Hâcegân Yolunun 10 Esası
Hâcegân yolunun belli başlı esasları ve sahih bir tasavvuf yolunun ne gibi düsturlara sahip olması lâzım geldiğinin misâli...
İslâm âlimleri, Kur’ân ve Sünnet’e bağlılığı esas aldıklarından, mutasavvıflar da tasavvufî görüşlerini aynen müctehidler gibi şer’î gerçeklerle te’yid edegelmişlerdir. Ancak meşâyıhın, dînin zâhirî hükümlerini de hazmetmiş insanlardan seçilmediği bir kısım tarîkatlerde “neşve-i sûfiyye”nin galebesiyle bâzı ayak kaymaları olmuştur. Fakat tarîkatler arasında mürşidleri ekseriyetle ilim ehlinden, yani dînin zâhirini de hazmetmiş âlim ve âriflerden gelenler, bu ayak sürçmelerinden korunabilmiştir.
Nitekim tasavvuf tarihinde Kitap ve Sünnet muhtevâsı içinde devam eden “Nakşibendîlik”, mürşidleri daha ziyâde “Hâcegân” zümresinden, yani ilim erbâbı kimselerden geldiği için bu isimle de anılır olmuştur.
Burada Hâcegân yolunun belli başlı esaslarını zikretmek sûretiyle, bir bakıma, sahih bir tasavvuf yolunun ne gibi düsturlara sahip olması lâzım geldiğinin de bir misâlini vermiş olacağız.
1- Hâcegân yolunda ilk esas, Ehl-i Sünnet îtikādına sahip olmaktır. Nitekim Hâcegân yolu, tarih boyunca Sünnî İslâm anlayışını tarîkatin temel esâsı olarak almış, bu sâyede mensuplarını Bâtınî ve Hurûfî akımlardan muhâfaza etmiştir.
2- Hâcegân yolu, ikinci esas olarak Kitap ve Sünnet’e sımsıkı bağlılığı esas alır. Yeme, içme, uyuma gibi gündelik mevzulardaki en ufak sünnetleri dahî büyük bir titizlikle tatbîk etmeden, mânevî terakkînin tam olarak gerçekleşemeyeceğini tâlim eder. Bu sebeple Hâcegân yoluna giren müridler, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in en ufak bir işaretine dahî büyük bir muhabbet ve heyecan içinde tâbî olmaya gayret ederler.
3- Hâcegân yolunun esaslarından biri de “ruhsat”lardan[1] ziyâde “azîmet”lerle[2] amel etmektir.
Abdülhâlık Gucdüvânî Hazretleri şöyle buyurmuştur:
“Azîmet yolunu tut, ruhsatlardan uzaklaş, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yoluna ve Sünnet’ine tâbî ol, bid’atlerden kaçın!”
Şâh-ı Nakşibend Hazretleri, seyr u sülûkleri esnâsında dâimâ bu emir ve tavsiyeleri tatbik etmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Müslüman olmak, şer’î ahkâma bağlanmak, takvâya riâyet etmek, azîmetle amel etmek ve güç yettiğince ruhsatlardan kaçınmak; tamamıyla nur, safâ ve rahmettir. Bütün bunlar, velâyet derecelerine ve yüce makamlara ulaşma vâsıtalarıdır. Evliyâullah, bu sıfatların terbiyesi ile velîlik makâmına ulaşırlar.”[3]
4- Hâcegân yolunun büyükleri, helâl lokma hususunda çok hassas davranmışlardır. Şâh-ı Nakşibend Hazretleri, haram lokmadan şiddetle sakınmakla birlikte, durumu şüpheli olan yemekleri de yemez, müridlerine de yedirmezdi.[4] Devlet idârecilerinin sofralarındaki yemeği de şüpheli gördüğü için Melik Hüseyin’in sofrasında bir şey yememişti.[5]
5- Hâcegân yolunda, farz ve vâciplerden sonra nâfile ibadetlere ve sâlih amellere de çok ehemmiyet verilir. Her türlü sâlih amel, ebedî hayat için mühim bir sermâye olarak görülür ve onları yapabilmek, büyük bir ganimet bilinir.
Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri şöyle buyurur:
“Biz tasavvufu kıyl ü kāl, münâkaşa ve cidâl yoluyla elde etmedik. Biz onu açlık, uykusuzluk ve amel-i sâlihlere ihlâs ve sadâkatle sarılma yoluyla elde ettik.”
6- Hâcegân yolu, sâliklerine Muhammedî ahlâkı kazandırmayı hedefler; insanlara güzel ahlâkla muâmele etmeyi emreder.
Nitekim hadîs-i şerîflerde şöyle buyrulur:
“Kıyâmet gününde mü’min kulun terazisinde güzel ahlâktan daha ağır bir şey bulunmaz. Allah Teâlâ çirkin hareketler yapan, çirkin sözler söyleyen kimseden nefret eder.” (Tirmizî, Birr, 62/2002)
“Cibrîl bana Allah Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu söyledi:
«Bu dîn (yani İslâm), Zât’ım için seçip râzı olduğum bir dîndir. Ona ancak cömertlik ve güzel ahlâk yakışır. Müslüman olarak yaşadığınız müddetçe onu, bu iki hasletle yüceltiniz!»” (Heysemî, VIII, 20; Ali el-Müttakî, Kenz, VI, 392)
7- Hâcegân yolunun hakîkati, her hâlükârda kalbî zikir ve tefekkürle dâimâ Allâh’ın huzûrunda bulunmaktır. Sâlik, hiçbir hâlinde Allah’tan gâfil kalmayıp her an O’nun huzûrunda bulunduğunu ve Allah Teâlâ’nın kendisiyle beraber olduğunu mülâhaza etmelidir.
8- Hâcegân yolu, ilm-i nâfîye/faydalı ilme büyük ehemmiyet verir. Sâlik, dînî ilimleri öğrenip istifâde etmeli, muktezâsınca yaşamalı ve başkalarının da yaşamasına yardımcı olmalıdır.
Abdülhâlık Gucdüvânî Hazretleri, fenâ-yı nefs mertebesine sadece Kur’ân-ı Kerîm’i sağ eline, hadîs-i şerîfleri de sol eline alıp bunların nûru ile aydınlık yolda yürüyen kişinin ulaşabileceğini ifâde etmiştir.[6] Bir mürîdine tavsiyelerde bulunurken de: “Fıkıh ve hadis ilmini öğren, sûfîlerin câhillerinden uzak dur!” buyurmuştur.[7]
9- Hâcegân yolunda, insanlardan uzaklaşıp devamlı bir uzlet hayatına çekilmek yoktur. Zira böyle bir uzlette şöhret tehlikesi vardır. Sûfî, toplum içinde Allâh’ın dînine ve kullarına hizmet edebilme fırsatları aramalıdır. Zira İslâm, müslümanların ictimâîleşmesini istemektedir. Kâmil bir mü’min, “halk içinde Hak ile beraber” olmayı öğrenmelidir.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“İnsanların arasına karışıp onların ezâlarına katlanan (onların dertleriyle dertlenen, hâcetlerini halleden) müslüman, onlara karışmayıp ezâlarına katlanmayandan daha hayırlıdır.” (Tirmizî, Kıyâmet, 55/2507)
10- Hâcegân yoluna giren sâliklerin elbiseleri, diğer mü’minlerin elbiselerinden farklı olmamalıdır. Bu yolda, tâc, taylasan gibi ayırt edici kıyafetler yoktur. Onlar farklı görünmeye ve şekillere ehemmiyet vermez, husûsî bir kisveye bürünmezler. Mahviyet içerisinde yaşamayı tercih ederler. Herkes kendi meslek sınıfının elbisesini giyer, halk arasında, sûreti ve giyinişi emsallerinden farklı olmaz. Zira dervişlik, kalıpla değil kalp iledir.
[1] Ruhsat; meşakkat, zaruret, ihtiyaç gibi ârızî bir sebebe bağlı olarak azîmet hükmünü terk etme imkânı veren ve yalnız söz konusu ârızî durumla sınırlı bulunan, hafifletilmiş, geçici hükümdür.
[2] Azîmet; meşakkat, zaruret ve ihtiyaç gibi ârızî bir sebebe bağlı olmaksızın ilk olarak konulmuş olan ve normal durumlarda her bir mükellefe ayrı ayrı hitap eden aslî hükümdür. Azîmet farz, vâcip, sünnet, müstehap niteliğindeki bir davranışın yapılmasını; haram, mekruh gibi davranışların da yapılmamasını ifâde eden bütün teklifî hükümleri içine alır.
[3] Muhammed Pârsâ, a.g.e, s. 24-25.
[4] Muhammed Kādî Semerkandî, Silsiletü’l-Ârifîn ve Tezkiretü’s-Sıddîkîn, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 2830, vr. 175b.
[5] Bkz. Salâhaddîn bin Mübârek el-Buhârî, Enîsü’t-Tâlibîn ve Uddetü’s-Sâlikîn, s. 66, İz Yayıncılık, İstanbul 2003.
[6] Abdurrahman Câmî, Nefahâtü’l-Üns min Hadarâti’l-Kuds (thk. Mahmud Âbidî), Tahran 1375 hş./1996, s. 384.
[7] Abdülhâlık Gucdüvânî, Vasâyâ, Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddîn Efendi, nr. 3229, vr. 11a.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları