkârlıkta bulunarak mü’min kardeşini tercih etme) yolunu tutmalıdırlar. Israrla hep; «Bütün hizmetleri yalnız ben yapayım!» gayesinde olanlar, çabuk yorulurlar, sadırları sıkışır, görüşleri değişir. Herkesi küçük görmeye başlarlar. -Allah muhafaza etsin- bu şekilde hâllerinde gerileme olur. Hubb-i riyâset sevdasının esiri olurlar. (Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, II, 248)
- Bir insan, kul olarak kendini her hususta Cenâb-ı Hakk’ın emirlerine itaate verirse çok yüksek mertebelere nâil olur.
➢Ancak bizler mertebe âşığı da olmayacağız!
(Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, V, 82)
- Gayretimiz hizmet etmektir, ama nefer olarak!
(Allah Dostunun Dünyasından, s. 82)
Bütün iş, insanın enâniyetten vazgeçmesine bağlıdır. İnsan, benliği bertaraf ederse, işte o zaman kemal yolunda mesafeler kateder. Zâhiren ne kadar kolay hâlbuki, ama bir o kadar da zor benlikten geçmek.
Benlikten geçince her şey huzur bahşeder; herkes dost oluverir! Böyle biri herkese, bilhassa müslümanlara karşı gönlünde dâimâ muhabbet ve hüsn-i zan beslemeye başlar.
(Bkz. Allah Dostunun Dünyasından, s. 172)
HEM HİZMET HEM MÂNEVİYAT
Hayır müesseselerinde hizmet edenlere zaman zaman;
“«Nasıl olsa hayır işlerinde çalışıyoruz.» diye mânevî terakkîmizi ihmâl etmeyelim!” îkāzında bulunur ve şöyle buyururdu:
“Hizmet eden kişi, hizmetine devam ettiği müddetçe mânen de terakkî etmelidir. Gönlünü Rabbine lâyıkı veçhile verip; ihlâs, edep ve tevâzu üzere kulluk vazifesini kemâliyle yapmaya gayretli olmalıdır. Yoksa, mâneviyâta ve usûle uymayan hizmet ehli, rûhen inkişaf ve terakkî edemezse, yaptığı hizmetler, rûhâniyetini zâyî eder... Niyeti zayıf olduğu için Cenâb-ı Hak -azze ve celle- Hazretleri’nin nusretinden mahrum kalır.” (Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, II, 237)
- Ben işin büyüğünü yapıyorum diye küçüğünü ihmâl etmek olmaz. Zira küçükler birikince büyük olur.
(Allah Dostunun Dünyasından, s. 105)
TOHUMLAR HAZIR
- Kulu «mârifetullâh»a ulaştıracak özler, yani tohumlar vücut toprağında hazır beklemektedir. Bunların filizlenmesi için hamd, şükür, zikir ve fikre devam etmek lâzımdır... Mârifet ilminin başı, ilâhî sanatın sırları üzerinde tefekkürdür. (Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, V, 35-36)
- İnsan ne kadar ibâdet ederse etsin, bütün ömrü secde ile ve oruçlu geçsin, ancak sevap kazanır.
Mânen terakkî edebilmek, ancak seyr u sülûk yoluyladır.
(Bkz. Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, V, 42)
- Mü’min, güzel hâlinin değişip kötüye dönmesinin, bilerek veya bilmeyerek işlediği bir günahın neticesi olduğunun idrâki içinde bulunmalıdır. (Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, I, 198)
- Akıllı kişi, evvelâ çuvalın deliklerini yamar, ondan sonra içini doldurur. Delik yahut çatlak olan kaba ne konursa konsun, içindekini muhafaza edemez. (Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, II, 36)
EHLİNDEN
- Dînî hükümleri sâlih âlimlerden sorup öğrenmek lâzımdır. Zira onlar takvâ sahibi oldukları için fetvâları daha isabetli ve daha tesirlidir.
Diğer taraftan;
İlmi, mal ve mevkie kurban eden dünyacı âlimlerden de mümkün mertebe uzak durmalıdır. (Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, IV, 171)
- Evlâdına dînini öğretmeyen ana-babalar, dünyanın en merhametsiz insanlarıdır...
- Dînî terbiye vermeden evlât yetiştirmek, sobada yakmak için ağaç yetiştirmek gibidir. (Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, IV, 116-117)
İNFÂKA ALIŞTIRIRDI...
Evlâtları anlatır:
“Babam Musa Efendi, bizi İstanbul’da Eyüp Sultan, Fatih Camii, Süleymaniye, Yahya Efendi gibi tarihî ve mânevî yerlere götürürdü. O mekânların rûhâniyetini yaşamamıza gayret ederdi. Yani Eyüp Sultan Hazretleri’ni bize Eyüp Sultan’da yaşatarak öğretirdi. Süleymaniye’yi Süleymaniye ikliminde yaşatarak muhteşem medeniyetimizi damarlarımıza kadar hissettirirdi.
Bursa’da da Emir Sultan, Ulu Cami gibi tarihî ve mânevî mekânlara götürürdü. Orada bizleri infâka alıştırmak için, daha önceden hazırladığı bozuk paraları verir, orada boynu bükük fakirlere vermemizi isterdi.
Biz o hayırlara vesile oldukça; mahrumların duâlarıyla sevinir, mazlumları sevindirmeyi benimserdik.”
TAVSİYELER
- Yüz tane yarım insanı toplasanız, bir (tam) insan etmez. (Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, V, 56)
- Müslüman temkinli ve tedbirli olacak, ama asla korkak olmayacak. (Allah Dostunun Dünyasından, s. 192)
- Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- borcu müslümanlara mekruh kılmıştır. Zira, hür ve sağlam insanın nazarında borç, dâimâ ağır bir yük, acı bir minnettir. (Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, III, 192)
YÜZ AKI İLE GÖÇEBİLMEK...
- Her dünyaya gelen, vakti saati, sayılı nefesleri tamamlandıktan sonra ebedî hayata intikal edecektir.
- Ne mutlu o kimseye ki, hayatını Hak yolunda ifnâ etmiş ve yüzünün akıyla âhirete göçmüştür. (“Vasiyetlerinden...”, Altınoluk, sayı: 162, s. 20, Ağustos 1999)
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Asr-ı Saâdetten Günümüze HİDÂYET REHBERLERİ, Yüzakı Yayıncılık
YORUMLAR